günaydın leylek

27 Kasım 2019 Çarşamba
kendime yeni bir oyun icat ettim; her sabah uyandığımda 
- günaydın leylek, seni nereye götüreyim bu yılbaşında?

diyordum, sonra yine ben 

- düşünüyorum, deyip kahve makinasının düğmesine basıyor kahvemi içiyor, işe giderken şef'i özlediğimi hissediyor ona bazan bir kemik çıkarttırıyor oynaması için (ama o hiç oynamayıp bahçeye gömüyor) bazan da ekmek peynir ile gidiyorum. 

tabii ki bu arada her gün canan ile nereye bilet alsak avrupanın muhtelif şehirlerine bakıyor bakıyor bakıyorduk.

sonra, önce bremen'e gideyim ben ya deyip karar verme süreci ile bileti alalım dediğim zaman arası 700 lira oynayınca!... boşver bremen'i başka yer bulalım dedim leylek'e. bişey demedi.


aldık bileti; hamburg'a 

leylek leylek havada bileti mail kutusunda!  

diye, şarkı söylüyorum, bir kaç gündür işe giderken:)))) o kadar çok hamburg yazısı okudum ki, görmüş kadar oldum. 

seneye nisan sonu  almanyaya gidiş biletini saymazsak ki saymayalım bence ilk kez tek kelime almanca bilmeden hamburg yolcusuyum. 

leylek, hamburgda ne yapacağız?

bolca sosis yiyip bira içip insanları izleyeceğiz. 

leylek leylek havada bileti mail kutusunda 

almanyaya tek kelime almanca bilmeden gitmenin rahatlığı, orada türk çok olmasından ziyade hiç bir ülkenin dilini bilmiyordum ki ben giderken, rahatlığı var bende. 

hadi ben the irishman izliyorum, siz de hamburg önerilerinizi yazın bana. 

edit piaf; evde gerçekten bir leylek var! yıllar yıllar önce bir eskiciden aldığım bir bankanın leylek'i; ahşap hem de:))) 


sirha izlenimleri; en sevdiklerim 2019

14 Kasım 2019 Perşembe
istanbulda çok organizasyonu seviyorum ama en sevdiğim hangisi diye kendime soracak olursam, sirha bunlardan biri. 

yine hoplaya zıplaya sirha fuar alanına gittim. ilk izlenimim kahvecilerin çıkartma yapmış olduğuydu. her yer kahveci!... kağıt bardakta kahve içmekten hoşlanmıyorum. önce porselen fincanda bir iki espresso  ve filtre kahve yuvarladım. 

must espresso italiano 

en sevdiklerimden biri oldu 
bu sene tanıdım kendilerini 
deneyin, bana da yazın görüşlerinizi 
sonra fuarı rahat rahat dolaşmaya başladım; nasılsa kahve gözlerimi açmıştı:))) 

irem hanım çiftliği 
yöresel demirköy körili sos 
demirköy çiçek balı 
biber-patlıcan ezmesi 
irem hanım çiftliği ürünleri benimle beraber eve geldi. bu hafta mutfakta irem hanım çiftliği rüzgarları esecek. 


ve en sevdiklerimden biri daha! sızma, yöre yöre sızma 
anatolian evoo selection çatısı altında; 
tarhala, tayga, orfion, elea antiocheia, gıda ormanı 
hepsini denedikçe yemekleri ile yazacağım 
*** 

hayfene benim en sevdiğim baharatçı 
her fuarda yeni bir ürün koyuyorlar mutlaka tezgaha 
bu sene deniz mahsulü baharatı var handan hanım, dediler
ilk fırsatta deniz ürünlü makarnada kullanacağım. 
heyecanlanıyorum bu yeni baharat için:)))) 

*** 

yine zevkle deneyeceğim bir kahve 
*** 

açık söyleyeyim ben espresso ve filtre kahve seven biri olarak net tadları seviyor ve aroma vs. başka tatlandırıcılardan  çok hoşlanmıyorum. 
ancak must kahvenin baristası hafif fındık aromalı bir şey deneyin lütfen handan hanım, deyince kıramadım, denedim ve sevdim. her zaman olmasa da zaman zaman içebilirim bu tatlı güzelliği:))) 

*** 

sadece bu kadar değil tabii ki sirha. 15-16 kasım'da da devam edecek. gidin, gezin, tadın. 





şehirde neler oluyor?

9 Kasım 2019 Cumartesi
eylül gibi hareketlenmeye başlıyor istanbul; sergiler, yeni mekanlar, kitaplar, lokantalar... şehre dönüş zamanına denk getiriyorlar açılışlarını, çıkışlarını. 

kasım geldi çattı. havalar hala benim sevmediğim şekilde, lodos. sıkıcı ve baş ağrıtıcı. 

buna rağmen iş yerinden çıkınca yeni açılan bir mekana gitmekten kendimi alıkoyamıyorum. en son vakko bir cafe açtı yine akmerkez'in içinde; daha önce kahveciydi orası. bu sefer daha genç bir kitleye hitap edecek bir yer açmışlar. can hakko işin başında duruyor. son günlerimi hep burada geçirdim, derken mutluydu. ayaküstü sohbet ettik, neşeli ve enerjikti. 

sade bir menü yapmışlar. zaten artık almanak boyutunda menüler değil insanların istediği; kısa net ve elbette lezzetli. akmerkez'de değişim rüzgarları esiyor. bu butik avm diye tariflediğim yer aslında kitapçısı ( remzi ) marketi ( macrocenter ) ve diğer mağazaları ile aslında tam bir mahalle avmsi. mecidiyeköy' deki profilo da öyle mesela. bütün mahallenin ihtiyacını karşılayacak marketi, kuaförü ve üstüne üstlük mudo garage mağazası var. üç otuz paraya güzel şeyler aldığımız. 

***

planlı bir seyahatim var; seneye! şaka yapmıyorum, kampanyalı biletlerden hakikaten çok ucuza berlin bileti aldım. yani canan aldı. 625 liraya gidiş dönüş. mayıs gibi berlinde olacağım. o zamana kadar gitmemişsem almanyaya ilk gidişim olacak. ne ayıp! 

*** 

eskiler yeniler derken sene bitiyor. aralık ayında son bir seyahat ile seneyi kapatmak istiyorum. her zaman olduğu gibi küçük, ulaşımı kolay, leziz yemekler yiyebileceğim, görmediğim bir şehir arıyorum. şehir çok tabii ki ama seçim yapmak zor. 

*** 

vakko cafenin açılışında berkay sordu; sen nerelere gidiyorsun, handan? diye. şöyle bir yokladım kendimi; balık için aklımdan geçen yer balat sahil lokantası, iyi kahve iyi çikolata için bütün divan'lar, sahilde kıyı tarabya, alışverişte semt pazarları, beymen club, kozmatikte balea hala favorim, evde dizi izleyip kanepeyle aşk yaşarken göreme muhallebicisinden sütlaç ve yoğurt... listem böyle, benim gibi değişken bir beğeni listesi. 

*** 

sonbahar demek film demek, kitap demek, birinin elimden tutup beni kuaföre götürmesi demek... yoksa saçlar aldı başını gidiyor, demek. 

*** 

günaydın 


edirne'den yunanistan'a; sınırı yürüyerek geçmek

3 Kasım 2019 Pazar
hadi gelin sizinle biraz sohbet edelim. aynen böyle benim yannis'nin kahvesinde oturup keyifle kahvemi yudumlarken siz de kahvenizi içkinizi alın. 

üç saatte üç şehir; bursa- mudanya- istanbul hattından evime geldim. bir film yarım kalmıştı, bitiremedim; klavye tıkırdatasım geldi. 

bursada çok sevdiğim arkadaşlarım var. cumartesi akşamı onlarla kahkahalarla kahvelerimiz içerken bir arkadaşımızın kınası varmış; hadi sen de gel, dediler. kalktık alelacele hesabı ödeyip arabaya doluştuk. gittik kınaya. neyse ki benim yine bu elbisem vardı üzerimde. yoksa kot tişört gidecektim:) hepimiz 45 lerin ortalarında kadınlarız; kimimiz işte ilk kez evleniyor, kimisi ikinciyi denemekte, kimisi de ayyy kocayı boşadım handan, deyip hoş geldin diye halimi hatırımı sorarken baktım ki çoğumuz artık ufak ufak botokslu ve estetikliyiz. eh benim de gözlerimin üstü ve bir iki daha başka müdahalem var. geçelim:))) ayrılanların hemen hemen hepsi çocuklarını almış, kendine yeni bir hayatı çok zorlanmadan kurmuş. niye? çünkü zaten evliyken de hep evi çekip çeviren kadınlar. adamları önce anaları sonra da ne yazık ki gençken karıları şımartıp, her işlerini yapıyor. sonra işte 38-40 gibi bir aydınlanma geliyor. (bazan her iki tarafa da) gezmek, yemek, içmek (su bile olsa) keyif alınacak şeyleri ve istekleri yapmak hayatın geçiyor oluşu, dank ediyor kafalara. sonra gelsin kavgalar, boşanmalar. o arada atlatabilen düze çıkıyor, ama üzgünüm bu çok az. 

botokslu, hepsi birbirinden şık kadın arkadaşlarımla sohbet ederken aklımdan bunlar geçiyordu. biri bir ara bana da sordu her zaman sordukları gibi '' ee sen'' ben de ''ben imza atmıyorum'' deyip, gülümsedim. o da ''en iyisi'' deyip, gülümseyerek gitti. 

adamları, kocalarınızı şımartmayın. her işlerini yapmayın. paylaşın, zevklerinize kendinize hobilerinize zaman ayırın. hayat uzun, evlilik zor; birbirinize yaşam alanı tanıyın. 

bu, bu kadar. 

geleyim son seyahatime. 

''sınırdan yürüyerek geçiyorsun yunana'' cümlesinin peşine düştüm anacım. bir seyahat bu cümle ile şekillendi. şekillendi dediğime bakmayın; edirneye bir bilet aldım, epi topu bu yani. 

bir şehre gittiğinizde, o şehirde yaşayan birinin elinizden tutup gezdirmesi kadar konforlu bir şey yok! indiğimde otelim ayarlanmış ve beni almaya gelmişlerdi. bu arada ben edirneye 95-97 yılları arasında bir kaç kez gittim ve fakat selimiye camii dışında açıkçası pek bir yer kalmamış aklımda ha pardon bir de artık şimdilerde kapalı olan öğretmen evi. 

klasik olarak önce ciğer  yiyip şehri turladık; meriç kıyısında biraları, sonra gazi baba da yine içkilerimizi içip araya bir iki mekan daha sıkıştırıp en son türkçe pop yapan bir yerde bağıra çağıra şarkılara eşlik edip, lannn kitle çocuğumuz yaşında ama boşverrr, diye diye kahkahalarla geceyi sonlandırdık. 

sabah ver elini pazarkule sınır kapısı. hah işte şimdi buradan çıkıyorsunuz, bir kilometre yürüyüp işte o sınırı yürüyerek geçtiğiniz yer epi topu bir kilometre! sonra yunandasınız. 
yunan kapısında giriş yaptırıp  geçip hoop kastanies köyüne geliyorsunuz! 

sınırı yürüyerek geçmek fikri neden bilmiyorum beni cezbediyordu. yaşadım. köye geldim, ilk kahveye oturup kahvemi içtim, soluklandım. çantamı kahveye atıp, köyü dolaştım; küçücük ve tertemiz bir köy. yaşayanların yaş ortalaması yüksek; gençler okulda, avrupada, atinada, çalışmakta... bir iki taverna var ama henüz saat öğlen bile olmadığından herkes mutfakta, hazırlıkta.

istikamet bir yan kasaba; orestiada. 20 bin nüfuslu bir kasaba. köyün meydanı bizim taksim meydanından daha işlevsel. internet free meydanda, kahveler meydana bakıyor bir de kasabanın en büyük oteli. kahve içenler, banklarda oturup laflayanlar, çocuklar, gençler... bütün sokaklar meydana açılıyor; tavernalar biraz daha ara sokaklarda. bir ikisini dolaştım ilk gittiğim yerdeki kızın tavırları ve güler yüzü hoşuma gitmişti, oraya attım çantayı. kalamar ızgara söyledim. ve bütün bir kalamar ızgara edilmiş halde önüme gelince, gülümseyerek bir de soğuk bira istedim. keyfim iyice yerine gelmişti. 

orestiada'da tarihi bişey falan yok anacım. ye iç otur kahve iç insanları izle.  iki yıldızlı bir otel bulup çantayı oraya atıp muhtar gibi yürüdüm yürüdüm yürüdüm. yorulunca otele dönüp uyudum. 

her iki köy için de iki saat yeterli ama ben dinlenmek için gittiğimden bir gece kalmıştım. sabah  dedim ki yürü handan deniz kenarına, dedeğaç'a 

170 km. dedeağaç, 78 yaşındaki bir amca ile sohbet ede ede ( tarzanca ) dedeağaça vardık. 

dedeağaç artık benim kaç kere gittiğimi saymadığım bir şehir. ve bu sefer ilk kez bu kadar pahalı gördüm. istanbullular masa donata donata esnafın fiyatlarını en az iki katına çıkarmışlar. 

daha önce çok yazdığım için özet geçeyim. sahildeki tavernalar çok pahalı ve süslü püslü tabaklara geçmiş ( bakınız istanbullu faktörü) siz içerideki dedelerin teyzelerin oturdukları yerlere gidin. füme uskumru mutlaka yiyin. sabah ana caddede en çok yaşlı teyze nerede kahvaltı yapıyorsa, oraya oturun peynirli börekleri yiyin, kahve için. deniz kenarında argo var; şehrin en manzaralı kafesi, içkisi kahvesi, deri koltukları, servisi her şeyi gayet güzel bizim bebek otel tandansında bir yer. orada öğlen birası akşamüstü şampanyası işte canınız ne istiyorsa için. 

biz yemek için yan kasabaya komotiniye gittik. stelyo sağolsun, bize makarnaları füme uskumruları ahtapotu aynı anda getirip, gözün doydun der gibi bıraktı gitti. şaka şaka ekmeği bile kızartıp getirdi, benim çok açım nidalarıma aldırmadan:)))) 

yedik içtik döndük. 

yunana gidin, anacım. yiyin için yürüyün, sonra istanbula dönünce yazın, yazın ki biz de gitmek için tekrar istek duyalım. 

hadi ben filmime devam edeyim, siz okurken. sonra alayım yorumlarınızı.