''bu sabah yağmur var istanbul'da''*

14 Aralık 2021 Salı

 2021'de 23 yazı yazmışım. bununla kapatırsam seneyi 24 yazı olacak ki bu da ayda 2 yazıya denk geliyor. ne verimsiz bir seneymiş! 

sene sonunda yapılan listelere / alınan kararlara falan hiç inancım olmadı. çetele tutmak da bana göre değil. onlarca kitap aldığım bir sene bu sene. şu anda sehpada schopenhauer' dan okumak, yazmak ve yaşamak üzerine'' duruyor.  

 hemen altında sefarad mutfağı var. felsefeden yemeğe  bir skala. deniz alphan'ın kitabı güzel. gelincik balığı ilgimi çeken tariflerden, bir başka kitapta daha görmüştüm ama yapamamıştım. mesele gelincik balığı bulmakta. bakalım metro markette belki vardır. 

bu senenin en kayda değer olayı emekli olmamdı. sonrasında da 25 günlük yunanistan seyahatim. şimdilerde yılbaşına nereye gitsem diye düşünüyorum. zaten schopenhauer de çok okumayın, düşünün, diyor mealen. okurken başkasının zihninden geçenlerin içinde gezersiniz diyor. altı çizile çizile okunacak kitaplardan. özellikle can sıkıntısından muzdarip iseniz. ki ben en çok 30'lu yaşlarımda sıkıldım. en çok o zaman okudum, en çok o zaman gezdim, en çok o zaman duygularımı  yoğun yaşadım. şimdi ne sevincim ne de kızgınlığım uzun sürüyor, tamam oldu bitti deyip önüme bakıyorum.  belki de olgunlaşmak hadi açıkça yazayım yaşlanmak böyle bir şeydir. bilmiyorum.  neyse, emeklilik diyordum. verdiğim en iyi kararlardan biri. seçemediğin insanlara maruz kalmamak muhteşem bir rahatlık. konuşmayı bilmeyen, görgü kurallarından bi'haber, hasbelkader yönetici olup egosunu bununla büyüten sözüm ona müdür olmuş ama özelde olsa bırak iş bulmayı iki kaz güdemeyecek insanlarla çalıştım, bir yanıyla gerçekten hükümet değiştiği anda düşecekleri durum ile trajikomik bir iktidara yaltaklanma halleri bir yandan da gerçekten kapalı kapılar ardında ellerindekine kendilerinin bile inanamayıp düştükleri haller... boşverdim hepsini. sabah, pofuduk sabahlığımı giyip yağmuru izlerken öyle şükür eden falan bir insan değilim ben de, ne güzel ulan! bak bu yağmurda evdesin diyorum kendi kendime!:) 

onlarca kitap, bir kaç seyahat, bütün senenin elimde kalanı bu. 2022'de umarım baharda uzun upuzun bir seyahate çıkarım da bütün pasını alırım iki senenin. pandemisi bir yandan ekonominin hali bir yandan...  memlekette pek bir şey değişeceği yok, gezip görüp yiyip içip yaşlanalım bari. 

sabah sabah erkenden uyanınca bu yazı çıktı elimden. şimdi çay demleyeyim ben zencefilli tarçınlı. sonra da camdan sokağı izlerim:) 

günaydın

* mfö ne güzeldi eskiden... iyi yaşlanmak gerek. 


 

online alışveriş bir insanı nasıl delirtir? kargocudan vakko'ya oradan gilan'a hizmet sektörüne bir bakış

11 Aralık 2021 Cumartesi

gelin size bir günümü zehir eden, kulaklarımdan ateş çıkaran,  yurtiçi kargo / vakko temalı bir korku filmi gibi ama ne yazık ki gerçek olan günümü anlatayım:) 

ispanyol dizisi la cucinera de castamar dizisinin sonunu ilk sahneden anlamakla birlikte, mutfak yemek, aşk olalalala ne güzel deyip kahve demleyip sıcacık ev çoraplarımı giyip final bölümünü zevkle izleyip kalktığımda ekran başından başıma bunların geleceğini bilseydim... 

üç gün önce vakko onlayn mağazadan bir etek, bir bluz bir de kol çantası sipariş vermiştim. dün teslim edecekti yurtiçi kargo. yurtiçi kargo malum biliyorsunuz internette artık espri haline gelmiş ' geldik, evde yoktunuz'' cümlesi ile özdeşleşmiş bir kargo şirketi. inceden kaygılanınca sabah erkenden sosyal medyadan ufaktan bir evdeyim ha, mesajı attım. gelen yanıt gayet kibardı, ama.... saat 12 civarı ortada kargo falan yoktu. telefonlar telefonlar.. kargo başka bir semtte! neden? hiçç sistem benim köy yerine oraya yollamış!... öğleden sonra gelecekmiş. öğleden sonra kaç saattir? yani bütün gün artık gerçekten giymekten soğuduğum kıyafetleri mi bekleyecektim? neyse, zorla kargo bulundu, eve gelecek. mecidiyeköyden mecidiyeköye adam diyor iki saatte geliriz. ilk delirmemi burada yaşadım, arada ben aramazsam sormazsam zaten başka semtte geziye çıkan kargoyu kimbilir ne zaman bulabilecekleri delirmesini geçiyorum. bu arada kendime neler söylediğimi hiç yazmayayım! 

şimdi lütfen saatlerdir beklediğim semt semt gezen nihayet benim ısrarlı konuşmalarım ile evime gelebilen kargoyu açtığımda gördüğüm manzarayı bütün bu arka plandaki saçma sapan saatleri düşünerek değerlendirin sinir katsayımı. delirdim. o kadar. 

evet, 6 saat sonunda vakko'nun bana koccaman bir kutuda gönderdiği parmak çanta

ahahhaha gerçekten delirmiştim, kulaklarımdan ateş çıktığına eminim.  hızla müşteri temsilciğini aradım ama oradakiler sürekli ''bizi dinleyin lütfen, çözüm...'' diye uzun ve anlaşılmaz cümleler kuruyorlardı. benim ise söylediğim netti; ''paramı iade edin, diğer ürünler de neredeyse hiç ilgilenmeyeceğim bir daha evde esir olmayacağım, bulup geri alın, bu ... kadar şeyi de birini gönderip aldırın.'' fakat namümkün; çalışan insanlar hala ''çözüm çözüm bizi dinleyin'' vs. vb. konuşuyorlardı. zaten müdürünle görüşeyim dediğimde de öyle biri yok burada dediler. ay gerçekten deliriyordum. iki güya müşteri hizmetlerinde çalışan çok kibarcık insanla konuşup da bir şey olmayacağını anlayınca, işte o an kafamın aydınlandığı andı. 

can hakko ile tanışıyordum ben, ve telefonu var bende. aradım. kısaca durumu anlatıp, artık ne ürün ne de beklemek istediğimi söyledim. bu parmak çantanın  fotoğrafını attım:) can bey beni dinledi kusura bakmamamı, hemen ilgileneceğini söyledi. 10 dakika sonra aradı ve vakko'nun direktörünü aradığını, benimle iletişime geçeceklerini, sorunun çözüleceğini söyleyip tekrar bu mutsuzluk için özür diledi. 

direktör aradı, bu bir hataymış, evet. bir geçiş sürecindelermiş, daha iyi hizmet vermek için sistem değişiyormuş, orada bir güldüm sinirden değil gerçekten, bu iyi hali mi? diye sormadan edemedim. benim ürünlerim iki ayrı kargoda gelecekmiş, bu bilgiden hiç haberim yoktu. bu çanta değilmiş zaten:)))) ahahahhaha artık gerçekten gülüyordum. bunu ne diye satıyorlar bilmiyorum: anlattı ama unuttum. sonra neyse direktörler tabii ki patronlarından talimat aldıkları için iki saatin sonunda para hesabıma yatmış ve diğer ürün  kapıya geldiği an geri yollamıştım. gerçekten artık ne o eteği ne de bluzu giymek istiyordum. bu parmak çanta ise  bende hala, benim müsait olduğum bir an birini yollayıp aldıracaklar. 

***

can beye teşekkür ettim. 

*** 

sonra uzun bir yürüyüşe çıktım. ben patronu tanımasam, onlar muhtemelen diğer ürünler  gelecek, bunu iade edin, çantanızı yollayalım vs. gibi doğal olarak çalışan olduklarından prosedürü uygulayıp şirketin kazanması yönünde çaba göstereceklerdi. ben, niye durumundan bu sinir harbinden sonra haberdar  olduğum  ikinci bir kargoyu bekleyeyim ki?! neden bu parmak çantanın iadesi için çaba harcayayım?! neden müşteri hizmetlerinde çalışanların hiç bir yetkisi yok!? sorular net. evet vakko büyük bir şirket, ama geçen hafta nişantaşı şubesinde vitrinde nefis bir deri elbise görüp içeri girdiğimde pek öyle bırakın şaşaalı karşılamayı ''hoşgeldiniz'' bile duydum mu duymadım mı emin değilim, cılız bir ses olabilir. ama asıl sorun deri elbisenin fiyatını sorduğumda bana etiketi yok, vitrinden de bakamayız gibi bir yanıt vermeleri (aslında bir yanıt alamamıştım soruma) oldu. çıktım. şikayet etmeyi düşündüm ama belki çok yorulmuşlardır, genç insanlar hadi şikayet etmeyeyim diye aslında doğru olmayan duygusal bir tavır izledim. ve al, vakko bir başka sinir harbine sebep oldu ve bütün bir günümü çaldı. sanırım bir yenilenmeye ya da çalışan sorunları varsa onlara eğilmeye ihtiyaç var. benim tarafımdan öyle görünüyor, bunu derken tam da bu bakış açımdan başka bir düşünce geçiyor aklımdan; nişantaşı müşterisini tanıyorlar yani beni yeterince ''zengin'' ve ''tanıdık'' bulup / görmediler ve hizmet  vermediler.  böyle olan şirket ya da dükkanlar hatta lokantalar yok mu? elbette var. birçok iyi ve büyük lokantanın bir kaç masasını rezervasyonu olmadan gelebilecek ''iyi ve eski'' müşterilerine ayırdığını biliyorum. anlaşılır. ama mesela tarabya'daki kıyı balık en son gittiğimizde  tek masa olmamıza rağmen bizimle ilgilenmeleri asgari düzeydeydi;  tam da bu düşünceden gelip geçen müşteri bunlar düşüncesiyle böyle bir göz teması kurmamalar, bir nazla tuzla servis yapmalar, yanımdaki arkadaşa haniyse kabalığa varacak davranışlar derken... bir daha gitmedik. evet mutfağı iyi ama biz garsonlara ''hişt pişt birader aslanım koçum'' diye hitap eden hırbolardan olmadığımız için adamla göz teması kuruyorum, diğer garsonu işaret ediyor, o bakıyormuş bizim masaya!  ben sizi ayırt etmek zorunda değilim. 

neyse. vakko diyordum.  vakko'nun müşteriye ihtiyacı var. benim de girdiğim zaman müşteri olabilmem için asgari kibarlıkla karşılanmaya ve bilgiye ulaşabilmeye. etiketine bakmadan alışveriş yapan kaç tane müşterisi vardır vakko'nun? 

yazdıkça aklıma geliyor. yine son günlerde mesela cartier  istinye park mağazası her müşterisine aynı davrandığını gördüğüm / deneyimlediğim bir mağaza oldu. deri kayışlı saat modellerine bayılıp içeri gidip denedim. gerçekten çok güzellerdi ama gerçekten  çok pahalılardı. klasik bilekliklerine baktım, eh alınabilir:) bir yüzük baktım yine efsane! kafam kadar bir kaplan! offf çok güzellerdi. hepsine baktım, denedim, gayet güzel servis aldım, teşekkür edip çıktım. cartier bilmiyor mu müşteri ayırt etmeyi? biliyordur elbette ama yapmadılar. teşekkürlerimi yazdığımda da yine kibarlıkla yanıt verdiler. yarın 1 milyon dolar kazansam yapacağım ilk iş bir cartier saat bir bir bileklik bir de o yüzüğü almak olur:) ciddiyim. 

yine iyilerden gideyim; gilan. mücevher firması. efsane yüzükler yapıyorlar. bir gün  onlardan kafam kadar bir yüzük alıp takacağım:) çünkü, seviyorum, çünkü iyi servis alıyorum, çünkü işlerini olması gerektiği gibi yapıyorlar. 

bunların içinde en iyisinden bahsetmeden bu mevzuyu kapatmayayım; 

sevan bıçakçı jewelry. zorlu'daki mağazaları her gittiğimde hemen uğradığım bir mağaza. yüzüklerine deli oluyorum! her seferinde clara hanım olsun berç bey olsun sohbetleri ile, yeni çıkanları paylaşmaları ile zevkle mücevher üzerine almasam bile sohbet ettiğim bir yer. ve evet o kırmızı yakut yüzükte gözüm var:) gidip gelip bakıyorum.  evi barkı satıp alasım geliyor bazan:)))) 

lokantalarda ise kıyı balık'ın aksine mesela hamdi restoran müşteri ayırmaz. ben o civarda isem zaten yolculuğa çıkıyorum demektir. feribota binmeden bir lahmacun yer bir bira içer bazan tatlı bazan  nefis tereyağlı kahkelerinden alıp yola devam ederim. bütün bunların hepsi bir adana parasında belki biraz fazla ediyor, söyleyeyim size. ne serviste bir eksiklik ne de başka olumsuzluk yaşamıyorum. ha bak şu var biliyorum. eminönü şubelerinde restoran burası çay kahve için arzu ederseniz yan tarafta kafe var oraya buyurun diyorlar. haklılar, kebapçı orası ve meydana hakim bir noktada bir masanın sadece çay kahve hesabıyla saatlerce dolu kalmasına izin vermiyorlar. 

işte böyle. uzun vadede müşteriye hepsinin ihtiyacı var. ama ben kendi adıma bir daha onlayn alışveriş mi, hayır  dedim. çünkü beklemeyi kargo peşinde koşmayı hiç ama hiç sevmiyorum. ayda 3-4 defa da dışarıda iyi bir restoranda yemek yerken  iyi hizmet almayi istiyorum. bunlar bu mahalleden değil tavrı ve bakışı yemeklerini beğensem bile beni mekandan soğutuyor. 

son olarak sadece beymen club elbiseyi tadilat için beymen club'a götürmeniz gerek diyen beymen çalışanına böyle saçma şey mi olur, deyip tabii ki götürmemiş ( nişantaşı beymen'deydim, city's beymen club'a  götürecekmişim:=) ve onlara tadilat için bırakmıştım bu gerçekten saçma tavırlarını anlayıp istediğim tadilatı yaparak elbiseyi evime yollamışlardı. yormayan bir firma beymen. yok, sahibini tanımıyorum:) 


alışveriş yaparken, hizmet alırken sizi  onlara muhtaçmışsınız gibi gören yerlere gitmeyin bişey almayın. biz onlara değil onlar bize muhtaç.  alışveriş yapan biziz.  kendi kıymetinizi bilin. bilmeyenle de çok uğraşmayın paranızı harcamayın yeter. bu en büyük etkidir zaten.