bir gidememe öyküsü

21 Ağustos 2017 Pazartesi
gidebildikten sonra:)

bizim köye gitmek biraz zor. köy minibüsünü kaçırdığın zaman önce trilyeye oradan köye gitmek zorundasın ki trilyeye kadar minibüs var sorun zaten sonraki 10 km. neyse. geçen haftalardan birinde deniz otobüsünden indim, mudanya minibüsüne bindim ama adam bişeyler eveleyip geveleyince trafik, yolcu vs anlaşılmaz şeyler söyleyince bir kaç kişi sinirlenip indik minibüsten ve minibüs ne ilkel bir taşıma aracıdır diye düşüncemi de sıkıştırayım araya. 

sonraki minibüse binsem de mudanyadan kuş olup uçmuştu bizim köyün minibüsü. her zaman balık aldığım balıkçıda ( tahir balık sarayı ) bir çay içtim, balık almak istiyorum ama trilye de ne kadar kalacağımı bilmediğimden balık elimde ne olur diye düşününce vazgeçtim almaktan. trilye minibüsü göründü, durdurdum tam bineceğim ama son bir şans bizim köyün minibüsünü sordum. yanıt olarak onun geçtiğini ama bir sonraki köyün minibüsünün 5 dakika sonra geçeceğini söyleyip ona binmemi tavsiye edince ben de indim minibüsten. 

sıkıldınız değil mi? ben de sıkılıyordum o anda, bir yandan da sezen'in ( mushaboom8) son yazdığı bozcaadaya nasıl en zor ve pahalı gidilir bir başka deyişle gidilmez temalı yazısı geliyor aklıma, onun gibi kahkaha atamıyorum; canım sıkılıyor aklımdan taksi çevirmek falan geçiyor kendimi frenliyorum o kadar para verilmez, deyip. bizden sonraki köyün minibüsü de geçmedi ya da geçti ben görmedim, bilmiyorum ama bir sigara yaktım sinirimden. açım, yorgunum; bahçede ayağımı uzatıp meyve ağaçlarının altında buz gibi bir bira içeceğim saatlerde yolun kenarında köy minibüsü bekliyorum. arayabileceğim arkadaşlarım var ama nedense kimseyi rahatsız etmek istemiyor ve aramıyorum. 

o arada bir serap gibi siyah bir araba içinde yakışıklı bir çocuk duruyor önümde! hayal değil, kuzenim bu! hiç müsait misin işin var mı vs diye kibar sorular sormadan açıyorum kapıyı iki sırt çantamı bir de kamp sandalyesi olan sırtımdaki yükü arabaya atıyor ben de geçip arkaya kuruluyorum. ön koltuk dolu o yüzden arkaya atıyorum kendimi. ne yapıyorsun handan abla, demesiyle kuzenimin sayıp döküyorum yukarıda anlattığım şanssızlıklarımı. hiç merak etme diyor, bir iki işleri olduğunu sonra beni bırakabileceğini söyleyince.... iyice yayılıyorum arka koltukta. ama o arada aklımdan e iyi o zaman triyeye gidelim bir şeyler yeriz diye içimden geçiriyorum.

onlar işlerini bitiriyor, ben dinleniyorum ama hala açım. trilyeye beni bırakıp geri dönünce onlar atıyorum kendimi geçen sefer ilk kez oturup beğendiğim çınar restorana; sonrası gelsin ahtapotlar gitsin balıkçı börekleri, buz gibi biralar. ahtapot salata tam istediğim gibi bol sarımsak  ve sirkeli bir sosta marine edilmiş. kaşarlı mantar zayıf bir tat ben sıcak bişey olsun diye söylemiştim, köy ekmekleri kızartılınca üstüne de trilye sızması ve bolca baharat eklenince süper bir sofra oluyor. ahtapotu ikiliyorum!:) dinlenmiştim zaten eh karnım da doydu bundan sonrasını yürüyebilirim bile, diye düşünüyorum ama şaka tabii ki. oradan sağolsun beni köyüme bırakıyorlar. 

aksilik tabii ki yaşıyoruz seyahat ederken ama yukarıda da dediğim gibi sezen kadar kahkaha atamasam da  sezen'in yazısını aklıma getirip bak sıkılma o kadar herkesin başına geliyor diye kendi kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. 

çınar otel restoran trlye sahilde, sola döndüğünüzde sıralı restoranların içinde mavi beyaz renkleri ile dikkatinizi çekecektir zaten. balık börek hamuru az daha ince olsa daha leziz olacakmış bir de iç harcına biraz baharat eklenebilir ben baskın tatları seviyorum ya bana biraz hafif geldi içinin harcı. aç halim garsonu epey kaygılandırmış olsa gerek zeytin vs ikram ne varsa koydu önüme, adamcağız:))) çınar restoranın  tuvaletleri tertemiz, servis iyi, yukarısı otel ve beş odaları varmış hepi topu. bayram vs sıkışık tatillerde rezervasyonsuz gitmeyin aslında hiç gitmeyin bile derim ya neyse demeyeyim. gidin, mezeye balığa doyun. fiyatlar elbette istanbul ayarında değil ama çok uygun diye de düşünmeyin, trilye çok turistik bir köy ucuz olan bizim köy; çay bahçemiz var, arabayla balık getiren balıkçımız var, ki bir gün önce ben balık alırken karides sormuş, yok yanıtını alınca da '' neden yok '' demiştim. ertesi gün bahçede yine ağaçların altında oturmuş gevezelik ederken balıkçıbalıkçı diye megafonu duydum ama hiç oralı olmadım. sen misin oralı olmayan, bir baktım bir ses '' handan hanım, handan hanım karides getirdim handan hanım'' ahahahha eh artık almıyorum deme gibi bir eşşeklik yapamayacak durumdaydım dünkü neden yok, sorusundan sonra. kaptım cüzdanı çıktım kapıya aldım karidesi, sonrasını biliyorsunuz işte iki ben yedim bir beyaz. 


işte böyle, gidememenin öyküsü iyi bir sofra ile sonuçlandı. şimdi bu hafta benim her yaptığımda üstünü çizeceğim son çizgide de artık yolda olacağım bir liste var elimde. 
pasaport harcı yatır, bilet al, saçlarını boyat diye başlayan. 

iyi tatiller şimdiden 



medya, dergiler ve yeni nesil yazarlar

14 Ağustos 2017 Pazartesi
bunu özledim ben 

siz okurken ben bilet alayım 

**** 

ya ben bir şeyler yazacağım kafamda dönüp duruyor da toparlayamıyorum da susturamıyorum da çıt çıt çıt medya, yazar, dergi, köşe yazarı sözcükleri geçiyor aklımdan sıralı sırasız. 

derdim ya da demek istediğim şu; iyi dergi yok okuyacağım. bu kadar; dergileri karıştırıyorum, bakıyorum, hep söylediğim gibi 40 lı yaşlardaki çoğunu tanıdığım yazar tayfası bir bilinçli kaybediş dediğim ruh hali ile yazdıkları egeye özlem, yıldız tilbe çok farklı yeaaa, datçada hayat oh ne rahat (değil) badem bal vs. bir de tabii ki dozunda muhaliflik. fazla değil, gömlek / kravat ya da döpiyes üstündeyken sakin, çıkarınca sen benim ne anarşik ruhlu olduğumu biliyor musun, içelim, gezelim sabah metrobüste ayılırız halleri, çiçeğe böceğe yemeğe en çok basit tahta masaya güzelleme... böyle işte 
bundan başka bir şey yok dergilerde. 

bodrumda evi olan bir arkadaşım ''emekli olunca masan hazır, kahvedeki bodrumlu teyzeleri ve işsiz gazetecileri görünce aklıma sen geliyorsun.'' demişti bana. niye? çünkü tipim öyle gösteriyormuş. hadi oradan! 


yine de bütün bunlara rağmen halen hiç bir iktidarın ( benim aklımın erdiği zamanlardan bu yana) muktedir olamadığı bir mecra medya dünyası; gazetelerdeki durumlardan bahsetmiyorum, dergi ve çevrelerinden bahsediyorum. siz hiç milliyet sanat muadili bir iktidar yazını gördünüz mü 20 senede? ben görmedim ama uzun zamandır milliyet sanat da da okuyacak bir şey bulamıyorum. sağ medyada zaten kendi aralarında künyelerde hep aynı isimlerin farklı bir kaç dergiye yazdıkları yazılar var. ot, kök, kafa, bavul bu tayfa zaten hep birbirinden doğan tayfalar. hepimiz tanıyoruz. 

bütün bunlar aslında ismi lazım değil genç bir yazı yazan insanın bol üç noktalı cezmi ersöz'ün gençlik zamanlarında kaleme aldığı leman yazılarına benzeyen yazılarını acayip öven bir blog yazısı okuyunca geldi aklıma. o bol üç noktalı, alırım başımı giderim temalı, aslında hiç bir yere gidemeyen ve dahi gidemeyecek (8 10 sene sonra bakar yazarım bu buydu ve gidemedi bak burada diye) olan 30 lu yaşlarda olanların memleketteki gelecekte ne olacak  kaygısıyla doğru orantılı gitme isteklerini iştahla kabartan yazıları zıpır bloggerlar bile bıraktı. ama hala para ediyormuş, onu gördüm dün. kitapçı bu kitap çok soruluyor, dedi çünkü. 


unutmuşum; bir de işsiz kalınca dahi gazete haberlerini sıraya koyup araya iki tane de röportaj atıp kitap çıkaranlar da bilumum elele vs. muaidli dergilerde eskilerdne gelen arkadaşlık  ilişkileriyle gayet güzel pr çalışmaları yapıyorlar ki hiçç işsiz gibi değiller; onlar ''kitap'' yazıyor. ne var kitapta; kronolojik sıralama. üstüne bir doz da yorumlama al sana kitap. okundu mu, okundu. instagrama poz verildi mi verildi. 

bir şey daha, son zamanlarda instagramda gezdiğim en keyifli profil gülse birsel'in; bak o da senelerdir kapakta, röportajda, yaptığı işler ile  yazılarla hep gündemde. ne kimse işten atıyor ne bişey niye e çok sarı ok cici bir muhalefet yapıyor da ondan. ayşe arman ile ne kadar benziyorlar birbirlerine bir de profilini gezince göreceksiniz. 


e bu kadar yazdın, sonuç? vallaha sonuç şu benim için; eskileri okuyorum abicim. yenilere yüz vermiyorum ama eşşek gibi her ay dergileri de her sabah gazeteleri de tarıyorum ki böyle huysuz yazılar yazabileyim. huysuzluğu seviyorum çünkü ben.  isim versem daha güzel olur ama bu kadar güzellik yeter. hadi kaçtım ben 





ilişkiler, evlilikler, aldatmalar hepsi birden bir filmde

7 Ağustos 2017 Pazartesi
önce bir film; dün akşam izledim sıcağı sıcağına tavsiye edeyim. 

eh barbunya pilaki yapmışken 


perfetti sconosciuti   bir italyan filmi.  neredeyse tek bir mekanda geçmesine rağmen izlerken hop oturup hop kalktığım kimi zaman el çırpıp kimi zaman da amanın ne olacak şimdi diye merakla beklediğim bir film oldu. özellikle ilk 20 dakikasını evli olanlar çok farklı bir gözle izleyeceklerdir eminim. hadi evlileri sıkıştırmadan şöyle bir soru sorayım; sevgilinizin telefonuna gelen mesajlara göz ucuyla olsun baktığınız ya da o tuvalete gidince (tabii yanında götürmüyorsa telefonunu ) kurcaladığınız oluyor mu? cinsiyetten bağımsız sordum, farkındaysanız. yanıt vermeyeceğinizi de tahmin etmem çok zor değil. 

film bütün maskelerimizi çıkarıp bir bir çarpıyor yüzümüze ne yazık ki biz de yüzsüzce alıp tekrar takıyoruz o maskeleri. filmin türk versiyonunu düşünemiyorum! sanırım oyuncu sayısı ilk başladığı gibi kalmazdı yaşananlar aynı olsaydı. 

filmi izleyin sonra da durup düşünün ne kadar dürüstüz partnerlerimize karşı. 

*** 

yemek tavsiyesi vermeden olur mu? şu sıra tam barbunya zamanı; zeytinyağlı barbunya yapın hem de ince kabuklu pembe domates ile yapın sonra benim gibi 1.5 tabak yiyip devrilin kanepeye:) 

pazara çıkmışken bileklik satan bir çocuk var bizim pazarda; 2 liraya 3 liraya nefis bileklikler satıyor, alın onlardan renk renk takın neşelenin. 

bir de çiçekli elbise her daim yaz akşamlarının kurtarıcısı. benim yine pazardan aldığım 2-3 elbisem var öyle bir iki de yargıcı var yaz geçti bitti işte. yargıcı'nın keten elbiseleri güzel. bir de üsküpten almıştım. 

*** 

kitap derken ben bir kahvaltı yapıp geleyim sonra devam ederim 

yeniler, eskiler hepsi birden istanbul

6 Ağustos 2017 Pazar
eski bir fotoğraf 
devrim erbil sergisinden 
bir gün bir kırmızı istanbul alıp asacağım salonuma 

en yeni keşfim; midyeci ahmet. beşiktaş kalabalığı ile hele bu yaz aylarında gezi rotamdan çıkmış olsa da canım midye isteyince bir akşam internetten biraz araştırma yapıp midyeci ahmet'e ulaştım. önce telefon açtım ama o saatte artık bizim semte servis yokmuş, ertesi gün önce balmumcu yokuşunda küçük bir tezgahta kitap satan abiye uğrayıp, ki tezgahın küçük olduğuna bakmayın hem istediğiniz kitabı bulup getiriyor bir kaç gün sonra hem de içeride depo gibi bir şey var sanırım yemek tarif kitabı deyince ben bir kucak kitap çıktı içeriden!:) bu abi iyi bir sahaf, migros jet mağazasının karşısında sanırım emekli öğretmen çünkü yazar/kitap sohbeti yapabiliyorsunuz, zincir mağazaların demir özlü'yü 5 kere söyleiynce bile anlamayan tezgahtarlarını düşününce... neyse, bu abiden 3 tane roman kaptım birini hediye ettim ikisi bana kaldı; yakın zamanda pek kimselerin bilmediği çok turistik olmayan bir adaya gidip hamakta yatıp kitap okuyup bir kaç gün herkesten ve her şeyden uzaklaşmayı planlıyorum; işte o zamanlar için roman stokluyorum. yok, vallahi yazmayacağım adanın adını yüzbinlerce takipçim yok ama beni takip edenler benim gibi gezenler bu yeri saklıyorum herkesten. çok özel arkadaşların kulağına fısıldayabilirim, tamam. 

ne diyordum, midye diyordum. epeyi bir midye yedikten sonra hatırı sayılır bir sayıda da alıp eve taşıdım. bu kadar yememe rağmen hiç rahatsızlık hissetmedim ki soslu midye epeyi yağlı bir midye, ben artık hep sade yiyorum. yok, kokoreç yemedim yiyeceğimi de sanmıyorum. sakatat yemiyorum. 

istanbulun en keyifsiz zamanları temmuz ağustos hep söylüyorum. köy evimize kaçıyorum genelde hafta sonları; trilyede balık molası verdikten sonra. triyenin en az 15 sene öncesini biliyorum şimdi pek hoşuma gitmiyor doğrusu. eskiden 3 tane balıkçı varken daha sakin ve huzurluydu. şimdi pazar günü mudanyaya kadar trafik var ve sadece istanbul plakaları değil eskişehir de çok çarpıyor gözüme. 

ben spora 
sonra artık sokakta ne varsa bakalım şansıma sinema mı olur başka bir şey mi