tavsiyeler tavsiyeler tavsiyeler

23 Nisan 2021 Cuma

arada sırada sigara içiyorum 

bu zamanlardan sinema eleştirmeni olarak çıkacağım, kesinleşti. bugün size bir değil iki film tavsiye edeceğim;

nasipse adayız ya da netfliks adıyla you know him; bir ercan kesal filmi.  kitabını okumuştum, filmi de bekliyordum sabah kahvaltı esnasında ( saat 9 da film izlemek) izledim. hemen söyleyeyim; ben filmi beğendim. yalnız şunu yazmadan geçmeyeyim; ben ercan beyi severim, film kötü olsa hiç bişey demez yazı da yazmazdım. o yüzden gayet objektif  bir yaz bu. 

gelelim filme; sıkça kahkaha atarken ahahaha süper gözlem diye sesli düşündüm. ercan beyi herkesin tanıdığı meşhur muhtar sahnesi ( bir zamanlar anadolu'da) ile tanımıştım. sonra istanbula taşındığımda yüz yüze de tanışma şansına eriştim, evet ercan beyi tanımayı şans olarak görüyorum. çünkü, çok dosttur, çok iyidir. ve ''ne gelir elimizden iyi insan olmaktan başka'' der, nasıl bu kadar iyisiniz ercan bey dediğinde insan, gerçekten şaşırarak. 

filmin karakterlerinin çok iyi kotarılmış olmasında hekim olmasının yanı sıra ve aslında 2004 yılında beyoğlu belediye başkan aday adayı olmasının tabii ki büyük payı var. 

filmin ilk sahnelerinde replikler biraz zorlama gelse de bana aslında bunlarla gerçekten karşılaşmış olduğunu düşünüyorum yine de. mesela kadın asistanının yaşlılara ''dosyayı açıp içinde göreceğiniz...'' gibi çok açıklayıcı bir cümle bana biraz zorlama gelse de bazan iş hayatında ''müdür seni aradı'' dediğimde '' beni mi'' diyen çalışanlar geldi aklıma, o yüzden evet bazan çok açıklayıcı olmak gerekebiliyor deyip bunu bir eleştiriden saymadan filmi izlemeye devam ettim. 

filmdeki en türkiye fotoğrafının çekildiği karakter bel. başkan aday adayı kemal güner'in kolundan tutup o dernek senin bu hocanın cemiyeti benim diye dolaştıran karakter. en şakşakçı, en her adaya ( çıkarı olabilecek diye okuyabilirsiniz)  bence aynı davranan etrafınıza baktığınızda çokça görebileceğiniz bir karakter. iyi resmetmiş ercan bey. 

yine bir türkiye gerçeği var ki çok spoiler vermeden ''eski bakan, tekstil atölyesi, pirzola ve yelpaze'' sahnesi diyeceğim. hakikaten bizde bir gün bakanlık yapmış olsa dahi adamlar / kadınlar sayın bakanım diye karşılanır her yerde, onlar da hiç gocunmaz dahası buna müdahale bile etmezler. ben bile tanışmıştım ismi lazım değil bir eski bakan ile, sekreteri hala sayın bakanım müsaitler/değiller diye konuşuyordu. neyse. memleketin siyaseti buradan geçer, diyen abi de çok gerçek. yalnız o yelpaze beni benden aldı:)))))) daha fazla yazmayayım adam izler tanır kendini:)))) 

herkes asansör sahnesini yazmışl ama benim için yukarıda yazdığım sahne filmin en vurucu sahnesiydi. 

türkiyede politika özellikle yerelde politika dinamikleri nasıl işliyor, herkes ama herkes aday ya da aday adaylarından nasıl sonu gelmez ve hayal edilemez ( diş sahnesi geldi aklıma) şeyler istiyor çok güzel anlatmış, kesal. 
 
son olarak oyunculuklar için iki kelam edeyim; en beğendiğim inanç konukçu oldu. naci rolüyle, o böyle başkanım başkanım diye peşinde dolandıkları insanlara gösterdikleri  yüksek tonda yapmacık sevgi ve saygı gösterisinin aslında nasıl da işlerine gelmeyen, çıkarlarına dokunan ya da yalnız kaldıklarında bir sebep olmasa dahi ilk fırsatta zarar verebilecek bir nefreti gizlemek kullandıklarını öyle güzel yansıtmış ki. 

bugünler film izlemek için en ideal günler. 

bir diğer tavsiye kısa ama öz; rush; araba kullanamayan ben yarış filmi tavsiye ediyorum:)))) komik ama gerçek. neden, çünkü film gerçek hayattan, çünkü 70'ler, çünkü londra. bu kadarı yeterli. 
2021 ilkbahar modası
çantamı koluma takıp kurtuluş'a mutfak alışverişine gittim ama yeni tavsiye edeceğim bir yer yok pek. çünkü bu dönemde sadece en güvendiklerim var elimde.
göreme muhallebicisi 
damla boza dondurma 
kule fırını var sadece yeni öğrendiğim, ilhan bey söyledi benim en sevdiğim beyaz çıtır bagetler oradan geliyormuş. kaptım bir baget:) 

işte böyle, bol film bol yemek bol uyku bol yürüyüş derken bu bahar da evde geçecek gibi. ıhlamur canlanmaya başladı, ben hala kendimi uçağa bineceksin, şarap rica edip hafif çakırkeyf ineceksin ispanyaya diye hayal ederek uyutuyorum:) tavsiye ederim. 

hadi ben yeni filmler izlemek üzere aramaya 






 

istanbul, modern sanat tartışmaları, bitmeyen roman ''veba geceleri''

18 Nisan 2021 Pazar

JW Marriot istanbul 
bu yaz karaköy/galata kısmı epeyi şenlikli olacak
otelin lobisinde minik bir sergi vardı, şehrin her yeri sanat diyerek onu da gezdim:) terastan manzara muhteşem! aklınızda olsun 
 

kafamda uçuşup duruyor yazacaklarım; hiç bir şey anlamadan ezberlediğim sonra hepsini birbirine karıştırdığım makina elemanları dersi gibi. modern sanat, veba geceleri, ev hali ve daha nicesi... 

cihangir 
kahveler lezzetli, sohbet keyifli, en az ünlü benim ben bile kameralara yakalanmışım:) 

ben de bilinç akışı gibi yazayım o zaman; refik anadol sergisine nihayet girebildik! neden girebildik, çünkü her gün kapısında taaa arter'in önüne kadar kıvrım kıvrım kuyruk oluyordu da ondan. judy ile azmettik sabahın 9'unda taksiye atlayıp 9.15'te kapısındaydık pilevneli galerinin! halimize gülüyorduk, çünkü bizden önce sıraya girmiş olanlar olduğu gibi bizden sonra da gelenler vardı ve bize ne kadar süredir beklediğimizi soruyorlardı. çok beklemedik girdik. 

refik anadol 
yapay zekanın rüyaları 

bu sanat değil gibi falan tartışmalar vardı. ne modern sanat, ne modern sanat değil, ne sanat ne sanat değildir bütün camia tartışıyor o başka da; refik anadol'un hayal gücü için bile şapka çıkarılabilir. uzay fotoğraflarını yapay zekaya yüklemek; bu kaç insanın aklına gelir allasen!? sanat değil diyen ayşegül (sönmez) hanımın yazısını okudum; ben severim böyle atışmaları. refik anadol'dan tarafım; gayet güzel antenli mantenli bir yanıt verdi herkese:) ayşegül hanımı tanımıyorum, ama yazısında alt alta  ben şunu da biliyorum bunu da biliyorum diye en çok kendini anlatmasından ve neler yaptığınından bahis açmasından, bu  tarzdan hoşlanmadığım gibi biraz işlerini ya da iş yaptıklarını öne çıkarma çabası ile beraber hafif bir taşralı hal de sezdiğimi söylemezsem olmaz; nedense sergiyi  görmek için sıraya giren insanlara laf atmasından taşralı bir çocukluk hissettim, yanılıyor da olabilirim ama nedense ben taşralı olduğum için o çocukluktan kalan ben neden görülmüyorum duygusunun tezahürünün kendinizi bu kıskançlıktan kurtaramazsanız böyle sıraya girenlere burun kıvırmakla kapatılmaya/gizlemeye çalışıldığının farkındayım. bu duyguyu iyi biliyorum; ben sıraya girmiyorum ya da 15 dakika dayanabiliyorum, o benim sıkılganlığımdan ama insanlar sıraya girdi diye sergiyi daha az yaratıcı göstermek ya da kelime oyunu yapmak gizlediklerini hissetmemize engel değil. buna mukabil refik anadol'u da tanıyor sayılmam epi topu iki sergisine gittim. birincisi böyle sıra falan olmadan ali sami yen'de eski likör fabrikasından çevrilme galerideydi. o da pilevneli tabii ki. 

sanatçı özünde hep ben en çok görülmeliyim başkası önüme geçmesin en güzel, en yaratıcı, en en en benim diyen bir  kıskançlığa sahiptir zaten bunu herkes bilir;  ben de olsam anadol'un imkanlarını ve yapabildiklerini görünce kıskanırdım ama ''bu sanat değil'' demezdim:) pilevneli galerinin dolapdere binasına ilk girişimdi benim; beklediğim kadar büyük değildi. bir de o merdiven kenarlarındaki boşluk çok tehlikeli, ayağını sıkıştırabilir insanlar, düşebilir boş bulunup vs. vb. nasıl öyle bırakmışlar aklım almadı. ben biraz sarsak bir insanım havaya bakıp yürürüm epeyi dikkat ettim inip çıkarken çünkü düşmem işten bile değil. sergi pek anlatılacak gibi değil, gidin görün ilginiz varsa. ama şu kadarını söyleyeyim ışık oyunları adını koyduğum salonda başınız dönebilir, dikkatli olun. zaten o salondan  bir kat yukarı çıkınca çok küçük ve sakin bir iş sizi bekliyor olacak. çünkü, dinlenmesi gerek sergiyi gezen kişinin. ben öyle yorumladım. 

tam instagramlık evet, poz poz fotoğraf çekmeye doyamayan genç kızlarımızı gördük, sevindik. olsun instagram için de olsa sanat için sabahın köründe sıraya girmek, iyi bir şey. 

ben dalgalar adını koymuştum mecidiyeköyde olan sergiyi gezerken o mavili mavili binlerce fotoğrafın yan yana gelmesiyle oluşan tabloya. anadol ne demişti, unuttum. 

modern sanat avrupa'da da tartışılıyor. aynen bir şarap bu kadar para eder mi yoksa tadımcılar mı efsaneye yardım ediyor babında. bana kalsa iyi bir manzara sergisi de hoşuma gider ama işte istanbulda ne var ne yok takip etme iştahım hiç bitmediğinden moderni klasik sanatı ne bulsam görüyorum. 

sanırım 45 dakika kadar kaldık içeride. çıktık hava aldık. istikamet arter. kahve içip, laflayıp dinlendik. iki katta sergi varmış. duvara dayalı kalasları görünce judy' nin verdiği tepkiyi buraya yazmayacağım:) biraz dolaştık yazın bahçenin çok keyifli olacağına kanaat getirip zar zor boş bir taksi bulup evlere dağıldık ve  bir sonraki sergiye kadar modern sanatla olan bağımızı kopardık. 


gelelim veba geceleri'ne; bitmiyor! elimde süründü! 250 sayfa gayet güzel okuduğum, akıcı kitap birdenbire sarkmaya sünmeye başladı. bir şey olmuş ve sanırım tahmin edebiliyorum ne olduğunu; pamuk bir röportajında salgın başladığında kitabı yazmaya başlamış olsa da kimi duygularının değiştiğini söylemişti ve buna mukabil epeyi bir değişiklik yaptığını. hah işte o değişiklikleri karakterlerine korku olarak yansıtmış ve uzun uzun duygularını yazmış paşanın, sevgilisinin ve kolağasının. ayhhhh gitmiyor bitmiyor! itiraf edeyim açtım sondan bir önceki bölümü okudum! bir ara o kalanı okurum artık:))) 


sabahları erkenden emekli teyzeler gibi market açılır açılmaz gidip alışveriş yapıyorum:)))) enginar yiyorum bolca. bugün hele öyle leziz bir enginar pişirdim ki! hemen tarif;

taze sarımsaklı ve enginarlı kuzu kuşbaşı;

taze sarımsak zamanını kaçırmayın. arabalarda satılıyor. cihangir'de kilosunu 50 liraya satsalar da benim köyde 15 lira! bolca taze sarımsak, iki enginar, 200 gram kadar kuzu kuşbaşı ile iki kişilik porsiyon çıkıyor. 

önce kuşbaşı etleri ocakta ısıttığınız tencerede mühürleyin, 3-4 dakika fazla değil. sonra tencereye sızma zeytinyağını ekleyin ve etleri 1-2 dakika sızmada çevirdikten sonra sarımsak ve enginarları ekleyin. ben çok kavurmadan biraz su ekledim ve kısık ateşte suyu çektirdim. 15 dakikada pişiyor 2-3 dakika da hafif kavruluyor. ve hazır! tuzu en son atarsanız iyi olur. dinlenince az biraz soğuk sıkım zeytinyağı gezdirin üzerine, afiyet olsun. 

kitaplar, filmler, yemekler, kahvaltılar, soslar... kitapların bir kısmını elden çıkaracağım ama hala götürüp kitapçıya satamadım... bu da ayrı bir tembellik. yazlıkları ayıklayacağım. tatil valizi için erken biliyorum ama deneyip hangileri oluyor hangilerini elden çıkaracağım bakmam gerek. yok, çok kilo almadım:) biri twit atmış geçen gün; yazlıkları denedim bir güneş gözlüğü oluyor, diye. usturuplu gidiyorum yeme içme konusunda. ama geçen gün hamdi restoranda ziyafet çektim kendime. hamdi spesiyal tatlılarını yerken bir porsiyonla durabilene aşk olsun! ikiledim:) başka keşif pek yok taaa önceden ismet saz şefin mekanından balık falan söylemiştik, balıktan çok etli börek ve sosu neyse adı unuttum favorimiz olmuştu bir de patates bravas. 

işte böyle, istanbulda kovide yakalanmadan bir seneyi atlattım. çalıştım, seyahat ettim, şimdi geçen seneden daha az sokağa çıkıyorum çünkü trene son binen olmak istemiyorum. okuyorum, spor yapıyorum, ingilizce çalışıyorum, hayal kuruyorum, şehirde az da olsa olan biten şeyi takip ediyorum, kanepeden  skipton'u bile gezdim:)))) sürreal seyahat. 


işte böyle 

evde akşam üzeri rich sütlü çay içerken ben de iki parmak viski içeyim dedim sonra da elimden bu yazı çıktı. 






öylesine konuşmalar... iç dökmeler...

11 Nisan 2021 Pazar

 veba geceleri elimde süründü gitti! yok, bitmiyor. 250 sayfa okudum, şimdi gözümü twitterdan ve her bir işi yaptıktan sonra sanki bir şey olacak ya da olmuş ama benim haberim olmaması dünyanın sonuymuş gibi sosyal medyayı taramaktan kitabı bitiremiyorum! ayhhhh bu nasıl uzun bir cümledir. 

benim olur diye düşündüğüm ''siz ülkemize gelin biz sizi havalimanında aşılarız'' düşüncesi bir takım turizm şirketleri aracılığı ile gerçek oldu! sırbistan'a gelin kovid movid içinde şu kadar euroya tur yapın aşı olun dönün, diye reklamlar görmeye başladım. ancak bunlara elbette güvenilmez. kanepede oturmaya devam! 


az kaldı memuriyete noktayı koyuyorum:))) çalsın davullar! şaka bir yana son senelerde öyle çok yoruldum ve öyle sıkıldım ki amir-memur sözcüklerini duymak dahi  istemiyorum. hayatımdan ''izin almak'' gibi olgu çıkacak; yıllık iznimi bile kullanırken insanlar kıskançlıkla ne çok gezdiğimden dem vuruyorlardı. ulan yıllık izin benim zaman benim size ne?! diyemiyorsun tabii o zaman agresif oluyorsun; e sen de kullan canım iznini, diyordum ne yapayım. tabii hemen bir bahane; işte bla bla bla... annem bile 30 yıldır ne zaman izin alsam  mesela bayramı bekleseydin diye bir erteleme önerir:) 30 yıldır bıkmadan, ben de anneme ''yahu seni dinlesem 30 yıldır hep sonra olacak bir şeyi bekleyip izin kullanmadan çalışırdım'' diyorum. tabii ki elimden geldiğince hiç bir şeyi ertelemeden yaşıyorum, yaşadım, yaşayacağım. ama son  zamanlarda sağlığım bozulacak kadar çok bilgisayar başında kalıyordum iş yerinde. sağ elimin eklemleri ve boynum bu gidişata geçen hafta dur dedi! dur. dinlen! mouse yok, bilgisayar yok, dizi yok! hafif spor var, dinlenme var, uyku var. üç ayrı - biri profesör- doktor elimi gördü ve  bilgisayara mukabil deterjan ve kimyasallardan da  uzak duracaksın, dedi! ''nasıl yaparsın bilmem ama'' diye ekleyerek, evet ''nasıl'' sorusu havada asılıydı. bulaşık yıkamıyorum zaten, kolonyalı mendili de çıkardım hayatımdan, evdeki ucuz el sabunlarını da. simple marka yüz temizleme jeli ile elimi yıkamaya başladım, paraben içermiyor piyasadaki el sabunlarına nispeten iyi bir ürün. daha önce kullandığım krem çok bir işe yaramamıştı, losyon da ha keza onu da ben attım çöpe. şimdi ilacımı içiyor, ve elime organik sızma zeytinyağı sürüyor, temizlik yapmıyorum. ellerim çok güzeldir benim ya vallaha üzülüyordum böyle deformasyon gördükçe. neyse ki toparladım durumu. ayhhhhhh iyileşmeme az kaldı, az! 

alışveriş ne büyük zevkmiş anacım! ki ben bunu şehirde geziyle birleştirirdim. sırt çantam boş çıkardım evden eminönüne uzanır orada türk kahvesi alır, hayfene'ye uğrar baharat dünyasına girer, balıkçıdan bazan haşlanmış karides alır çekirdek gibi yiye yiye çarşı kalabalıklaşmadan evime dönerdim. bazan arada hamdi restoranda mola verir bünyeyi kebaba tatlıya bandırır öyle dönerdim. şimdi eve sipariş veriyorum baharat falan. hey yavrum hey nereden nereye! handan internetten eve baharat söylüyor. dahası bunu becerebiliyor:))))) bilenler bilir internet alışverişi ile kafam hiç hoş değil. hayfene nefis bir şekilde paketlemiş ürünleri, içine minik hediyeler de eklemiş yollamış. teşekkürler. 


dün rich'in doğum günüydü. leeds united sevgilime bir galibiyet hediye etti. sonra minik torunları kapıya gelip onu yemeğe davet ettiler o arada bana da hem ingilizce hem de dedelerinin öğrettiği türkçe ile merhaba dediler. seyahat planlarımız borsa gibi gün be gün değişiyor. türkiye yeniden kapanmayı konuşuyor, ingiltere 12 nisan'da kısmen açılmayı. kanepeden gelişmeleri dikkatle izliyorum. 


sabah sabah gevezelik ettim blogda. bir bu kadar da rich ile konuştum. günlük konuşma / paylaşma ihtiyacımı karşıladığıma göre çıkıp biraz yürüyebilir su alıp eve dönebilirim. 


iyi pazarlar.