işe gitmeyince cildimiz ışıldıyor

30 Nisan 2020 Perşembe
ben liseyi yatılı okudum ve sonra hemen iş hayatına atıldım. yani beni şimdi zeplinle bir başka gezegene indirseniz bile üç günde yaşamımı kurabilecek kadar erken deneyimledim bir çok şeyi  hayatta.

yatak yadırgamam, yastıksız da uyuyabilirim, yolculuk benim için bir keyiftir okulda  yok sömestr yok ara tatil senede bilmem kaç kere valiz hazırladığımdan şimdi en efektif valizi hazırlayabilir ve hep espriyle karışık iddia ederim. haberim varken 20 dakikada hazırlanıyorsam sürpriz yolculuğa 10 dakikada hazırlanabilirim, diye ve bunu test etmişliğim var. bir haftalık bir toplantı/gezi organizasyonuna ismimin eklendiği haberini aldığımda üzerimde pijamalarım,  çantamı hazırlayıp çıkmam için yarım saat zamanım vardı. bir haftalık üstelik öyle uçakla falan değil bildiğin kara yoluyla ve araçla olan gezi için hazır ve nazır halde kapının önüne çıktığımda araba bile 2 dakika sonra gelmişti:) 

bu girizgahı niye yaptım. ilk günlerin bütün pır pır hallerimi bir tarafa atıp şu an karantina/ev hali olayına da bünyemin artık çok sert vermediğini deneyimledim ondan. 
dün evden çıktığımda saat 11 civarıydı, bir kaç işi yapmak için çantamda gerekli şeylerle. neyse onları hallettik ve sonrasında ben ve aslında bütün arkadaşlar uzun saatler bahçedeki yavru köpek ile oynadık. 
tabii ki chef onu kıskanıyordu:) şef'i de sevip oynuyorduk ama yok o kıskanmaya ve etrafında dönmeye devam ediyordu el kadar yavrunun. şöyle anlatayım size boyutlarının farkını, şefin patisi yavrunun kafası kadar! 
koca kafa oğlum:) 
tabii bu fotoğraf bir ay kadar öncesi saçlar yeni boyanmış 

bir ara ikisi de yorulup uyudu, yavru henüz bedenine bile tam hakim olamadığından kamelyanın üç parmaklık zemininden çimene düşmeyi becerdi:))) şefin gönlünü aldık, sevdik oynadık ödül mamaları verdik. 


dün eve geldiğimde leziz bir sofrada ağırlanmış, bütün stresimi atmış, yeni gelecek sokağa çıkma yasağına hazır ve yetecek  kadar serotonin salgılamıştı beynim. bu mutlu hal ile akşam aynaya bakınca ya kuaförler bir süre daha açılmayacak belli ki gitsem iki kutu boya alsam boyarım ki ben bu saçları, diye düşünüp kadar verdim. yalnız şimdi sabah yatağımda kahve içip gazeteleri okurken akşam çılgın serotonin salgılanması ile karar verdiğim şeyi bir kez daha sorguluyorum; ben bu saçın altında kalkabilir miyim? 

dün bir iş arkadaşımla birbirimize baktığımızda ciltlerimizin ne kadar ışıltılı ve dinlenmiş olduğunu söyledik. sanırım mesaiye yetişme ve bunun getirdiği ve yanında  gelen bir çok zorunluluk çıkınca yaşamımızdan güzelleşmiştik. bir kaç kilo aldık tamam, kabul. 

hah konuyu kiloya getirip bugünden itibaren yapmak istediğimi yazacağım. evde bir ay öncesinden aldığım meyveli müsli var. ya marketten ya da göreme muhallebicisinden yoğurt alsam şu dört gün yoğurt & müsli ve meyve ile adına detoks deyin kür deyin ne derseniz deyin biraz hafiflemeye yardımcı olacak bir yeme şekline girebilir miyim? buzlukta bir kutu dondurma var hadi çok canım değişik bir şey isterse onu yerim. sabahları ben kahveyi zaten sütsüz ve şekersiz içiyorum. kahve ve muz ile kahvaltı, çay, müsli & yoğurt, acıkınca aralarda bir avuç çerez akşam yemeği yine müsli ve yoğurt sonra yatmadan önce de kekik çayı. ıhhh yapabilir miyim? yoksa ilk fırsatta markete koşup kuzu kaburgaları kapıp bir bol sarımsaklı kaburga pişirir miyim? emin değilim. deneyeceğim. 

saç boyama konusunu ise rafa kaldırdım bile sanki. yok, çıkamam ben bu saçın içinden. 

günaydın 
enerjik olun ve kalın 
haydi! 

son bir ay neler oldu neler!

28 Nisan 2020 Salı
gün saymayı çoktan bıraktık değil mi? 

bazan -sıkça- yatağa girdiğimde ya bu nasıl bir ay oldu böyle, neler neler yaşayıp geçirdim/geçirdik, diye düşünürken buluyorum kendimi. sonra güzel çok güzel bir yerde / bir hamakta / güneşin altında / yüzümde meltem esintisiyle kitap okuyup içkimi yudumladığımı hayal edip uyutuyorum kendimi. 

hakikaten bu ay ömrümün en enteresan ayı oldu. üç dört yere gidiyorum; metro market, şok market, migros market bir de şef'in bahçesi. gerisi ev. vay arkadaş! ha bir de dün bozulan bilgisayarımı kardeşime götürdüm. kahvaltı yaptık beraber, bilgisayarı da yaptı kocası sağ olsun, dönüşte rossmanna uğrayıp şampuan aldım. günde bazan üç kez duş alıyorum ben, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. 

market alışverişinde en öne çıkan ürünler benim için; kahve kahve daha çok kahve! şu an yedekte bir büyük paket kahve var. türk kahvesi, bolca çerez, bolca çikolata, yine bolca meyve ot kök enginar ve içki. 

bu ay markete çalıştım ben anacım. ne gezmeye ne başka bir şeye ha bir eşofman iki de tişört aldım, hem de migrostan:) çünkü evde giyecek pek bir şeyim yokmuş benim, çok gülmüştüm bunu fark ettiğimde. 

ev ev ev ev. hemen hemen her gün çalışan makinalar. sabah kolonyalı mendillerle evi silmek, sonra duş almak, sonra medya turu, sonra dizi bölüm aralarında ufak tefek işler. 

şu dönemde bir iki arkadaşımın telefonunu sildim. neden mi? çok basit bir ricamı yapmadıkları için, hep ben arayıp da onlar bir kez olsun yav  sen ne yapıyorsun diye aramadıkları için. iyi zamanlarda herkes iyi zaten, bana kötü olmasam bile benim aramamı beklemeden arayacak arkadaş gerek. gerisi boş. sildim gitti. 

geçen sokağa çıkma yasağında sabah bilgisayarım ölürüm allah açılmam deyince, oflayıp puflamadım. ayrıca zaten kime oflayıp puflayacağım bu bir yana sürekli şikayet eden insanlar kadar yorucu insanlar yok bu hayatta. ben her zaman çözüm odaklı olmayı seçiyorum tamam yapamayıp siniri agresif kırıcı olduğum zamanlar da elbette oluyor eh o kadar da olur. neyse, bilgisayar açılmayınca aldım elime haldun dormen'in anılar kitabını. 80 ler ile başlayan ikinci kısmı pek bir eğlenceli. çünkü artık karakterleri tanıyor ve olayları anımsıyoruz. çok komik anılar da var. okuyunca vay be! dedirten anılar da. atlaya zıplaya epeyi okudum kitabı. telefonla internet gazete vs okumayı da halledince taaa dün yapıldı bilgisayar. 4 günü filmsiz dizisiz ama bolca kitap okuyarak spor yaparak her sabah yeni bir düşünce ile uyanıp onu kafamda evirip çevirerek günleri bitirdim. 

akyaka'yı çok özledim. raul şef de ''gelmedin bir türlü tayin de istemedin buraya son bir senen gel artık'' diye her seferinde söyleniyor ama şu an tayin mayin düşünecek halim yok. zaten öyle bir şey söylesem bakanlıktan da kovalarlar:) 

ne diyordum ben. evet, evi kullanma ve tüketim alışkanlıklarımız bir ayda nasıl  değişti. eski battaniyem mat oldu bana spor yapıyorum, evin her sandalyesinde oturup görüş açımı değiştiriyorum. çekmece kurcalamayı falan bıraktım, yok bişey çünkü. çok eskimiş tişörtleri son bir kez giyip atıyorum çünkü gerçekten artık eskiye ve döküntüye tahammülüm kalmadı. ve nihayet daha az yemek yapmayı başardım. 

bugün  neden evdeyim daha doğrusu ben bu hafta da evdeyim. niye? çünkü karantina bir hafta daha uzatıldı. pazar günü gelen bu haber ile baş etmem biraz zor oldu bir kaç biraya mal oldu:) bu meretin kuluçka süresi 14-21 gün olduğundan ve bizim iş yerindeki vaka sayısı da 4 olduğundan risk almak istememişler. son kişi son temas son haftada çıkabilir diye uzatılmış. tabii önce cumartesi günü ''herkes pazartesi işe gidecek, yeni düzenleme yapılacak'' diyen basiretsiz bir yönetici pazar günü ''yok öyle değil bir hafta daha uzatıldı'' diye haber verince daha sıkıcı oluyor süreç. bu dönemde en çok da yöneticilerin yönetebilme kapasiteleri çıktı ortaya. bizimki yönetemiyor mesela, işler çalışanların gayreti ve bilgisiyle yürüyor. işte böyle, pazar günü ulan biri mi öldü yeni vaka mı var da uzatıldı, diye sorular uçuştu havada ve havada kaldılar. kamuda da belediye gibi seçimle gelse yöneticiler. o zaman bakalım şu zamanın yönetemeyenleri kaç oy alır?! 

işte böyle, evde evde evde 
günaydın ahali 
kendinize iyi bakın 


korona günlükleri, yemek tarifi, makarnalı kuru fasulye

20 Nisan 2020 Pazartesi
fiyuvvvv! suburra: blood on rome bu dizi nasıl başladı, böyle! vay anam vay! dünya kadar dizi izledim, ilk dakikasında n'oluyor lannn! dediğim dizi azdır. italyan mafyası bir başkaymış. 

geçelim. 

*** 

sabahtan bu yana yaptığım işlere bak. iki kere markete gidip geldim. biri şok soğan aldım, evet bu bir dramdı; mutfakta soğan yoktu. sonra eve gelip tadı hakikaten muhteşem olan 
( az önce bir tabak yedim) zeytinyağlı kuru fasulye pişirdim üstelik içinde makarna da var. yazıcam tarifini. onun altını kapatıp migros'a gittim. saat 12 olmuştu, kuzu gerdan yumurta falan alıp geri döndüm. market sonrasını biliyorsunuz. 

*** 

şimdi gelelim bu zeytinyağlı kuru fasulyenin tarifine ve nasıl bu kadar lezzetli olabildiğine; malzeme iyi değilse iyi yemek çıkmaz. bunu cebe koyun. ben bu ara alışverişimi çoğunlukla metro marketten yaptığımdan; kuru fasulye ve sızma zeytinyağım onların kendi markası olan; aro 

tencereye bolca aro naturel sızma koyup kısık ateşte önce dağ gibi salata doğradığım kuru soğanları çevirdim. biraz da tuz ekledim ki yumuşasın. sonra  iki domates, iki baş sarımsak ( diş değil dikkat) iki kırmızı iki sivri biberi de doğrayıp tencereye eklerken tuz, karabiber, bir kesme şeker ve pul biber koymayı unutmadım. onlar çevrilirken sızmada haşlanmış fasulyeleri ekledim ve üzerini geçecek kadar sıcak su. kısık ateşte ağır ağır pişmeye bırakıp oturdum dizinin başına. tabii benim evim salon&mutfak olduğundan kontrolü kolay, siz mutfakta ocağa yemek koyup salonda dizi izlemeyin:)))) 

bir saat kadar pişti ama ne pişme, lokum oldu fasulyeler lokum ve son dokunuş, bir avuç hakikaten bir avuç makarna, hoop tencereye. bir beş dakika da makarnayla pişirin. kapatın tencerenin altını. çelik tencerenin ya da döküm ise tencereniz sıcaklığı makarnayı pişirmeye yetecektir, merak etmeyin. yarım saat dinlendi, bir tabağa aldım biraz ortasına da ezine peyniri koydum bir parça. sonra da bu nasıl lezzet diye diye yedim. yarına daha lezzetli olacağına eminim. dinlene dinlene dinlendire dinlendire yiyin:)))) 

karantinanın ikinci haftası. hasta arkadaşlarımız hızla iyileşiyor. ikisi özellikle sağlıklı ve genç arkadaşlar. umuyorum ki haftaya pazartesi ikisi de sapasağlam işe gelecekler. 

yılardır ilk defa iki hafta evde oturup ne işe gittim ne de seyahate. çok garip bir his. dedim ya bir önceki yazıda her sabah farklı bir duygu ile uyanıyorum. bu sabah da bunu düşünerek uyandım. 

güzel yemekler pişirin, canınız hangi filmi izlemek istiyorsa onu izleyin. bu dönemde aman da aman müze gezdim vay kültürlendim şapşikliklerine prim vermeyin. canımız ne istiyorsa -evde- onu yapmamız gereken günler bunlar. bünyeyi zorlamayın. 

karantina bitince döner tezgahına kurulup midye yer gibi ''abi ben dur deyinceye kadar kes'' deyip deli gibi döner yiyerek, 

saçlarımı kızıla boyattıktan sonra istiklalde dans ederek yapı kredi yayınlarına kadar gidip kitap alarak, 

oradan keyifli bir yürüyüş tutturup hamdi restorana gidip kebap ve tatlıya ve de lahmacuna düşerek, 

oradan sirkeciden budoya atlayıp mudanyaya gitmek, annemi görüp beraber köye gitmek, oradaki sokak köpeklerine ve sarı'ya makarna pişirmek, balıkçıyı arayıp abi karides getir, midye getir, ne varsa getir demek. sonra balıkçının gelip daha mahallerinin başında megafonla ''karides geldi, karidesss'' deyişini duyup ses vermeyip ''handan hanım, karides geldiii'' demesine kahkahalar atarak, 

yeniden ve daha güçlü yaşamıma devam edeceğim. 

günaydın 

iyi haftalar 



iyi pazarlar

19 Nisan 2020 Pazar
günaydın 

benim karantinamın ilk haftası bitti. her sabah başka bir duyguyla uyanıyorum. mesela bu sabah ekmek arabasında çalışanlara baktıkça gözlerim doldu. fırıncılar iki gündür canla başla sokak sokak gezerek ekmek dağıtıyor. ne desem az gelecek bu emek karşısında. teşekkürle teşekkürle teşekkürle... 

bir hafta öncesinde dönüşümlü çalışırken iş yerinde  dört pozitif vaka çıkınca, hoop kapandı iş yeri! hemen başka bir birim devraldı işlerimizi. 


her gün başka duygular, dedim. dün mesela şef özlemiyle uyandım. gittim oğluşumla beraber börek yiyip çay içtik:) yani börekten biraz da ona verdim çaya kahveye alıştırmadım oğluşumu. 

şefi sevip oynayınca pamuk gibi oldum eve gelip hadi tekrar duş alınca ( günde bazan üçe çıkıyor bu duş işi ördek olacağım az kaldı) fauda izledim, rahat rahat. 3. sezon sıradan / sporcu bir gencin adım adım nasıl eli silahlı bir militana dönüştüğünü anlatıyor ki yapım israil yapımı olup hep israil asker ve gizli görevlilerini insan gösterseler de bu filistinli genci şiddet sarmalına iten yolu iyi vermişlerdi. bitti. gelsin sıradaki dizi:)))) 

klasik işleri yapıyorum. evi kurcalamayı bıraktım çünkü pek kurcalanacak bişey yok benim evimde. bolca alışveriş, yemek salata yaparak, çay kahve demleyerek öğle uykularına uyuyarak, ulan hayat! ne planlar yapıyorduk bu sene için diye zaman zaman sesli düşünerek, ailemizi özleyerek, sık sık telefonla konuşarak, instagrama videolar çekerek, bunlarla eğlenerek, acaba senenin kalan yarısında ne yapacağız diye düşünerek, yaz gelsin bodrum olmadı çeşme hilton ya da sheretonda tatil yapayım diye hayal kurarak, iş arkadaşlarımdan pozitif çıkanların arada sırada durumlarını sorarak, bol bol twit okuyup, haber sitelerinde gezerek, istanbulda en çok boğazı ve taksimi özlediğimi fark ederek, geçiriyorum günlerimi. ve bazan kendi kendime bunun bir üst seviyesi sokağa çıkabilirken emekli olup işe gitmemek işte handan, diyorum. ben emekli de olsam yine böyle sabah erken uyanır, spor yapar, duş alır gazeteleri okurken kahvemi içerim. çünkü bunu çok seviyorum. ipek sabahlığım üstümdeyken mis gibi kremleri sürüp kırmızı taşlı yüzüğümü parmağıma geçirip kırmızı rujumu da sürüp internette fink atmaya bayılıyorum. sonrası artık günün planına göre, sokak, gezme her neyse. 

ben yalnız yaşamaya koronadan önce başlamıştım zaten, o konuda bir sorun yok. evde sıkılıyorum meselesi hiç değil. sıkılmam. tabii ki çıkmayı gezmeyi eğlenmeyi buz gibi biralar içip esprrssolar yuvarlamayı özledim. ama bunun sözcüğü sıkılmak değil. niye sıkılayım ki?! zaten çok kalabalık yaşamayan, çok aman aman insanla iletişim kurmayan hatta iş yerinde çoğu günü ''günaydın/nasılsınız/teşekkürler siz'' ekseninde geçiren huysuz takımından biri olduğumdan:))))) neyse, işte böyle 

hadi iyi pazarlar 
kalkın, güzel bir kahvaltı hazırlayın 
bende bugün simit tost vardı. ilk kez -o zamanlar istanbula gezmeye gelir giderdim henüz burada yaşamıyordum- cihangirde savoy pastanesinde görmüş, alıp yemiştim firuzda. kadir abi yaşıyordu düşün kaç yıl önceden bahsettiğimi. vay anam vay kaç yıl geçmiş aradan! 




değişik değişik alışkanlıklar, bugünler de geçecek

12 Nisan 2020 Pazar
şu anda ayağımda spor ayakkabılarım üstümde kırmızı jean evde oturuyorum. spor ayakkabılarım salondan geldi, temiz ama bir kere daha makinaya atacağım. çünkü pandufla oturmaktan hem sıkıldım hem de havalar ısınınca giyilmeyecek. 

bu sabah 10 dakika spor yaptıktan sonra -yetiyor bu ara fazlasında canım sıkılıyor- balkonu yıkamaya işine giriştim. kendimi bunu yapacak kadar zinde hissediyordum çünkü. epeyi tozlanmış balkonu arap sabunu ve bolca suyla uzun uzun yıkadım. masa ve sandalyeyi de. 


tertemiz mis gibi bir balkonum oldu:))) 
ulan zaten vardı da ihtiyaç duymuyordum ya akşamları dışarıda oluyordum ya da işte eski hayatımızda küçücük balkondan daha rahattı sokak. şimdi ev ve balkon kıymetlendi. bu dönemde evlerimiz de ayıklanıyor farkında mısınız? ben eski pek tutmam evde diyorken bir kutu eski püskü döküntü mutfak eşyası koydum bugün çöpe. hafifleyeceğiz, sakin kalacağız, zaman zaman film dizi ekseninden çıkıp müzik dinleyip dans edip bahar yemekleri yiyip ( yarın yasak kalkıyor, markete gidin ve roka taze soğan enginar yeşil ne varsa bir torba alıp gelin) bu dönemi atlatacağız. 


cuma akşamı evde bira içip müzik dinliyor ufak ufak cilveli konuşmalar yapıyordum yakışıklı bir adamla:)))) o haber verdi zaten sokağa çıkma yasağını. haydaaaa! o çalışıyordu, ertesi gün gelmesi gereken çalışanların izin belgelerini hazırlamak için gitti. sonra ben camdan hayatı izledim, biraz. karşıdaki bakkalda hareketlilik vardı. motorlu kuryeler zaten hep vızır vızır bu ara en çok onlara özeniyorum. yasağa 20 kala ben de indim aşağıya ama sadece sokağa çıkmış olmak için yoksa evde 7 tane 5 litrelik su, kavanoz kavanoz pesto ve değişik makarna sosları, kilolarla kahve vb. her şey var. içki stoğu da sağlam ama ben sokağın nabzını tutmayı sevdiğimden, indim. bir sigara içip tekelin önünde sohbet ettim mahalleli ile. çoğuyla ilk defa karşılaşıyoruz. bu sosyalleşme de korona sosyalleşmesi olarak girdi hayatımıza. 

işte böyle, cuma günü iyi ki işten çıkınca gidip şef'i görmüşüm. ertelemek zaten sevmediğim bir özelliktir kolay kolay da ertelemem ben, istediğim şeyleri yapabilecek kudrette olduklarımı hemen yaparım ama bu dönem daha da sivriltiyorum bu özelliğimi. işte cuma günü erteleyip aman yarın tatil o zaman giderim şef'i görmeye deseydim, göremeyecektim. yasak geldi. cuma günü gittim, sevdim oynadım. arkadaşlarımla da sohbet ettim, oradan metro markete gidip viskiler şaraplar alıp eve geldiğimde saat 19.30 civarıydı. market sonrası işlerimizi biliyorsunuz, yazmıyorum. 

beklediklerim;

* orhan pamuk'un yeni romanını. nedense onu okuyabileceğimi hissediyorum. çünkü ben hala okuyamıyorum. 

* espresso içmeyi. bu iş bittikten sonra evde de espresso yapabilmek için kahve makinamı yenileyip espresso yapmayı öğreneceğim. 

* annemi görmeyi. aslında en çok ve ilk bunu bekliyorum. 

* uçağa binmeyi, deniz kenarı herhangi bir yere uçmayı. önce bursa sonra artık neresi olursa. 

sokakta yürümeyi yürümeyi yürümeyi... 

işte böyle. 

son şunu da yazayım. dün başladığım italyan polisiye diziyi izlemeye devam edeyim,

 bir de öğle içkisi hazırlayayım şıkır şıkır, buzlar tıkırdasın bardakta. o buz tıkırtıları nasıl güzel anılara götürüyor beni... yaz sıcak perde açık haliç manzarası, yaz sıcak denizden çıkmışım dudaklarım tuzlu limni adası yaşlı barmen amcaların çalıştığı meydandaki bar, martini istiyorum sevimli küçük hanım garsondan... buzlar çıtırdıyor 
istanbul muhteşem manzaralı bir oda, dünyanın en yakışıklı adamı yanımda, iki parmak viski iki buz... çıtırdıyor buzlar... 

denize de gideceğiz, rakı balık yapmaya da. 

hiç meraklanmayın, hepsi olacak 





giyecek hiç bir şeyim yok!

7 Nisan 2020 Salı
ahahhaha başlığı okuyunca dalga geçiyor handan, diye düşündünüz değil mi? yooo gayet ciddiyim. evde giyecek pek bir şeyim yokmuş benim! bu sıralar evde olunca fark ettim bunu, alallala ulan siyah, kapüşonlu falan gayet güzel bir eşofman takımım var, bir de ince pijama takımı, spor eşofmanı ve bir kaç tişört. eee şimdi bütün gün evde olunca, eşofmanı giy, hadi markete gidip geldiysen çıkar makinaya at, yenisini giy derken benim evde giyecek pek bir şeyim olmadığını şaşkınlıkla fark etmem tam canım. 

anammm benim bir tane ev çorabım varmış. diğerleri hep siyah file vs. elbise etek çorabı. vay anam vay bunca yıl çalışırken evde giysiye ihtiyacım olmamış ya benim! şaşkınlıklar içindeyim. bu korona daha neler öğretecek bize kim bilir. işten çıkmışız bir yerlere gitmişiz, eve gelince yatak giysisi giyip hopp! şimdi hep ev hep ev olunca ay bugün gri tişört siyah eşofman kombini falan yapayım diye dalga geçiyorum kendimle 

e yoksa alayım madem dedim bir iki eşofman pamuklu takım, anaaa tchibo'da bişey bırakmamışsınız, kızlar. hadi yine şaşırdım. 

siyahları makinaya attım. öbür siyah eşofmanı giydim, üstüne penye sabahlık bihter gibi dolanıyorum evde. 

*** 

çok acayip günler yaşıyor çok acayip şeyler öğreniyoruz. mesela filmlerdeki klişeleri yazacak hale geldim ben. başka bir yazının konusu olsun o. 

eşofman, bolca ev çorabı, bir kaç v yaka yumuşak dokulu giysiye ihtiyacım var. eşofman takımı sokağa da giyilmeli. 

işte böyle 

günün filmi; message from the king 

sürprizli finali için bile izlenir. 

yok yemek memek! kahvaltı var, bol çikileta ve çerez var. şaka şaka yaptım yemek, et ve patates haşladım. yanına rokalı soğanlı salata. içecek soda. 

yarın yoğurt meyveli müsli ikilisini iş yerine taşıyacağım. nisan mayıs böyle geçecek gibi. 
sakin kalmalı, uyku düzenimizi bozmamaya en çok dikkat etmeli, sigaraya yüklenmemeli 
( hiç içilmese daha iyi de) sabah 10 dakika olsun spor yapıp bedeni rahatlatmalı, dışarı çıktığımız zaman sokak hayvanlarına bir kap su imkanımız varsa mama alıp birer avuç bırakmalı, bu dönemi çok hasar almadan geçirmeliyiz. 

benim evimde tv var. ama ben aylar önce  televizyonu bir kapattım, kapatış o kapatış. tahammül edemiyorum televizyona. maruz kaldığım zamanlar oluyor tabii ki o da maruz kaldığım insanların hayatımdaki öneminden, yoksa arkadaş için falan açmam ben tv. 

kapatınca da her şeyi duyuyorum, biliyorum yani bir haber alma aracı falan değil tv. film dizi zaten izliyorum. işte böyle 

hadi ben evde bir tur atmaya çıkayım 
hafta sonu da bir pazara gidip bir iki ev kıyafeti alayım. 40 yıl düşünsem giyecek bişeyim yok cümlesini kuracağım aklıma gelmezdi. ulan korona abv senin emi! 

korona günlerinde hayatımızdaki değişiklikler

6 Nisan 2020 Pazartesi
çok şey değişecek hayatımızda. şimdi kısa vadeli diye düşündüğümüz çoğu şey yer ederken yaşamımızda, bir çok şeyi de silip atacağız. mesela, tıkış tıkış barlar, restoranlar, lokantalar çıkacak hayatımızdan. mesafeli ferah temizliğine düzenine güvendiğimiz, mutfağını gördüğümüz/görebildiğimiz talep ettiğimiz zaman, çalışanları hijyen eğitimli  belgeli yerler girecek hayatımıza. gençlere tavsiyem, hijyen eğitimi alın. halk eğitim ve tarım ilçe müdürlüklerini takip edin, talep edin bu eğitimi. belli bir sayıya ulaşıldığında eğitim veriliyor. gelecekte çok işinize yarayacak. 

evde spor yaygınlaşacak. artık binlerce lira para verip spor salonuna gitmeyeceğiz. evde bir mat olmadı eski bir battaniyeyi katlayıp milyonlarca bedava içerik rehberliğinde spor yapacağız. 

bu sene sirha ve contemporary fuarlarının yapılamayacağını düşünüyorum. sebebi hem ekonomik hem de kasım ayında sanmam ki kimseyi yerin beş kat altına indirip sanat ya da yemek peşinde koşturacak  güvenli ortamın sağlanabilecek olması. her ikisi de takip ettiğim fuarlardı. umarım en azından contemporary dijital ortamda açılmak için hazırlıklara başlamıştır. yeme içe sektörünün fuarı sirha ise... açık alanda belki çok az katılımcı ile ya da yine kapalı alanda ama yine çok az katılımcı ile sektörün büyükleri belki açar. umudum her ikisinin de açılması. 

online içeriklerin en öne çıktığı zamanlar. bir önceki yazımda insani ilişkileri yazdım ve ben hep bundan tarafım ama nihayetinde 47 yaşında seneye emekli olacak ve ekmeğini almak için fırına zevkle gidecek bir insanım. gençler? işte onlar değil. ekmek evlerine gelsin, iyi dizileri evlerinden izlesinler, işi evden yapıp lezzetli ve sağlıklı yemekleri de evlerinde yiyip belki görülmek/görmek için bir yere dansa gidecekken evden çıksınlar. o yüzden kim bunları daha iyi yaparsa o kazanacak. bundan eminim. 

şu süreçte fiyatlarına zam yapmayan firmalar ve marketler benim gözümde biraz daha değerlendiler. onlardan alışveriş yapmaya hizmet almaya devam. 

60+ ve emekliler olmasa basılı gazete dönemi bitti, derdim de yok onlar hala alıyor, bulmaca çözüyor köy kahvesinde gazete okuyorlar. ahmet hakan yazmayı bıraksa iyi olur, diyeceğim de yeni gyy oldu bırakır mı hiç!? çok kötü yazıyor, çok. 

alışkanlıklarımız değişti. çalıştım bugün, ben şanslıyım ki işim ile evim yürüme mesafesi; yolumun üstünde de avm var. girip şarap et vs. aldım. eve geldim. onları kapının ardına bırakıp duşa girdim. rutine bak! akşam duşu:) sonrası onları sil, eltisine nazire yapan yeni gelin gibi camın kenarına diz:))) hey allahım. şimdi bir kadeh şarap koydum klavyeyi tıkırdatıyorum. hazır yemek alıyorum! ben, hazır yemek alıyorum! niye? çünkü yemek, bulaşık ve üstüme yemeğin kokusu sindi diye bir de yemek yaptıktan sonra duş aldığımdan bugün hazır barbunya pilaki alıp geldim eve. hey allahım, daha neler göreceğim bakayım. 

dün akşam izlemeye başlayıp son 40 dakikasını izleyemeden uykuya yenildiğim filmi de yazayım; into the wild

filmi seçme kriterim; yönetmeninin sean penn olması. bu kadar. sonunu da epeyi merak ediyorum. 

hadi ben filmimi izleyeyim, siz de hayatınızdaki değişiklileri yazın bana, merak ediyorum zira. 


onlayn alışveriş, kargocular kahraman vs. de bir de insani ilişkiler var

5 Nisan 2020 Pazar
şu anda annemin pazar alışverişini bir arkadaşım yapıyor. nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum arkadaşıma... 


dün akşam  yıllardır gittiğim mahalle pastanemizi aradım. kendimi tanıttım, açık mısınız, dedim. sipariş çalışıyoruz, dediler. iban verin, anneme bir kaç şey götürmenizi rica edeceğim, dedim. gelince verirsin, ne götürelim onu söyleyin siz handan hanım, dediler. söyledim bir kaç şey. ne zaman gideceğim belli değil. götürdüler. bin kere teşekkürler. 

*** 

onlayn alışveriş, kargocuların no name verdikleri demeçler vs. alternatif medya bunun örnekleri ile dolu son bir haftadır. bir çoğu bu süreçte işten çıkarıldı. isimlerini söyle-ye-meden bunu anlatıyorlar. sanıyorum bu adını verememe korkusu en rahatsız olduğum duygu. işini kaybetmişsin, şimdiye kadar örgütlenmediğini belki sendika kurmak için gelip görüşen olmuş mu olmamış mı ne yanıt verdiğini bilmesem de artık kaybedecek pek bir şeyin kalmadığı bir noktada hala adını vermeden konuşmayı anlayamıyorum sadece. biraz durulunca ortalık yeniden işe girmek, düşüncesi? olası. 

bu serzenişlere ortak olan, güzelleyen insanları da takip ediyorum; hemen hemen hepsi bütüne yakın ihtiyaçlarını sipariş yoluyla halleden nispeten orta üstü gelirli insanlar. ama tabii serzenişe güzelleme prim yapıyor, kimse dönüp 8-10 önceki twitlerine bakmayı akıl edemediğinden. çünkü, her şeyi anlık yaşıyor / yaşıyoruz çoğumuz. oysa dönüp baksalar, kitabım onlayn satışta, kendime de kalem söyledim yeni (bence boktan) hikayelerimi yazmak için, dediğini görecekler bu sevimli  solcuların. pabucumun solcuları sizi. 

örgütlenme, haklarını talep etme, izinsiz aylarca çalış, sonra işten çıkartılınca ağla. 
ol-maz. 

örgütleneceksin, işte çıkarılınca davanı açacaksın, dünya kadar avukat var twitterda reklam yapmayan ama gerçekten gidip derdini anlatınca masrafları bile karşılayıp dava açan. e sen normal zamanda işçi olduğunu unut, işten atılınca anımsa. 
ol-maz. 

ben de sipariş verdim. kardeşimin doğum günüydü; sanırım ilk defa sipariş hediye ile doğum günü kutlayacak:) bu da tarihe böyle geçsin ne yapalım. 

gelelim insan ilişkilerine. annemin pazar alışverişini yapan arkadaşımı 15 senedir tanıyorum. benim ulaşamadığım her an ailemin yanında olan bir arkadaşım. ulan memo, sen evlen ben düğününde göbek atmazsam:) bilmiyorum ama olsun, öğrenirim. bir de kocaman altın takacağım ahahhahahahaha vallaha lan! 

pastanemize gelince; tam bir mahalle pastahanesi. börekler, eklerler, pastalar, milinkalar, kahveler her şey güzel, taze, günlük. her gittiğimde bursaya sabah espresso yuvarlamaya, öğle arası iş arkadaşlarımla buluşmaya laflamaya giderim, saatlerce otururum. adisyon falan tutmazlar, yersin içersin çıkarken söylersin hesap eder söylerler. 1 liraya 2 liraya bakmazlar. böyle de şahane esnaftırlar. 

demem o ki; bu zamanlar da geçecek. geriye kalan bu zamanlarda salt parayla değil insani ilişkiler kurduğumuz yerler hayatta kalsın diye onlara bir gideceğimiz yerde iki gitmeliyiz. ben gideceğim. aynı yerlere destek için bir defa değil iki defa gideceğim. özgürce yiyip için bol bol bahşiş bırakıp alışveriş yapıp çıkacağım. çünkü, öyle istiyorum. 




bugünlerde ( korona günlükleri)

4 Nisan 2020 Cumartesi
bu sabah sporum yer silerek bacak kaslarını, makinaya çamaşır atıp çıkarıp asıp nevresim değiştirerek de kol kaslarımı çalıştırmak, oldu. aaa her sabah pilates ne yav:))) 

eni konu sıkıldım ve sıkılmamak için yaptıklarıma, buyurun. 

sabah temizlik yaparak sabah sporunu yaptıktan sonra kendime bir tost yapıp, taksiye atladığım gibi oğluşu görmeye gittim. bir saat kadar sevdim, oynadık, ben tostumu yerken ona da ödül mamasını verdim. sonra markete gidip kuzu incik aldım. yazacağım nasıl pişirdiğimi. 

eve geldim, üstümdekileri - çantam dahil- ön yıkamalı makinaya attım. kendimi de makinaya atsam iyi olacaktı ama  henüz o teknoloji yok, jetgillerde vardı ya böyle yıkama makinasına girip çıkıyorlardı, şimdilik duş var teknoloji olarak elimizde. bilim adamları boş duruyor, boş.  sonra çay demledim, annemle konuştum, kardeşimle konuştum vs vs 


bu sıralar en gözde kıyafetimiz eşofman olduğundan kaliteli bir eşofmanın nasıl can kurtarıcı olduğunu gördüm. diz yapmayan, pamuklu dokumadan iki eşofmanım var, değiştirip değiştirip giyiyorum. sentetik giymekten vazgeçin arkadaşlar, dolabınızı sentetik giysilerden temizleyin, ucuz diye almayın, şaşal kutusunu kesip giyseniz de aynı. keten, pamuklu, koton oranı en yüksek mümkünse tamamı pamuk giysiler alın. diğerlerinde vücudunuz nefes almıyor, bütün gün evde pc başındayız; nefes almamız gerekiyor. 

nevresim takımları ha keza. yüzde yüz koton olanları alın. 

çamaşır makinada, yemek ocakta. 

kuzu incik için benim kullandığım malzemeler, siz patates ya da başka sebzeler ekleyebilirsiniz; bolca soğan, bolca sarımsak, tuz karabiber, bir avuç kırmızı mercimek

soğanları salata doğrayıp tencerenin altına yaydım. üstüne sarımsakları ekledim. bir avuç mercimeği iyice yıkadıktan sonra suyunu süzüp onu da ekledim. en üste incik efendi kuruldu. tuzunu karabiberini, ekleyip kısık ateşte pişmeye koydum. az biraz su ekledim, kaynar su tabii ve tabii ki içme suyu. 60-75 dakika kadar pişecek. ne zaman çatalı vurdunuz, incik dağıldı etler kemikten ayrıldı o zaman söndürün altını. afiyet olsun. 

gittikçe zorlaşıyor evde kalmak. dizi, film vs para etmeyecek bir süre sonra. gelişmeleri hem takip diyor hem de seyahat yasağı kalkar kalkmaz önce bir bursa sonra artık nereye kadar gidebilirsem, gideceğim. 

hadi bakalım iyilikle kalmaya çalışalım 

edit piaf; yağ koyun yemeğe, yağ! ben sızma koydum iki kaşık, siz tereyağı da tercih edebilirsiniz. 

hadi uyanın! korona günlerinde ev

1 Nisan 2020 Çarşamba
günaydın
ben sanırım yatılı okulda okuduğumdan sonra da uzun yıllardır çok farklı coğrafyalarda ve tabii ki çok değişik insanlarla çalıştığımdan her ortama kolaylıkla uyum sağlayabiliyorum, yıllardır. al işte karantinada değilim ama evden bir kez falan çıkıyor -bazı günler hiç çıkmıyor- bütün haberleri takip ediyor, buna rağmen kendimi koyvermeden yaşıyorum. 

sabah 8 de uyandım. rutin şeylerden sonra battaniyeyi iki kat yere serip önce 10 dakika ısındım bir sabah sporu videosu eşliğinde sonra da yakın gözlüğüm bile yoktu bir pilates videosunu tıkladım. ve çıkan kadın hakikaten yarım saatte canıma okudu! bütün kaslarım çalıştı. ter attım. duştan çıktığımda şarkı söylüyordum. 

bağlantıyı hepimiz için buraya bırakıyorum. tık tık

tabii ki eş zamanlı  ve aynı sayıda yapamadım. yarın sabah yine bu arkadaşla spor yapacağım. tavsiye ederim. dilini anlamamıza gerek yok; şifa, nefes demek:) yeter. 

size dün akşam yaptığım efsane kuru fasulyenin tarifini de yazayım. yalnız bu efsane tadın içinde sos olarak eatalyden aldığım sebze sosu var. hazırda olunca uğraşmayıp onu döktüm, siz normal domates soğan sos kavurarak yapabilirsiniz. gelelim benim tarife. 

dağ gibi soğan doğradım. biliyorum sosta var ama olsun, soğan lezzet verir dedim. bir diş sarımsak atıp beklettiğim sarımsak aromalı sızmadan tencereye bolca koydum. soğanları kavurmaya başladım kısık ateşte. tuz, karabiber, pul biber, bir kaşık şeker ekleyip soğanlar yumuşayınca, haşlanmış süzülmüş kuru fasulyeleri ekledim tencereye üstüne de bir kavanoz sos. bir kaç kez çevirdikten sonra bolca maydanoz ekleyip sıcak su koydum çok az üstlerini geçecek kadar. hep göz kararı ilerledim, yani. sonrası kısık ateşte lezzetler evlenip suyunu çekip tadı iyice belirginleşinceye kadar pişirmece. o arada fauda birinci sezon bitti, ikinci sezona başladım. tencereden nefis kokular evi doldurunca suyunu da iyice çekince ( yaklaşık 35-40 dakika) kapattım altını. dinleninceye kadar zor bekledim, ve mamma mia! 

o-la-maz böyle bir lezzet. et yok, sızmada kuru fasulye var. ben bunu bir kaç kez daha yaparım da eatalye gitmem gerek, o soslardan almalıyım bir kaç tane daha. işte böyle 

spor yaptım, bloga yazı yazdım. medya turu henüz bitmedi. günün geri kalanında medya turu ve tabii ki film/dizi izleyip oğluşu görmeye gitsem mi gitmesem mi diye düşünürken sanırım kendimi giderken bulacağım. 

hadi kalkın, evdeyseniz kendinize güzel bir kahvaltı hazırlayın, çay demleyin, ekmek kızartın, sonra evinizi havalandırıp sevdiğiniz bir müzik eşliğinde kahvaltı yapın. 

hadi!