salata aşkına!

31 Ekim 2017 Salı
bir salata yaptım, olmaz böyle bir lezzet!

malzemeler;

pancar yaprağı 
taze soğanın beyaz kısmı 
tere 
turp 
sızma zeytinyağı 

elma sirkesi 
ızgara hellim peyniri (soslu) 
muratbey burgu peynir 
bir domates  
hayfene ipek pul biber
havrano nar ekşisi

bir gece önceden dilimleyip suda bekletip tuzunu aldığım hellim peynirlerini kurutup sızma zeytinyağı, kekik, ipek pul biber ve karabiber ile beklemeye bırakmıştım dolapta. ertesi gün pancar yapraklarını, taze soğanın beyaz kısımlarını, turp ve tereyi bol suda yıkayıp kurulayıp salataya başladım. domatesin kabuklarını soymadan büyük kaseye doğradım, üstüne taze soğanların beyaz kısmını doğradım üstüne  turp rende değil incecik dilimlenerek girdi kaseye, pancar yapraklarını ve tereyi doğradım çok ince olmadan dokusu hissedilir şekilde, marinedeki hellimden iki dilimi ve muratbey burgu peynirini de doğradıktan sonra sıra sos yapmaya geldi. 

sızma zeytinyağına bolca nar ekşisi ve sirke ekledim ve evet tuz koymadım; peynirlerin tuzu yeterli geldi çünkü. ve karıştırdım karıştırdım karıştırdım. bütün sosu kasedeki malzemenin üstüne döküp bir daha karıştırdım. 

dolapta dinlenmeye aldıktan sonra... bir kadeh kırmızı şarap koyup... 

sonra işte bu leziz salata çıktı ortaya; 




küba bar, bodrum bir de makarna tarifi

25 Ekim 2017 Çarşamba
bodrum yolunda bırakmıştım bir önceki yazıyı, oradan devam edeyim. minibüs ile rahatça hoop diye bodruma gelince önce marina tarafına bir yürüyüş tutturuyorum. bodrumun bence klasiklerinden olan küba bar ilk durağım oluyor. henüz servis açılmamış ama bir kahve ikram ediyorlar ben de hem laflıyor hem de menüyü inceliyorum. kum midyeli makarna takılıyor gözüme. bu dursun burada 

sonrası bir de halikarnas tarafına yürüyüş; yine bodrumun klasiklerinden mavi barda bir mola, bodruma dair sohbet... 90 larda çok revaçta olan, sabahın ilk ışıklarına kadar eğlendiğimiz çoğu yer kapandı gitti. onları konuşuyor yeni bodrumu anlamaya çalışıyoruz. 

artık otelime dönmeliyim. ayaklarım benden boşanacak yoksa! 

sonrası sabah erken ve hafif bir kahvaltı ver elini istanbul. çantamda bodrum mandalinası, peştemali ile... 

*** 

gelelim küba barda aklımda kalan kum midyeli tagliatte tarifine; 

önce kum midyesi gözüme ilişti macrocenterda, sonrası geldi zaten. iyi bir makarna, bolca sızma, az biraz tereyağı, deniz tuzu ve içme suyu 

su kaynar, bolca tuz atıp makarnaları oraya haşlamaya atarken, tavadaki sızma ve tereyağına bir avuç dolusu sarımsak ekleyip çevirdim, ev mis gibi sarımsak koktu:) sonra çok az karabiber, bir-iki damla acı sos ve bir miktar labne peynir ekledim tavaya ki hepsi çok sevdiğim şeyler. makarnalar haşlandı ben sosu çevirirken, makarnanın suyundan bir kaç kaşık ekledim sosa. birlkte tıkırdasın hemhal olsunlar diye:))) haşlanan makarnayı tavaya alıp üstüne kum midyelerini ekledim ve 2-3 dk kadar sonra altını kapattım, niye, çünkü kum midyesi hemen pişecek kadar minik ve cansız bişey de ondan. dinlenmesini zor bekledim:)) kocaman bir tabak yedim. mutlu mesut uyudum. 

bugün dünya makarna günüymüş hem bodrumu hem de kum midyeli makarnayı yazdım size. bodruma gidince; 

küba barda bir akşamüstü oturmak 
turgutreis pazarında gezmek 
gümüşlük belediye çay bahçesinde köfte&bira yapmak 
yürüme yürümek yürümek 
yapılacaklar arasında. bir başka bodrum koyunda başka yapılacaklara kadar, bilet bakın:) 


gümüşlük vizesi almak için gerekenler, turgutreis pazarı, 48 saatte bodrumda ne yapılır, ne yenir, ne içilir?

16 Ekim 2017 Pazartesi
ev hali 

toplamda 48 saati bile bulmayan bodrum gezini tek bir sözcük ile anlat handan derseniz; yürümek, der çıkarım işin içinden. yürüdüm yürüdüm yürüdüm 

şimdi gelin yürürken gördüklerimi anlatayım size. 

*** 

çantalar çiftlenince 
yolculuk var demektir. en hafif çanta hazırlamakta üstüme yoktur. yatılı okulda okumanın kazandırdığı özellikler. geçelim. 

yolculuk öncesi lounge ( salon işte yav) sohbetleri; keşke bir eleman olsa da bira doldursa en azından biz yarı bira yarı köpük ziyan ediyoruz canım içkiyi, yazık. 

bodrumda kalmak için bu kez tercihim turgutreis; niye? sabah erkenden meşhur pazarını gezeceğim de ondan. otele yerleşiyor çıkıp bir tur atıyor sonra uykuya teslim ediyorum bünyeyi; haftanın ve uçuşun yorgunluğunu atmak için; sabah gözümü açtığımda horoz sesleri duyuyorum. mandalina bahçesine bakıyor oda. izliyorum biraz. sonrası hoop aşağı, hafif bir kahvaltı ediyor gazetelere göz atıyor pazara gitmek için minibüse biniyorum. 

turgutreis pazarı giysi ve yiyecek olarak ikiye ayrılmış; giysi pazarında yürümeye başlıyorum. örtüler, ketenler ve peştemal peştemal peştemal renk renk çeşit çeşit çeşit doku doku. incelerden elbiseler dikilmiş, yaz için ideal. biraz daha dokuması kalın olanlar ev tekstili gibi.  ikinci el kıyafet tezgahları da çok. pazarı gezen yaş ortalamasından turgutreisin yaş ortalamasının epeyi yüksek olduğunu anlayabiliyorum. bir an bu kadar çok örtüden sıkılıp yarısında bırakıp geri dönüp yolu karşıya geçip yiyecek pazarına giriyorum; asıl aradığım yer burası zira. evet, sabah her şey taze, çıtır çıtır, esnaf güler yüzlü ama dikkat edin yaşlı amcanın bana yarım kilo limonun ( 5 lira) üzerine 2 limon bir nar atıp ''10 lira oldu'' çabukluğuna ( daha hafif bir tabir bulamadım) kanmayın. zaten bu tavır karşısında bıraktım gittim poşeti amca arkamdan seslenerek bakakaldı, eh be amca kandıracak beni mi seçtin sabah sabah. istanbuldan geldiysem de meyve görünce  aptallaşanlardan  değilim:)) boşverin amcayı. yine de en güzel tezgahlar hep amca teyze / ana oğul / baba kız köyden ne  buldularsa getirip tezgah açanlar. zeytin çok, en çok ama pancar yaprağı; otlu gözlemede, otlu köy ekmeğinde, börekte ve tazesi, dağ taş tezgah pancara kesmiş. 

fiyatlar hiç ucuz değil, ona göre. taze almak, o havayı solumak için gidilir yoksa pazar = ucuz diye değil. bir çay içiyor insanları izliyorum. gözlemeyi orada pişirmeyi yasaklamış belediye, kızgın yağ kokusunun olmaması güzel olsa da kızartılıp gelen soğuk gözlemeyi ısıtıp yemek hiç cazip değil benim için. yemiyorum. 
turgutreis pazarı cumartesi günleri 
mavi saçlı pazarcı 
ayşe arman pozu verelim, diyorum;) sibel hanım iyi bir gazete okuru ki biliyor ve bu eğlenceli pozu veriyoruz. 
sevgiler 

sanırım bodrumdan başka yerde bu kadar zarif ve farklı pazarcıya denk gelemeyiz. sibel hanım ve oğlu tezgahta; reçelden tarhanaya ne ararsanız var tezgahlarında. giderseniz, kaçırmayın. 

tekrar giysi pazarından yürüyüp en sonunda deniz kenarına ulaşıp  marinada alıyorum soluğu. hava süper, aaa macrocenter var! giriyorum ve bingo otlu börek burada da var. hemen bir tane alıyorum; çıkıp koltuğa kurulup ekim güneşine yüzümü verip kedi gibi mayışacakken... hoop böreği yiyor ve hadi handan istikamet  gümüşlük deyip minibüslerin kalktığı yerde alıyorum soluğu. 

burada bir parantez açayım; bütün iyi niyetli çabalara rağmen -ki bunu hissediyorsunuz- ulaşımında bir sorun var bodrumun; belediyenin araçları var; otobüsten küçük minibüsten büyük, temiz düzgün araçlar ama saatler tutmuyor işte, geleceği söylenen gümüşlük otobüsü gelmedi mesela. kimse bişey bilmiyor! özel minibüslerin şoförleri kaba biraz, sorulara el kol ile bağıra çağıra yanıt veriyorlar. bir garip hal  var ulaşımın üzerinde, ki başkana kolaylıklar diliyorum; bodrumun nüfusu 160.000 civarı imiş resmi rakam olarak. bir de kaydı orada olmayıp orada yaşayanları düşünürsek bu rakamdan daha fazla insanın bodrumda yaşadığını bilmek için müneccim olmaya gerek yok. 

nihayet gümüşlük; yıllar önce gelmiştim bu köye; pek bir şey kalmamış hafızamda kocaman bir bakır tencerede sıcak sıcak gelen ve parmaklarımı  yediğim leziz tereyağında karidesten başka:))) soruyorum, hala yapan yer varmış öyle. ancak hem gelmeden hem de geldikten sonra kısa sohbetlerden ve geçerken göz attığım menülerden gördüğüm, gümüşlük çok pahalı! neye göre kime göre diyeni; bana göre canım, bana göre diye yanıtlarım. en makul yer belediye çay bahçesi ve aynı işletme içinde köfte&ekmek yapan yer. 
yarım ekmek köfte & ekmek; 12 tl 
türk kahvesi; 4.25 
bira; 12 de başlayan fiyatlar ( 50lik) 
patates; 8 normal 9 elma dilim 

gayet temiz, siparişinizi veriyorsunuz, elinize bir sıra kağıdı tutuşturuyorlar, köfteci abi seslenirim ben diyor, biranızı yudumlayıp tavşan adası manzarası ile keyif yapıyorsunuz. 

tavşan adası 

yazın bu kadar keyifli olmayabilir, baştan söyleyeyim; bu mevsimde az insan olduğu halde 10-15 dk köfte bekleme sırası vardı ki yazı düşünemiyorum o yüzden de ben yazın gitmiyorum ya bodruma. 

gümüşlük için bir kaç söz edeceksem; yapışık nizam restoranlar, arada yürünecek yol sonra ara ara nedendir ve ilk kim yaptı bilinmez, soba borularına astar diye bir beyazımsı boya ile boyarlardı bizimkiler ( sobalı evde büyümüş çocuk) hah işte ondan boyanmış mekanlar var. kuru ağaç dallarını da boyamışlar bu beyazımsı boya ile ve kabak asmışlar üstlerine. nerede sordum kim yanıtladı yunan özentisi diye anımsamıyorum ama 10 adadan fazla gezdiğim yunanda bir tane bile böyle boyalı mekan görmedim ben. 

bir de eğer 50 yi aşmış erkek iseniz ve gümüşlük'e yerleşecekseniz önce saçınızı uzatıp at kuyruğu yapmalısınız.  saçınız yok mu? o zaman sakalınızı uzatıp öreceksiniz. gümüşlük vizesi sonra. kadınsanız; en az bir şile bezi elbise, kafanıza saracağınız bir çok renkli fular ve kocaman gözlükleriniz olmalı siz de ancak o zaman vize alabilirsiniz:))) şaka bir yana tipler hep böyle ama. bir de sahilde ''bitli'' dediğim tipler var ki onu ancak bilenler anlar; ben yazmayacağım:) 

envai çeşit boncuk, kabak, gümüş hepsi birbirinden ''özel'' ve ''tasarım'' ürünler satan dükkanları da gezdiyseniz en azından günübirlikçi olarak gümüşlük bitti efendim. 

şimdi istikamet bodrum. 

yalnız çok uzadı bu yazı. bodrumu bir sonrakine yazayım. ben bir kahve içmeye çıkayım. 


babıali'de cinayet; bir medya romanı; haluk şahin yazdı ben de okudum; iki satır da kitap üzerine yazdım

11 Ekim 2017 Çarşamba
risotto yaptıktan sonraki yorgun halim 
bir daha yapar mıyım? yapmam 
malzemesi az olsun ne yapayım -lizbondaki gibi bol malzemeli risotto nerede bulacağım istanbulda- çıkar dışarıda yerim. 
iyi risotto yapan mekan bulmam gerekiyor. 

evde deniz ürünlü pilav yapmak kadar yorucu bir şey yok! dışarıda deniz ürünü az ve zeytinyağı istediğim gibi (sızma) olmadığından iki gün boyunca eksikleri tamamlayıp risotto işine giriştim. benim tarifim;

kocaman bir kuru soğan ve yine çok ama gerçekten çok bol sarımsağı sızmada kavururken diğer ocakta tavuk kanat ve butlarını kaynatıyordum ki bilahare ekleyeyim pilava. soğan ve sarımsağın üzerine bir kaç yeşil biberi de ekleyip sonra bir kase risotto pirincini ekledim ve biraz kavurdum. tavuk suyunda hopp bir kepçe, karıştırmaya devam. sonra bir bardak beyaz şarap yine karıştırmaya devam, tuz karabiber az ama çok az ipek pul biber. bir bardak daha tavuk suyu, karıştır ayyy yoruldum bir yudum şarap sonra bir bardak şarap. yayla marka risotto pirinci bir arborio değil açıkçası, onun kadar yumuşak kremamsı dokuya ulaşmıyor ama ne gam başladım bir kere dağ gibi karides ve midyem var; kocamanlar balık'tan. son dokunuş olarak onları tencereye ekliyor az biraz daha tavuk suyu ve şarap ilave edip ocağı iyice kısıp ayyy yorgunluktan bayılıp koltuğa kuruluyorum. fazla değil 5-6 dk sonra kapatıyorum altını karidesin midyenin canı ne ki, pişer sıcağında tencerenin. 

demleniyor, tabağa alıyorum tam sıcak sıcak yiyecekken telefonum çalıyor. arayan uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım açmasam olmaz. açıyorum, uzun uzun konuşuyoruz gözüm risottoda:) kapattığımda telefonu soğumuş artık ama olsun yiyorum; beğeniyorum. sonra tencereden sıcak sıcak bir tabak daha.... 

*** 

gelelim romana; babıali'de cinayet; haluk şahin imzalı bir roman ve tabii ki haluk şahin'in uzun yıllar emek verdiği medyanın göbeğinden bir roman. en sevdiğim konu medya ve dedikoduları olduğundan bir çırpıda ve çok zevk alarak okudum kitabı. 

mesela sayfa 175 te babıalinin efsane yazarlarından birinin işten çıkarılması anlatılıyor; herkesin böyle bir hikaye vardır medyaya dair dinlediği; ben de bu satırlara bir ismi yapıştırdım ama yazmam buraya. yazık yaşlı bir amca  o da artık. zaten röportajlarında da çok doğal olarak haluk şahin medyadan beslenerek yazdığını, insanları kimi anlatılanları birilerine benzeteceklerini bunun da normal olduğunu kendisinin tek bir kişiyi yazmadığını bir kolaj yaptığını söylemiş. eh tabii ki böyle diyecek; bu budur şu da şudur  desin de bu saatten sonra sakin sakin  yaşadığı bozcaadada  '' sen kimsin de benim ihale takip ettiğimi yazacak'' diye açacağı  mahkemelerle mi uğraşsın, medyanın ağır toplarının! 

medyada çalışan hatırı sayılır sayıda en azından üzerine dedikodu yapabilecek kadar arkadaşım var. off the record anlattıklarını yazsam başım belaya girer. iyisi mi ben bu roman güzel roman, eğlenceli roman; içinde, gençliğinde sosyalist olup paranın ucunu görünce hoop liberalizm ile dansa başlayan yazarları tanıyabileceğiniz, o fularların arkasında ne boş adamların olduğunu görebileceğiniz, şarkıcı - gazeteci aşklarına uuu beybi diye tepki vere vere okuyup basındaki yakışıklı gazetecileri şöyle bir aklınızdan geçirerek okuyacağınız bir kitap deyip...   ay tamam sustum içimdeki dedikoducu susmuyor:)))) 

şunu yazmadan geçmeyeyim; gazeteciyi kimin öldürdüğünü değil ama gazeteciliği kim/kimlerin öldürdüğünü gayet iyi biliyorum. bu başka bir yazının konusu. 


bodruma gidiyorum; cumartesi günü turgutreis pazarını gezeceğim/alışveriş yapacağım. yüksek sezonda uzak durduğum bodrumu bu sezonda seviyorum. 

hadi handan çanta hazırlasın, siz de okuyun