bled gölü ve seyahat notları; bled lake ne yapılır ne yenir ne içilir hepsi bir yazıda

30 Ocak 2018 Salı
gelin,  bled gölü ile devam edelim geziye. 
 burada mı kalsam... 


lubliyanadan blede trenle veya otobüsle ya da  varsa aracınız ile ulaşabilirsiniz. ben otobüsü tercih ettim. ajda büfede bir kahve içip bindim otobüse tıngır mıngır bled'e gittim. yolun bir kısmında uyuyakalmışım ama sabah erkenden çıkarsanız yola hem manzarayı kaçırmamış olursunuz hem de akşam en son 8 civarı bir otobüs var lubliyanaya geri dönen o vakte kadar 5 tur atıp bütün sokaklarını gezersiniz bled'in. 

şimdi aklıma geldi; arkadaşlar bana ata tohumu / organik tohum lazım. elinde olan, paylaşabilirim / yollarım diyeniniz bir ses verse ne güzel olur. 

*** 

dönelim bled gölüne; bled zengin avurupalıların yaşadığı bir kasaba arkadaşlar. evler, dükkanlar, restoranlar çok güzel ve lubliyanadan pahalı. gölün etrafında tam bir tur atabiliyorsunuz; 7 km. ve yürüyüş yolu mevcut. tren yolculuğundan önce yine kafamı rahatlatan çok zevk aldığım ah manzaraya bak ahh ahhh ahhh ne güzel diye diye yaptığım rotalardan biri oldu. hiç yolda yürümeden kah yolun kenarındaki yürüyüş parkurundan kah yol daralınca göle sıfır tahta yoldan bütün gölün etrafını muhteşem manzaralar eşliğinde gözünüze beyninize ziyafet çekerek yürüyorsunuz. yürüdüm. kendimi daha bir çok seviyorum böyle rotaları bulup yaptığımda. 

bakar mısınız şu manzaraya! 
yürüdüm yürüdüm yürüdüm tur bitti gözüm gönlüm şenlendi, e şimdi de damağımı şenlendirme vakti yürüyüşe çıkmadan otobüsten indiğimde deli gibi aç olduğumdan meydana bakan tiger barda üsküp köftelerini mideye indirmiştim zaten. şimdi tatlı ve şarap zamanıydı. önce meşhur tatlılarından yedim yukarıdan gölü gören bir kahvede, adını unuttum ama hepsi instagramda var. sonra da minik butik şarap evinde aldım soluğu ve nefis şaraplar tattım. hah baktım tatlının adı; kremsnita ya da bled  keki diyebilirsiniz. nefis ve hafif bir tatlı kahve ile süper. şarapla da gider biraz gövdeli bir kırmızı olsun ama. 

vinoteka 
bled lake'de şarap tadıp oturabileceğiniz nefis butik bir şarap evi 
içeride gruplar için büyük bir masa var bu girişteki masa
kapının önünde yine minik bir masa 

göl kenarında ortalama bir otelin geceliği 35 euro civarı tabii bu bu sezon yaza ne kadar olur hiç bir fikrim yok. önceden yer ayırtmadan yazın kalmak için gitmek ise hata olur bu çok belli zira kasaba minicik yer sayısı belli 15 dk kadar uzak bir kasaba var ama orada kalınabilir. demem o ki kış mevsiminde giderseniz daha ekonomik olur bled yazın ise hem kalabalık hem de pahalı olacağı kuşkusuz. değer mi, değer. 

şarapların kadehi 2 eurodan başlıyor, tiger barda 5 üsküp köftesi (10 lu porsiyon da var:))) 3.5 euro. biralar genelde 2 euro meydanda, göl kenarında 3-4 euro olabiliyor. galeri & restoran epeyi pahalı en ucuz hamburgerdi ve o da 8 euroydu. ona göre. 

bledde yapılacak en iyi şey yürümek, kahve içmek, yürümek bir kadeh şarap içmek, yürümek bir dilim tatlı yemek, trüf mantarlı ürünler satan mağazaları kurcalamak minik bir şey alıp tatmak, göle yukarıdan bakan kahvelerden ya da bir otelin lobisinden gölü izlemek izlemek izlemek, bol bol fotoğraf çekmek. ben bunları yaptım. 

bled'den nefis  şarapların tadı damağımda otobüse bindiğimde artık uykunun kollarına teslim etmek istiyordum kendimi. lubliyanaya vardığımızda terminal hostel arasını yarı uyanık yarı uykulu yürüdüm ve yastığa başımı koyduğumu anımsamıyorum. 

bled lubliyana arası otobüs bileti 6.5 euro gibi bişey, yani git gel 13 euro, bir günde dünyaları yiyip içseniz 50 euro harcarsınız, ona göre hazırlıklı gidin. 


devam eder mi bilmiyorum 

popusti indirim demek, kava kahve pivo bira... lubliyana notları

29 Ocak 2018 Pazartesi
bütün vitrinler indirimdeydi, ve ben de bir başka çanta yapacak kadar alışveriş yaptım bu kez pek alışkanlığım olmadığı halde gezerken. 

*** 

lubliyana küçücük bir başkent; 


eski şehri yürüye yürüye mağazaları keşfede keşfede kokuların peşinden gide gide 4 günde rahat rahat gezdim; bir günü canım bled lake olmak kaydıyla. lubliyanada tresor hostelde kaldım; eski şehrin göbeğinde daha önce banka iken neden ve nasılsa hostele dönüştürülmüş. bir yanım müller diğer yanım spar market bir sonraki mağaza hm; yani şehrin ta göbeği; kime sorsanız gösterir; ben önünden geçtiğim halde görmemişim, niye? e minicik bir tabelası varmış, ondan. 

bir iki tespit yapayım hem slovenya hem hırvatistan hem de gezdiğim diğer orta avrupa ve avrupa noktaları için; 

lubliyana meydan 
büyük devasa çirkin tabelalar yok. bu bir. ikincisi bu seyahat sırasında bir hafta boyunca; dere kenarında, şehir merkezinde kalede vs her yerde yürüdüğüm halde botlarımın hiç kirlenmemiş olduğunu en son slovenyada fark etmiş olmam. onu da nasıl fark ettim; çantam balea ürünleri ile doluydu, hakikaten doluydu duş jeline varana kadar aldım;))) tabii ki polis bunlar kabinde olmaz bağaja vereceksin dedi, ki bence sıvı değillerdi kabinde taşınırdı ama tartışmaya girmedim, yalın ayak eşyaları bağaja koyacak bir başka çanta bulmak için duty freede dolanmaya başladım:))) bir karton kutu buldum neyse ki, döndüm, bütün kozmetikleri ona koyup geri gidip bağaja verdim. dönüşte botlarıma takıldı gözüm işte o an hiç kirli olmadıklarını fark ettim. 

*** 

tresor hostel girişi bar kafe ne derseniz deyin işte yaşam alanı; odalar 6 kişilik ve özel odalar şeklinde; 6 kişilik odada 12.50 euro gibi bir ücretle (gecelik) özel odada 35 euroya kalabilirsiniz. yazın daha pahalı olacaktır, kontrol ederek giderseniz iyi olur. kahve 1, ırısh cafe 3-3.5, kruvasan 1 euro şeklinde gayet insancıl fiyatlara sahip. bitişikteki spar marketten yiyecek/içecek alıp gelmek serbest, öyle bizdeki gibi yassah kardeşim yok. ha tabii ki mühim bir uyarı; kimi odalar karışık arkadaşlar, istemiyorsanız/rahat edemeyecekseniz baştan sorun. odaya girince oyy burada erkek var diye basmayın çığlığı! 

baştan söyleyeyim slovenyada italyan mutfağı yiyeceksiniz. pizza var et var makarna var arada küçük hint lokantası gibi soslu tavuk yapan yerler var ama başrol italyan. bizim istanbulda yana döne aradığımız taş fırın burada olağan bir şey, pizzalar devasa. ilk gün nehir kenarında fany & mary de gelen pizzaları görünce yav ufak söyleseyeydik diye geçirmiştik içimizden. bitirememiştik pizzaları. 

sonraki günlerde nehrin öteki tarafında benim keşfim ljubsanjki dvor da pizzalar yine kocaman. en küçüğünü isteyin siz, fiyatlar 5 eurodan  (margarita) başlıyor en pahalı pizza büyük ve bol malzemeli 9 euro civarı. tavsiye edebilirim gönül rahatlığıyla. 

kaleye çıkan sokakta çok güzel tasarım mağazaları var. ve tabii metelkova mevki gidilecek yerlerden biri. gündüz çok bir şey vaad etmediği gibi bişey de anlayamayabilirsiniz. gece gitmenizi tavsiye ederim. sokak partileri ve dansı seviyorsanız özellikle. 

metelkova'ya sora sora giderken ( gezdiğim 2 şehirde de otobüs tramvay kullanmadım) küçük dükkanları gözden kaçırmayın. zamanınız var rahat rahat gezin, koştur koştur gezecek kadar büyük şehirler değil buralar. bal ve ürünleri ve tasarım takılar ikinci el giysi satan dükkanlar ve tabii kışın gittiyseniz üşüdükçe kahve / iris kahve bilumum sıcak içecekler ile içinizi ısıtın. 

açık pazarın karşısındaki kapalı yere girin, önce bir kafe/bar çıkacak karşınıza sonra öteki kapıdan girin hoop kapalı pazardasınız; teyzeler, peynirden kaymağa sucuktan sosise dünyanın ürününü satıyorlar. alışverişini yapan barda alıyor soluğu 2 euroya kırmızı şarap içip içlerini ısıtıyorlar. 

lubliyana çok güvenli bir şehir, yine de sırt çantanıza dikkat edin. pasaportu parayı falan kitapların altına koyun çalamasın kimse o zaman rahat rahat gezersiniz. yağmur bir başladı mı durmuyor, ona göre plan yapın; yanınızda kitabınız olsun, hostelde arkadaşlık kurmak isteseniz o da olur. olga'ya buradan selamlar. eğer bir ingiliz bizim konuşmamızı duysa ya bizi ya da kendini pıçaklardı:))) ingilizceyi böyle duymamalıydım ya da bunlar bir daha ingilizce konuşmamalı diye! ama üç saat sohbet ettik mi, ettik. budur. 

devam edeek 


istanbul notları

25 Ocak 2018 Perşembe
bled lake 

aklımda kalanları bir yazıya dökeyim; geçen hafta salı sabahı çok erken saatte düştüm yola. hedef zagreb. istanbul / zagreb uçuşu hırvatistan ile ortak uçuşmuş, uçaktaki anonsta bu hep vurgulandı ve sanırım ondan ilk kez erken saatte uçuşta adam gibi kahvaltı servisi yapıldı. daha önceki sabah erken üsküp vs. uçuşunda hep saçma sapan sandviçler ile geçiştirmişti kahvaltıyı thy. neyse, iki saat sonra zagrepdeydim. 

planım önce zagreb, sonra lubliyana idi ve bir haftayı aklımca 4-3 diye paylaştırmıştım ama işte yolculuk ve sürprizler... zagreb meydanda bir kaç saat geçirip bir kahve içip hadi yemeği lubliyanada yiyelim gibi bir durum oldu:) hoop bir daha ülke değiştirip bir güne 3 ülke üç  şehir sığdırdım mı, sığdırdım. 

en başta bir uyarı yapayım gideceklere; yeşil pasaportu bu kadar inceleyen hiç bir ülkeye denk gelmemiştim ben daha önceki gezilerimde; özellikle hırvat polisi uzun uzun inceledi. bir sorun yoktu elbette. 

lubliyana küçücük bir başkent. nehir kenarı ve etrafı; eski şehir ve tabii yürüyerek geziyorsunuz. hızlı bir gezi ile bir günde bitirmek mümkün. biraz daha kalmak tabii ki yeni yerler keşfetmek için ideal. şehir çok rahat; otobüs terminali ve tren garı yan yana, ulaşımda müthiş rahatlık. hele benim gibi kolay kaybolanlara:) iki şehirde de kaybolmadığımı gururla söyleyebilirim:))))

sloveyada mutfak italyan. hiç aramayın başka bir yerel mutfak; nefis kahveler, devasa pizzalar az biraz makedon köfte. 

*** 

bunları yazdım ve fakat baktım ki yazı gitmiyor. taslağa attım yazıyı, kuaförden saç kesimi için randevu aldım, evden çıktım; istikamet beyoğlu. 

ar kuaför, benim sevinç hanım sayesinde tanıdığım bir kuaför. kadir bey ise bence şehirde en iyi saç kesen kuaförlerden biri. çıkardığı kızıl renkler de öyle. evden çıkıp beyoğluna vardığımda meydanın festival denen ıncık cıncık satan dükkanlardan kurtulduğunu tam olarak elinin yüzünün açıldığını; her ne kadar hala betondan bir meydan olsa da ferahladığını gördüm ve aklımdan zagreb ve lubilayananın nefis meydanları geçti açıkçası. tramvay da başlamış seferlerine. bunlar güzel şeyler diye içimden geçirip fransız konsoluğunu dönünce aaa yerdeki karo ya da adı her ne ise o çalışmaların da bittiğini görüp eni konu sevindim. ilk hedef uzun zamandır gitmediğim aslıhan pasajı / sahaflar. üç tane kuzu gibi hıfzı topuz romanını çantama atıp, 


 doğa kitap'ın sahibesi selma hanımla bir çay içimlik sohbet edince epeyi keyiflendiğimi de eklemeliyim. tam zamanında kuafördeydim. ortalık sakin; bu iyi çünkü benim saçım çok  zamanını alıyor kadir beyin. 

saçlarım kesildi, kafam rahatladı:) beyoğlunda yeni saçımın fotoğraflarını kızlara ve kardeşime yollayıp '' çok güzel, çılgın, marjinal, eskisi daha güzeldi' yorumlarını da alınca; 
ver elini asmalı; şöyle bir tur atıp nereler yeni nereler kapanmış bir beyoğlu zabiti gibi teftiş yaptıktan sonra oradan cihangire bir yürüyüş. 

melek büfeden kocaman bir bardak nar suyu alıp yürümeye devam ettim. aklımdan bir an önce eve gidip romanların birine başlamak geçse de yürüyüşü biraz uzattım. nihayet kahve alıp eve geldiğimde; istanbulu anlatmak hep çok güzel diye düşünüp oturup bu yazıyı yazdım. 

***




hazırlıklar hazırlıklar hazırlıklar...

13 Ocak 2018 Cumartesi
soğuk şehirlere gezmeye gideceğim; en kalın kazak ve elbiselerime bakıyorum ıhh olmayacak bunlar diye geçiyor aklımdan... 

tayt bence bir kıyafet değil, derdim hala da diyorum ama en son aldığım şey bir termal tayt! allahın sopası yok! çok üşürsem zagreb ya da slovenyada giyerim artık. 

kışın gezmek eğlenceli; biletler uygun, hostellerde yer kolayca bulunuyor ve yine fiyatlar makul, terlemiyorum gezerken; yürü yürü yürü bir kahve molası, yürü yürü yürü bir kadeh kırmızı şarap sonra yemek sonra tatlı böyle böyle şehri yürüyerek gezerken gusto haritasını da çıkarıyorum kendimce. 

geçenlerde bir gün bütün işlerim ters gitti. hem de ne ters gitmek; önce aile hekimliğinde doktorun söylediği şeyi iddia ettiği konuyu hiç söylemediğini ısrarla söyledim. yaş oldu 40 bir şeker kolesterol baktırayım deyip, aç susuz aile hekimliğine gittim; neymiş önceden randevu alacakmışım! e öyle dememiştin doktor/demiştim/dememiştin. susuzluktan ölüyorum doktor, demedin işte. bir daha gelin/hadi len! 

oradan çıktım, dişlerimde sorun var; tomografi mi ne ise ondan çekilecek; özel bir klinik tavsiye etti diş hekimi; gittim. karşılama güzel, ve fakat işlemin yapılacağı odaya girip o önlük gibi şeyi boynuma bağlamaya çalışırken kiri çarpıyor gözüme! çarpmayacak gibi de değil hani kirden artık parlamış! o önlüğü takmayacağımı söylüyorum, yenisi olmazsa. yenisi yok. bunu takmam, o arada çalışan kızların birinin saçı uzun kıvırcık salkım saçak açık, ağzıma bakacak ama saçlar.... oda daracık 

durun! diyorum, çektirmeyeceğim, hem 250 lira vereceğim hem de bu şartlar, yok olmaz, deyip çıkıyorum o daracık, sıkıntılı, saçlı ve kirli önlüklü odadan. söylene söylene iniyorum katları. 

tabii ki ilk fırçayı nasıl böyle bir tavsiye edersiniz, diye diş hekimine atıyorum. bilmiyormuş, bu ilk şikayetmiş! hadi len! 

zaten bu ''siz ilksiniz'' meselesinden bir gün aaa daha önce de almıştık bu şikayeti mertebesine geçersem kafamı kıracağım. bu kadar mı sessiz her söyleneni şartsız yapan insanlarsınız siz. o kirli önlük hiç mi birinizin dikkatini/tepkisini çekmedi.  e size de hadi oradan sessizler! tepkisi atıyorum buradan. ses verin biraz ses.

sonrası bunları anlatan bir mail, onların açtığı özür telefonu ama benim yok gelmem bir daha, parasıyla iş yaparken böyle bir hataya bir şansı daha niye vereyim ki ben paramla? sorusu havada, yanıtsız. diş tedavisi bekliyor.

kimse üstüne alınmasın diye firmanın adını yazayım; panoson görüntüleme merkezi. a evet yeni önlük almışlar, ben çok haklıymışım, minvalinden bir konuşma da yaptık ama yok zamanım gitti, hizmet alamadım. bir şans daha vermem. verirsem rahatsız olurum. 

sonrası aynı gün bişey daha oldu ya ama bak şimdi anımsamıyorum. eve geldim, sessizce kanepeye oturdum ve artık bugün bir eylemde bulunmayayım diye düşündüm. 

beni delirten şeylerden biri bu; hizmet sektörünün aldığının karşılığını vermemesi. mesela yemek için de sıraya girmem ben; allahım para veriyorum aşevi mi bu niye sıraya gireyim!? aklım almıyor bu mantığı. keza eğlenmek için yine sıra beklemem. içeride madonna çıkacağını bilsem belki:))) lalettayin bir yer içeride yüksek ihtimal türkçe pop/eller havaya var ve kapıda kuyruk. yok artık. 

sonra işte bazan hiç bir iş halledemeden istanbul kazan ben kepçe saatler geçiyor. bazan da hoop her şey bir anda halloluyor. tatlı zamanlar onlar, onları anımsayıp gülümsüyorum. 

sırt çantam yok, çıkıp bir çanta almalıyım. 
sonra enn kışlıklardan müteşekkil bir seyahat çantası 
sonra ver elini sabahın köründe zagreb 
hadi bakalım
günaydın