''duygular sözlüğü''

31 Aralık 2022 Cumartesi

 az önce çamaşır asarken aklıma geldi! dün akşam tutku yazmıştım, o anda aklımda olan kişinin tutkuyla beni istemesini arzuluyordum. okudu mu bilmiyorum. 

sonra şimdi şampanyalı karidesli kahvaltı yaparken makina durdu, çamaşırları asarken ben niye bir duygular sözlüğü yazmıyorum ki dedim. 

tabii ki alfabenin ilk harfinden tabii ki aşk. 

*** 

aşk: birini hesapsız kitapsız isteme hali. 

*** 

benim tanımım bu, arzu eden yorumlara kendi tanımını bıraksın, sonra onları toparlarım. 

*** 

günaydın ve iyi seneler 


tutku

30 Aralık 2022 Cuma

 hayatta para ile satın alamayacağımız tek bir şey var; sizi tutkuyla isteyen biri. 

braga, guimaraes, vigo; aklımda kalanlar ve dahası

26 Aralık 2022 Pazartesi

 braga, guimaraes (bundan sonra gimerenj diye okunduğu gibi yazacağım)  ve vigo (bigo, diyor ispanyollar) için aklımda kalanları kalanları yazıp bu senenin seyahat yazılarını sonlandıracağım. yeni sene yeni seyahat... 

portoda beş gün kaldıktan sonra trenle bir saat uzaklıkta olan bragaya gidiyorum. (3.75 euro bilet) braga hakkında türkçe bloglarda pek bir bilgi yok, bir zamanlar galatasaray ile maç yapmışlar, onunla alakalı ekşi sözlükte bir kaç entry var, o kadar. 

braga, gerçekten küçük bir kasaba. ve yağmurlu. kaldığım iki gün boyunca yağmur yağdı! ıslana ıslana gezdim. iner inmez trenden zaten beş dakika yürüyerek şehrin merkezine kocaman bir kale kapısı tak'tan içeri giriyorsunuz. bu yazı fotoğrafsız olacak; bütün fotoğraflar instada. 

yağmur değil fırtına olunca ilk saatler, indiğim gibi trenden kendimi bir küçücük bir lokantaya zor attım! yemek yiyip bişeyler içerken kalacağım hosteli buldum. bu arada hostel kültürü ile ilgili  başlı başına bir yazı yazacağım. o çok başka bir konu. braga'da kaldığım hostel, 200 yıllık, merdivenleri ahşap ve gıcırdayan bir hosteldi. ama gerçekten kalan çocuklar olsun, çalışanlar olsun çok iyiydi ve binanın bitişiğinde çok iyi bir lokanta vardı. bütün şehri 3-4 saatte gezdim, ıslandım, kahve içip devam ettim, ıslandım  porto şarapları içip dinlenip gezmeye devam ettim. pasajlarını gezdim, 2 euroya elbise aldım! bir kiliseye yardım için bırakılmış. 2 euro! keten yazlık elbise. unutmazsam yaza paylaşırım, bu elbise o elbise diye. bakalau diye telaffuz edilen balıklarının köftesinden ızgarasına her çeşidini yedim. bir de ilk geldiğinde ''insan yiyecek bunu'' diye türkçe tabii ki tepki verdiğim nefis kuru fasulyelerini. nata zaten her yerde. 

üçüncü gün neyse ki hava açtı ve en turistik/dinsel  bölgesi olan bom jesus tarafına çıktım. bütün şehri yukarıdan izleyip bir de dua edip (ciddiyim) bu kadar yağmur ve braga yeter deyip gimerenj'e doğru yola koyuldum. gimerenj, braga'dan da küçük bir kasaba! 

gimerenj; old town'da 15 euroya hostel, 6.5 euroya  açık büfe öğle yemeği yapan nefis bir lokanta, hostelin de alt katında rock bar! unutmadan, 1-5-7 euroya da tişört, elbise vb. satan no name bir mağaza. daha ne olsun handan deyip çantayı hostele, kendimi sokaklara attım. 1880'lerden kalan minik fırında espresso&nata kahvaltı, sokak eğlencesinde (bando çalıyor gençler, herkes yiyip içip eğleniyordu meydanda ve hostelim o meydana bakıyordu) ilk gece kendime lüks verip tek kişilik oda aldım hostelde:) sonrası, yürü, ye, fotoğraf çek, öğle uykusunu boşver, yine gez, ye, iç, yürü... şeklinde geçti. 

porto gerçekten nefis lokasyon gezmek için. 

buraya kadar gelmişken galisya sınırında ilk kasaba olan vigo'ya gitmeden olmazdı. vigo, beni porto kadar mutlu etmedi. ispanya/galisya'nın başlangıç şehri ve fiyatlar birden fiyuvv iki katına çıktı. mesela hostel 25 euro oldu ama tek kişilik odaydı, yani hosteli de lükstü. okyanus gördüm mü, gördüm, tursitik bölgelerinden kaçıp hipster bölgesinde kaldım mı kaldım, iki günde de bu küçük liman şehrini  gezdim mi, gezdim. vigo'dan san sebastian'a gitmek niyetimi sonraya bırakıp geri portoya döndüm, çünkü, dönüş uçağım portodandı. 

bahsettiğim bu üç küçük kasaba ve bir liman şehrini her birine 3 gün bile ayırsanız sokak sokak gezebilirsiniz. deniz ürünlerine doyup, lokal içkilerinin ve kırmızı karideslerinin tadına varıp çok güzel müzikler dinleyip harika günler geçirebilirsiniz. 

portoya döndüğümde bom  jesus'ta ettiğim dua kabul oldu!:))))) 

sonrası havaalanı; ben havaalanlarını severim. uçuşuma saatler kala gider, gezer, yer içer, alışveriş yaparım. bir mühim not: vigo'da olan zara bizim zara'ları falan unutun, nefis giysilere sahip bir mağaza, giderseniz kaçırmayın. 

sonra istanbul; hepimizin bildiği şeyler. çok açık olan bir şey var ki; şu anda özellikle portekizin benim gezdiğim bölgesi istanbuldan ucuz! yemek, içki, giysi... hepsi. tabii ki biraz gezip dolaşıp şehrin (porto'nun) turistik bölgesinden uzaklaşan bir gezgin iseniz, yoksa nehrin kenarı ( aslında  o da ucuz bizim boğaz tarafından ya neyse) tabii ki pahalı. 

ben bu hatta bir daha dönerim, şöyle dönerim; bilbao ve san sebastian gezip oradan hoop porto'ya dönerim. sevdim:) 

bu seyahat, kafamda sorun olarak oraya götürdüğüm çoğu şeye uzaktan bakıp aslında hepsini çözebilecek kapasitede olduğumu gösterdi bana. yürümek beyin duşu gibi bişey! arındım, düşüncelerim, netleşti.  geri döndüğüm günden beri rahatladığımı fark ediyorum ve nihayetinde olasılıkları çıkarıp hayatımdan, sorunun son noktasında ne yapacağıma nihai kararımı verip, bugün sabah  çözdüm! hahayttttt! harcadığım parayla terapiste gitsem bu kadar faydalı olmayabilirdi:))))) 

31 aralık'a kadar başka yazı yazar mıyım bilmiyorum ama şu anda bu senenin son yazısı bu, sabah duş alırken vereceğim nihai kararı da verdiğimi kendi kendime ve ilgilendiren taraflara deklere edip kokoşluk yapmaya çıktım:)))) 

manikürümü pedikürümü yaptırıp yılbaşı kırmızısı ojelerimi sürdürüp akmerkeze doğru yol aldım. kızkardeşim ve ailesi de bana katılınca oohhh değmesin keyfime durumu oldu. kıvanç ile yılbaşı süslerinde fotoğraflar çektirip, kırmızı rujumu da alıp kuş gibi hafiflemiş olarak evime döndüm. 

hepinize iyi seneler diliyorum; aşkla, seyahat, lezzet, heyecan, tutku ve huzurla! 


gitmeden alınacaklar & gidince yapılacaklar

9 Aralık 2022 Cuma

 porto /vigo yazılarına devam etmeden arada hem giderken hem de dönerken izlediğim filmden ve diğer tavsiyelerden bahsedeceğim bir yazı olacak bu. 

*** 

nomadland: uçuş 4 saat civarında olunca hemen bir film arayışına girdim. nomadland, hem emeklilik hem de filme dair iki satır açıklaması ile dikkatimi çekti. iyi ki çekmiş. emeklilik, yalnızlık, yalnız yaşam, karavan yaşamı, ilişkiler... bunlardan herhangi biri bile dikkatinizi çektiyse fern'in öyküsünü izleyeceksiniz. severek, üzülerek, bazan kalbiniz kırılarak onunla aynı anda bazan da aferin kız deyip gülümseyerek. 

bulursanız kaçırmayın (bulun) nomadland. 

*** 

bu aylar yağışlı aylar portekiz ve ispanya'nın okyanus kıyıları için. giderken iyi bir yağmurluğunuz olduğundan emin olun:) şemsiyeyi oradan da alırsınız sorun değil. ama pasaport ve telefonunuz için su geçirmeyen küçük bir çantanız olsun. ben mesela yağmura aldırmayıp gezdim ama telefonumun mikrofonu muhtemelen ıslandı ve ilk hafta sesli mesaj ile iletişim kuramadım. hep yazdım. oysa sesli mesaj daha kolay. neyse. 

gitmeden alınacaklar: çanta, yağmurluk, şemsiye. 

*** 

sabahları erkenden kahveler pastaneler açılıyor.  kahve kruvasan nata kruvasana sandviç tost bir sürü seçenek var kahvaltı için. ama  peynirli zeytinli kahvaltı yok, aramayın:) vigo'da zeytini biranın yanında ikram ediyorlar. öğle yemeği servisi 11.30 gibi başlıyor. saat 3 paydos! siesta zamanı. taa saat 7 ye kadar. akşam 7 ve sonrasında oturuyorlar yemeğe. tabii bu lokantalar için yoksa taparei denilen atıştırmalık tapas yapan yerlerde içkinizin yanında ufak tefek tabaklarla bişeyler atıştırabilirsiniz. 

ben en çok yaşlı insanların gittiği restoranları seviyorum. çünkü belli ki hem eski hem ekonomik hem de yerel yemekler. porto'dan üç lokanta tavsiye edeceğim. ikisi lokal. biri nehir kenarında. 

* cafe almada 

* lamerias 

* terra nova 

***

cafe almada'da bütün ızgaralardan söyleyip yemek istedim! sangriaları nefis, porsiyonlar dev gibi ki bu portekize özel bişey. etler leziz, ortam şahane. 

lamerias: buranın çalışanları hakikaten çok yaşlı. aile işletmesi olduğunu düşünüyorum. bir tek genç kızları bir kaç kelime ingilize biliyor. ama ingilizce menü var. bir de günün menüsü var, o portekizce canım. mekanda translate yapıp yemeğin ne olduğunu öğrenebilirsiniz. ya da şansa ne çıkarsa deyip kendinizi sürprizlere bırakabilirsiniz. burası almada'dan da ucuz! meşhur balıkları bacalhau (bakalau) nun her çeşidini yiyeceksiniz, hazır olun. tavası, soslusu, köftesi... 

*** 

terra nova: mimi'nin lokantası.  italyan mutfağı 

***

insanlar kibar demiştim, değil mi. evet çok kibarlar ancak biz aceleci türkiyeliler olarak bir bilet gişesinde ya da lokantada hızlıca sorup çıkmak ya da yemek yemek isteyince ''şu an onunla konuşuyorum / lütfen bekle'' gibi ayarlar alabiliyoruz:) sakin olun, akdeniz orası, yavaş... diğeriyle konuşması bitince size yanıt verecek, siparişinizi de alacak:) bir iki ayar yedim ben öyle ilk günler sonra rahatla handan dedim, rahatla! 

*** 

sabah sabah sinemadan tavsiyelere tıkır tıkır kendini yazdırdı bu yazı. sebep? çünkü birazdan sinemaya gidip kurak günler filmini izleyeceğim. sonra onun hakkında da yazarım. 

fotoğrafsız oldu bu yazı çünkü hızlıca şimdi sonlandırıp kahvaltı yapacağım. 

*** 


bir okyanus havası alıp geldim: porto (1)

7 Aralık 2022 Çarşamba

porto
 şehrin göbeği burası, çık yukarı in aşağı sallan yuvarlan gez 
 

19 gün 

4 şehir 

netflişk yok, klasik kahvaltı yok, sabahları yoga yapacak mat/yer yok

ne var; saatlerce yürümek 

trenle köylerden geçip kasabaları gezmek 

düzeninin dışına çıkmak 

sabahları espresso & nata ile kahvaltı yapmak 



meşhur nata bu minik arkadaş 

3 ayrı dilde ( portekizce, ispanyolca, ingilizce) günaydın, merhaba gibi sözcükleri kullanmak 

lokal biralardan içip, turistik bölgeleri boşverip esnaf lokantalarında yemekler yemek 

hostellerde kalmak 

10 günde bir gün kendine lüks verip otelde kalmak

*** 

sonuç: seneyi seyahat ile kapatmaktan mutluyum. porto, braga, guimaraes, vigo (galisya) 

porto ve vigo diğerlerine göre nispeten büyük şehirler. 

istanbuldan porto'ya direk uçuş var. bu yazıda birbirine karıştırmadan önce porto yazmaya çalışacağım. çalışacağım diyorum çünkü 19 gün uzun zaman ve bazan şehirleri birbirine karıştırabiliyorum. 

*** 

arkadaşlar porto yaşanacak şehir! nokta. vallaha uçaktan indiğinizde metro ile oteliniz / hosteliniz neredeyse oraya kolayca ulaşıyorsunuz. merkez trindada sayılabilir. oradan her yere yürüyerek gidebilirsiniz. aşağı indinizde nehrin kenarına yukarılara tırmandıkça şehrin az turistik taraflarını gezeceksiniz.  

ben müze gezmiyorum, market geziyorum. mercado dedikleri içinde hem yiyecek satılan hem de yemek yenilebilen pazarlara bayılıyor ve onları gezerken de yiyip içiyorum. 

ilk market: mercado bolhao. özellikle benim gibi bu  yağmurlu mevsimde gittiyseniz üstü kapalı pazarlar ve pasajlar gezmek  kurtarıcınız olacak. çünkü anacım onlar yağmura alışkın ama siz fena ıslanacaksınız:) bolhao markette biradan meşhur porto şaraplarına, turistik olan kağıdı da çikolatadan yapılmış likör tadımlarına, et ürünlerinden sebzeye her şey var. bir iki saat ayrılınabilir. 

alışveriş için acele etmeyin. fiyatı en uygun market pingo doçe. hah işte dönerken buradan canınız ne istiyorsa alırsınız. 

vallaha şekerim bu kahve barista işlerine bizim ülkede bu kadar önem atfediliyor, gezdiğim bütün bu şehir ve kasabalarda lokanta ve barların hepsinde yaşlı amcalar ya da teyzeler nefis  espressolar yapıyorlar hiç de bizim dövmeli kaslı baristalar gibi dünyanın en önemli işini yapıyor gibi görünmeden, 0.70 sent ödeyip içip çıkıyorsun. bitti. gözün açıldı, damağın kendine geldi,

evet, bizden ucuz kahve ve yemek! şöyle söyleyeyim, 5 euroya pirzola, hatta bütün et ürünlerini 5 euroya sabitlemiş cafe almada! bir sürahi sangria sanırım 6 euro idi. ayhh bak yine yemek girdi araya. porto'da yemek de içmek de çok keyifli. çılgınlar gibi yiyip içip 15 euro hesap verdiğinde 300 liraya ( ben 20 ye sabitledim kafamda euroyu) istanbulda pizza bile yiyemediğini anımsayıp mutlu oluyordum:))))) 

cafe almada, yazın bir kenara. 

sonra yine yürüyerek nehrin kenarına iniyorsunuz. ininceye kadar meydanlar ve parklar göreceksiniz. sonra terra nova var nehrin kenarında; orada mimi ile tanışıp italyan lezzetlerine ayırabilirsiniz bir öğünü. yukarı şehirden pahalı aşağı, ona göre.  ama terra nova'da bir kadeh şarap için. 

karşı  yaka şarap tadım şirketlerinin sıralandığı başka bir kasaba ama bingo köprüden yürüyerek geçip gezebiliyorsunuz. tadım turları ücretli tabii ki. vallaha benim şaraptan anlama seviyem ''ben sevdiysem güzeldir'' olduğu için katılmadım o turlara. oraları gezdim ama. mahzenlere girdim çıktım. sonra sokak kahvesinde oturup bira yudumladım. 

meşhur biralarının adı: super bock. 

meşhur tatlılarının adı: nata ( içi kremalı bir pasta, minik bişey ) 

şöyle bir şey var, porto ve vigo'da: hostellerde sabah 10 gibi yerel rehberler gelip ücretsiz tura katılmak isteyenleri alıp şehrin meydanından bir tura başlatıyorlar. tur ücretsiz ama tabii ki tur bitiminde bahşiş veriyorsunuz rehbere. bahşiş konusunu zaten onlar tur bitiminde söylüyor ama meblağa da ses edeni görmedim. 2.-2.5 saat şehrin belli başlı noktalarını gezerken kartlarını da veriyor indirimli şarap turu, restoran vs. bilgilerini de iletiyorlar. porto'da ingilizce anlatıyorlar ama mesela vigo meydanda sorduğum zaman tek dil ispanyolca dediler. 

porto daha iyi dil konusunda. portodan devam edeyim. 

porto tren istasyonu turistik bir nokta: duvarları ve tavanı hep mavi seramikten tarihlerinden enstantaneler anlatan tablolar. tren istasyonundan sonra büttün avrupada olduğu gibi katedral ve kale var. şehre kuşbakışı bakmak için ideal yerler. ben ziyadesiyle fazla katedral gördüğüm için içini pas geçtim artık bu gezide dini yapıların. 

ay ay ay bunlar şehrin içi! ben asıl bir otobüse atlayıp (mercado yazıyordu otobüste:)))) ve üç günlük sınırsız bilet vardı cebimde. 15 euroya havaalanında almıştım ) okyanus kenarına gidince pek bir mutlu oldum!:))) okyanus gören köylü! 

matosinhos:
fernando ve sevgilisinin mekanı 

 burası porto'nun okyanus kıyısında olan pazarı. okyanusun kenarında pazar mı olur diye diye gezdim vallaha! hem de ne biçim güzel olmuş. burası porto'nun en zengin tarafı. yazlıkları burada. işalla seneye buralarda bir yerde güneşleneceğim. 




porto nehir kenarı 

yazı çok uzadı. hap bilgileri verip devam edecek diyeyim. 

porto, çok güvenli bir şehir. insanlar her sorunuza dil bilmeseler dahi evrensel turist hali ile yol  ya da yemek sorduğunuzu anlayıp aynı dilde  işaretle:)))) yanıt veriyorlar. 

hosteller 20-25 bandına yükselmiş. günde 50 euro ayırın ortalama. tabii bazı günleri çok ekonomik geçirip ertesi gün kudurabilirsiniz:)))) 

unuttuğum bişeyler vardır ama portoya burada son vereyim. 

braga ve guimaraes ile devam edecek 





kısa kısa hayata istanbula dair

25 Ekim 2022 Salı

sade beş denizler 
 milliyet sanat'ın 50. yılına özel sayısını almak taa dalyandan beri aklımdaydı ama orada bulamamıştım, dün macroda bulunca (bir taneydi zaten rafta) aldım. 

aslıhan gürbüz röportajını derginin kıdemli ismi asu maro yapmış. maro, işlerini sevdiğim bir gazetecidir. 

aslıhan gürbüz'e gelecek olursam röportajı okurken kafamdan arka planda şu cümle geçmeye başladı; 

'bu kadar zorlanıyorsanız oyunculuk yaparken neden ısrar ediyorsunuz oyunculukta?' maro sormamış, ben sordum. bünyesi alerjikmiş saçlarını boyatması sorun, beli problemliymiş iki defa ameliyat, istanbulun kalabalığına alışamamış ( sanırım o da benim gibi çocukluğu kasabada geçen, özgür büyüyen çocuklardan) sektörün çalışma saatleri uzun olduğundan hastalanmış ve daha bir çok sorun, göbeği, kilosu... eğitimini aldığı işi yapıyor olması belki şans ama bu kadar zorluk yaşarken oyunculuk yapmakta neden  ısrar ettiğini anlamadım. kamera arkası olabilirdi pekala, saçlarının beyazının, göbeğinin, kıyafetlerinin hiç sorun olmayacağı bir yer kamera arkası. bu kadar zorlukla oyunculuk yapmak ya da yaparken bu kadar şikayet ederek yapmak insanın kendine verebileceği en büyük zarar.  40 yaşından bir kaç sene  sonra bu röportajı bir daha okursa gürbüz, ben ne kadar şikayetlenen bir insanmışım niye kendime bunu yapmışım ya diye kendi kendine gülümser sanırım. 

*** 

michelin tavsiyeli yerlere gitmeye sade beş denizler restoranı ile başladım. şef deniz şahin, kendisiyle tanışmadık. işletme müdürü samet kazancı ile tanıştık. ben yağlı somunu tercih ettim, buz gibi bira eşliğinde onu yerken mekanın hikayesini dinledim.


konya küflü peyniri ile yağ somunu 

 4.5 sene olmuş açılalı, akkavak sokakta mukim restoran her gün kara tahtada günün menüsü yazan ondan başka alakart menüye de sahip. öğle yemeklerinde civar beyaz yakalıların sıklıkla tercih ettikleri bir yer. mişlen abi tavsiye edilince en çok sorulan soru '' fiyatlarınız değişecek mi?'' olmuş.  işletme müdüründen ilk ağızdan teyitli bilgi; değişmemiş. ben yağlı somunu yerken minicik sarmalarından ikram ettiler, tek lokmalık sarmalar büyük bir emekle sarılıyordur. evet, bunun için bir atölye kurmuşlar. kuzu etli sarma çok lezizdi. servis elemanları çok genç ve güler yüzlü çocuklar. bahçesi var. çocuklu ailelere alışkınlar, bahçe katında öğle rakısı için gideceğim bir gün. kendilerini tebrik edip en son hurmalı incirli tatlılarını da zevkle mideye indirdikten sonra nişantaşı sokaklarında yüzümde kocaman bir gülümsemeyle dolaşmaya devam edip yakında yapacağım seyahatte giymek için kırmızı bir spor ayakkabı aldım. nişantaşı her daim beni şaşırtan bir semt. en sosyetik caddesinde bazan paşabahçeden üç otuz paraya kase, tabak, bardak bazan da böyle bir arka sokaktan inanılmayacak fiyatlara ayakkabı ya da kıyafet almak mümkün oluyor. ayakkabı kaç lira mı? 299 tl:))))

***

unutmadan şunu yazayım. ben konya küflü peynirini çok severim.  yıllar önce annemle yaptığımız konya seyahatinde keşfetmiş ve taşımıştım çantamda bursaya. makarnaya tosta koymuştum günlerce. sade beş denizler'de görünce hiç sektirmeden sipariş verdim. ben pidenin pizzanın hatta lahmacunun iyisini şöyle anlarım. sıcakken iyi güzel tamam ama soğudu hatta ertesi güne kaldı. lastik gibi ya da  hamur olmadıysa ve hala yiyebiliyorsam iyidir. yağ somununu bitiremedim, sardırdım yarısını , eve getirip attım dolaba. ertesi sabah kahvaltıda yedim. hala çok iyiydi. tartışma bitmiştir:) sade beş denizler mutfağı iyidir. gönül rahatlığıyla tavsiyedir. 

*** 

üç senedir ha pandemi ha richard dalyanı seviyor derken sırt çantalı hostelli handan tarzı& benim tarzım seyahat yapmayı özledim ve  kendime  tek yön bir bilet aldım. yaşasın emeklilik! yaşasın tek yön bilet alma keyfi. nereye gidiyorum? porto

dört sene kadar önce ispanyadan lizbona gezmiştim. kaldığım yerden o hattı devam edeceğim. porto'dan sahil hattını izleyip bilbao'ya kadar gezmeyi düşünüyorum ama bu çok kabataslak bir rota. tek bildiğim porto'dan başlayacağım. hostelde konaklayıp civar kasaba ve köyleri gezip bünyeyi deniz ürününe bandıracağım! başka da bir şey bilmiyorum. bakarsın seyahatin tamamında porto'da kalırım. 

*** 

bu seyahati sırt çantası ve çok az kıyafetle hem de eski kıyafetlerimle yapmayı düşünüyorum. bir tane hafif ama çok sıcak tutan kaz tüyü montun içine tişört ile geçirmeyi düşünüyorum zaten  bu mevsimde çok da soğuk olmayan atlantik kıyısı seyahatini, bir de tabii ikinci el mağazalardan alışveriş yaparak tarzımı biraz değiştirmek istiyorum. zincir mağazalarda değil de portekiz yerel markalarında ne var ne yok bir bakacağım. 

*** 

sabah  sabah dergiyi okurken aslıhan gürbüz ile başlayıp tıkır tıkır kendini yazdırdı ya bu yazı, şimdi bir kahve daha demleyeyim de medya turu yapayım. yalnız ben  üç sene oldu televizyon izlemeyeli ya magazinde ünlü çift evlendi / boşandı haberlerinde geçen genç ''ünlü'' çiftleri hiç tanımıyorum, hiç! ama şu anda zaten en çok magazini dedikoduyu yemek üzerine çeviriyoruz. hadi şunu da yazayım da yazıya bir son vereyim avuçlarım kaşınıyor bu dedikoduyu yazmak için:))) 

pek ünlü bir şefimiz kendi restoranından sıkılmış olmalı ki bir başka restorandan sipariş veriyormuş kendine. sipariş verdiği restoranın sahibi anlattı vallaha. o da takılıyormuş ona ne o sen yemek yapıyorsun pek de ünlüsün ama benim buradan sipariş veriyorsun diye. yanıtını yazmayayım, çünkü o zaman bana aktaranın kim olduğu belli olur. 

*** 

yemekle aşkla keşifle seyahat ile seneye 50 yaşıma gireceğim umarım. bu 50'nin de şöyle bir esprisi var bende, memleket 100 yaşına girecek, eh ben de yarı yaşında olacağım memleketin. 5 yaşımdan beri anımsadığımı varsayarsak 45 senesine tanığım, ez cümle kutlamalara ortağım:))) 

*** 

günaydın  

günün sürprizi! handan'ın kaleminden poscastte!

20 Ekim 2022 Perşembe

 sabah daha saat 10 olmadan evden çıktığımda bugünün bu kadar güzel eğlenceli ve keyifli geçeceğini bilmiyordum. 

bugünü sonra ayrıca ayrıntılı yazacağım ama eve gelip taze sıkılmış nar suyumu koyup mavi pofuduk sabahlığımı giyip bilgisayarı açıp blogun yorumlarını kontrol ettiğimde;

aaaa bir de ne göreyim, bir blogda benden bahsedilmiş! 

dinlemek için tık tık 

momentos, beni çok şaşırttı gerçekten! blogu ilk yazısından ve  arada çok eğlenceli yazılardan bahsedecek kadar iyi incelemiş ve bahsetmiş. çok teşekkür ederim. büyük sürpriz oldu. 

momentos burada. 

*** 

nişantaşı turumu, zen pırlantanın her zaman iyi ağırlamasını/yeni modelleri, beymen'de nazan hanımın müthiş karşılamasını,  sade beş denizler restoranında yediğim leziz yağlı somunu ve diğer leziz sarma ve tatlıyı, akkavak sokakta 299 liraya ayakkabı satılan, müthiş eğlenceli ve işinde iyi  çalışanlara sahip ( emine hanım selamlar, sevgiler) dükkanı  ve dahasını sonra yazacağım. 

blogumla alakalı eskiden de yazılar çıktı orada burada gazetede internet sitelerinde ama uzun zamandır ilk defa  benim biraz da uzak durduğum podcast denilen mecrada blogumdan bahsedildi. ya ben kendim konuşmazsam başkalarının konuşmalarını dinlemeyen bir insanım, derdim hep podcast olayına uazak duruşumu anlatırken ama şimdi cümleyi güncelleyeceğim. 

benden bahsediliyor mu podcastte? o zaman dinlerim. 

dinleyin bakalım, size ne diyeceksiniz söyleyenenlere ek olarak. 




şehre michelin yıldızı gelmiş abe:)

13 Ekim 2022 Perşembe

 bir yandan yazacak o kadar çok şey birikti öte yandan hepsinden kısa kısa instagramda bahsettiğimden kendime tekrar olacak gelecek yazacaklarım ama bir kısmını en azından yazayım, insta geçici blog kalıcı diye düşündüğümden. 

uzun sayılacak ( 16 gün) bir seyahat yaptım dalyan ve civarına. ilk hafta civarda açılan bütün pazarları gün be gün gezince tatil arkadaşım biraz dalga geçmeye başladı, bodrum pazarlarına falan da gidelim diye. öyle olunca ikinci hafta otel-plaj-bar-restoran-kapanış şeklinde geçti. 

dalyan için söylenebilecek yeni bir şey yok. şef mutfağı yok, iyi yemek iyi balık için gerçekten ilk hafta orada yaşayanlardan ve bindiğimiz taksilerden bir şeyler öğrenmeye çalıştım ama yok nafile. yine zaten benim senelerdir bildiğim temsi en iyilerden biri olarak iki akşam yemeğimizde gittiğimiz bir de yine meze sorarken yaklaşımlarını ve süssüz püssüz iyi peynir ve yerli kalamar ile başlangıç yapıp ne vereyim abime gereksiz samimiyetine de girmediklerinden iki defa da oraya balık yemek için gittiğimiz çağrı balıkname. ne nehir kenarında ne de içeride gönlümce bir restoran yok dalyanda!  her gün taze sıktıkları nar sularını keyifle içtiğim dondurmacı, artık hangi birayı içtiğimi bilen işinde iyi bir kaç barmen dışında her yer ortalama ve altında dalyanda.  

el yapımı bir sandalet aldım yalnız, epeyi pahalı bişeydi ama rahatlığını görünce ilk bir kaç gün giyip bütün gün yürüdükten sonra iyi ki almışım dedim.  

ali usta, ali yukarlı dalyan çarşıda. el yapımı gerçek derilerle nefis terlikler, sandaletler ve çantalar yapıyor. bir iki seneye bu işi bırakmayı düşünüyor, yolunuz düşerse bir tane alın derim. rahat, şık ve dalyan ve ahalisinin çarşısının fake ürünlere teslim olduğunu düşünürseniz belki de tek  tük gerçek alınabilecek şeylerden biri.

sahi, bizim sahiller ne zaman teslim oldu bu üstünde kafam kadar marka yazan marka replikası ürünlere!? dağ taş bilinen italyan vb. markaların replikası çantalar, tişörtler, şallar ile dolu! hiç sevmiyorum, hiç. geçelim 

eylül sonu seyahat için iyi bir zaman. çok terlemeden yine de gölge kovalayarak  ortalama otelimizde çalışanların samimi ilgisi ile güzel günler geçirdik. lüks değildi ama biramız soğuk kahvem her sabah duble geldi. 

dalyan için en son şunu söyleyebilirim; emekli, yaşlı, orta ve alt ekonomik gruba mensup ingiliz tayfasının dışında ekonomik seviyesi yüksek turist ağırlamak istiyorlarsa işin mutfağına bir el atmaları gerekiyor. balık sezonunun açıldığı bu zamanda hala daha levrek ve çipura var demek biraz garip olmuyor mu yahu!? sosa bulanmış yemekler, ingiliz kahvaltısı dedikleri görselde evet ama ingiliz arkadaşların dediğine göre lezzette pek de ingiliz olmayan kahvaltılar, yine bir gün kuaförde sohbet ederken bu sene hem fiyatların çok arttığını hem de bu fiyata aldıkları hizmetin çok da memnun edici ve iyi olmadığı şikayetlerinin  dile getirildiği konuşuldu mesela. eh kuaförler en iyi geri bildirim alınan yerler değil midir her zaman. 

dalyan konusunu burada kapatıp şehre, yeme içme dünyasına, michelin yıldızlarına geleyim. 

son günlerde izlediğim en iyi dizilerden biri the bear; tam türkiye hadi abartı olmasın yeme içme dünyası ile ilgili olanlar, michelin yıldızlarını hangi restaurantlar alacak acaba totosu oynarken izlemek çarpıcı oldu tabii ki. biz restoranlarda cicili bicili tabaklarda yemeğimizi yerken, mutfakta kan-ter ve gözyaşı olduğunu yeme içmeyle uzun yıllardır ilgilendiğim için biliyorum. tuğrul şavkay ile başladım ben yemek üzerine yazılar okumaya, sonra pul kadar fotoğrafı ile vedat milor milliyette yazmaya başladı. bahsettiğim zamanlar twitter ve instagram yok:)))) mö. gibi bir şey yani:))) tö, iö diyebiliriz. o zamanlar bloglar var ve bir elin parmakları kadar kadın blog yazıyoruz, ekşi sözlük çok popüler ve biz zirveden zirveye fink atarken ben hala bursada yaşıyorum, istanbula gelip, geçenlerde esmer'in dediği gibi ''radikalde okuyup okuyup burada geziyordu''o zamanlar  kaktüs imam adnan sokakta,  cambaz zirve mekanlarımızdan,  navizade, inci pastanesi, yeşilköy balıkçı hasan, çınar otelin restoranı vs. o zamanlar gelip yemek yiyip, içip, eğlendiğim,  gezip kaldığım yerlerdi. çoğu şimdi yok.  

şimdi şehre michelin geldi. hem de şehrin sanırım en pahalı restoranlarına. fatih tutak'ın tadım menüsü michelinden önce 2200 liraydı sanırım bugün yarın güncellenir. mikla yine şehrin en pahalı restoranlarından, yeniköy'de mukim araka ise hiç gitmediğim bir mekan, biraz sakinleşsin yeme içme dünyası ve yıldızlı mekanları deneyimlemek isteyen kitle bir kaçına gideceğim tabii ki. beyti hala listemde ve ben sadece floryaya gitmeye üşendiğimden gidemediğim bir mekan. neolokal ve makşut aşkar'ı sekiz istanbul  restoranından beri bilirim. nicole yine gitmediğim bir restoran ama alaf kuruçeşme'de kuruçeşme de benim boğaziçi yürüme hattımda olduğundan bildiğim bir mekan. şu bir ay içinde bir iki tane hiç gitmediklerime gidip michelin tavsiyeli/yıldızlı mekandan yemek yedim ben diyeceğim:))))

hayat bir deneyim benim için zira. 

michelin yıldız ve tavsiye alanlardan hakkıyla gittiklerim ise; eleos, kıyı, kahraman, koço. eleos hem beyoğlu hem yeşilköy restoranlarını bildiğim mezelerine bayıldığım bir mekan. kıyı midye dolması harika bir balıkçı, kahraman daha meşhur değilken gittiğim kalkan tava yiyip üstüne baklavaları götürdüğüm bir balıkçı:))) koço, moda'nın en iyi balıkçısı olabilir. yenileri pek bilmiyorum. 

tabii michelin yıldızları geldi de  dedikodusu olmaz mı? olur.  ilk söylenen yıldızı almak tamam ama bir de onu korumanın zorluğu, bizde biliyorsunuz influencer tayfa tanınıyor, michelin yıldızlı restoranlarda yemek yiyip puan veren müfettişlerin ise kimliği gizli. bu da onlara eleştiride rahatlık ve özgürlük sağlıyor. hatta size şunu söyleyeyim, çok tanınan bir iki influencer michelin gecesinde yokmuş bile! davet mi edilmediler edildiler de gitmediler mi orası muamma. ama bildiğim bir şey var ki o tayfanın yere göğe koyamadığı restoranlar mesela tavsiye bile edilmemiş. hiç biri!  iki gündür tavsiye edilen mekanlar hakkında yazılanları okuyorum; ortak eleştiri porsiyonların çok küçük, hesapların pek kabarık geldiği yönünde. bu uzun zamandır böyle türkiyede. hatta lafı yine dalyana getireyim, orta, orta alt segment bir şişe şarap 300 liradan aşağı değil dalyanda, bir tabak yemek de en basit makarna 250-300 marjında. yani iki kişi bir şişe şarabı paylaşıp iki tabak makarna yeseniz 1000 tlye yakın bir hesap ödüyorsunuz. michelin şef mutfağı tamam, tadım menüsünün de bir hikayesi var ona da tamam ama 4 tane yıldız alan ve toplamda 51 restorantı sadece turistle doldurabiliyorsanız ne ala değilse istanbulda her gün onları dolduracak kitle yok. çünkü bir giden bir daha gitmek istese bile menü değişim zamanını bekler. bir masada 2200 artı kdv bir de içtiğin şarabı ödeyip 7000-8000 verecek istanbulda kaç yüz bin kişi var? ben diyeyim size, 150.000 kişi, bunun 15 bini çok gezer ve mekanlar bunlarla ayakta durur. yoksa benim bütçe ayırıp beyti'ye gitmemle yürümüyor işler:))))) bu kış çok konuşulacak bu mekanlar. zevkle takip edeceğim. senin gönlünden geçen bir yer yok  muydu derseniz, tavsiye edilenlerde temiz ve leziz mutfağı ile fıccın olabilirdi mesela ama orada da leyla hanımdan başka ismi öne çıkarılan bir şef yok, leyla hanım da sahibi zaten fıccın'ın. eskiden kallavi sokağın yarısı (abartı değil) fıccın iken son gittiğimde binaların el değiştirdiğini,  fıccın'ın küçüldüğünü, üst katlarda otel inşaatı yapıldığını öğrenip zaten seslerden de anlayıp gürültüden kaçmıştım yemek yemeyerek. o otel açılınca alt katlarında kendi kahvecileri ve restoranları olacak kuvvetle muhtemel o zaman fıccın'ın işi daha da zorlaşacak. şehirde rekabet var. 

yeme içme dünyası zaten zor bir dünya; tedarik, aynı kalitede ürün sürekliliği, pandemi sonrası yaşadığımız ve asıl bu kış etkisini göreceğimiz ekonomik kriz. çoğumuz öncesinde olduğu kadar dışarı çıkamıyor, yiyip içemiyor, oradan bir konsere gidemiyor.  fiyatlar başdöndürücü bir hızla artıyor ama maaşlarımız  kaplumbağa hızında. 

çok uzadı bu yazı. bir kahve demleyeyim ben siz okurken, sonra ilk hangi restorana gideyim ona karar verip rezervasyon için arayayım. 

günaydın 



istanbul keşifleri

17 Ağustos 2022 Çarşamba

 izlediğim filmleri twitterda, günlük halimi instagramda paylaşınca bloga pek bir şey kalmıyor yav! yine de beğendiğim kimi mekanları  kalıcı olması için buraya yazmayı daha isabetli buluyorum. 

evden çıktığımda uzak boğaz diye tanımladığım semtte oturan arkadaşıma mesaj atıp ortalarda bir yerde kahvaltı yapalım dedim ama ondan yanıt gelmeden ben istinye dere içi otobüsüne binmiştim bile. beğendiğim bir yerde inerim diye kendi kendime söylenip taktım kulaklığımı açtım 70'lerin rock ilahlarını!  derken bir baktım aaa reşitpaşa'dan geçecek otobüs. uzun zamandır burada açılan mekanları merak ediyordum ama hep sahilden emirgan yaptığım için o yokuşu tırmanıp buraya çıkamıyordum. bingo! reşitpaşadaydım. indim otobüsten. reşitpaşa, temiz düzenli bir meydanı olan küçücük bir semt. yeme içme magazininde her daim kendilerinden bahsedilen mekanlar biraz yürüyünce yeşillikler arasında gözalıcı manzarasıyla orada oturma hayalleri kurduran emirgan evlerine yakın. 

önce havandan ile karşılaşıyorsunuz. büyükçe iki salondan oluşuyor. sabahın epeyi bir erken saati olduğundan henüz servis açılmamıştı. çalışanlardan biriyle kısa bir sohbetten sonra havandan'dan ayrıldım. ama benim sirha'dan tanıdığım ve ürünlerini zevkle, severek tükettiğim havrano markasının satışını yaptıkları gözümden kaçmadı. mutfaklarında da kullanıyorlarsa çok iyi. 

sonra misk floral kafe çıktı karşıma. evet isminden de anlaşılacağı üzere çiçekçi ve kahve konsepti. memlekette ilk çiçek&kahve kombinasyonunda açılan mekan olduklarını söylediler. iç açıcı çiçeklerle sabah sabah gerçekten kahve içmek için güzel bir yer. ben içtim mi, hayır. çünkü henüz turumu tamamlamamıştım. 

en çok reklamı yapılan/yazılan amanda bravo kapalıydı. yine okuduklarımdan yaz sezonunda bodrumda açtıklarını biliyorum. 

bir başka organik ürünler satan dükkan ve cafenin ise cafe kısmı tadilattaydı. adı aklımda kalmadı. yine bir başkası serpme kahvaltı var, deyince o da radarımdan çıktı. çünkü ben serpme kahvaltıyı sevmiyor dahası gereksiz buluyorum. çok çeşit olsun diye onlarca reçelin masalara gelip gitmesi hiç hazzettiğim bir şey değil. saba sabah şeker yüklenmek ise hiç hiç bana göre değil. geçelim. 

ve son karşılaştığım mekan işte burası handan dedirtti bana. nefis bir kahve kokusu geliyor, çalan müzik gayet güzel, fazla insan yok:) bingo! içeride artizan ekmekler, bloggerların yemek kitapları. mutfakta bir şef olduğu o kadar belli ki. burayı aklıma yazıyorum ama ileride semt pazarının kurulduğunu fark ettiğimden ve pazar gezmeye bayıldığımdan sonra geleceğim diye yeni kurulan tezgahların arasında keyifle dolaşmak için önce pazara doğru ufak yokuşu tırmanıyorum. sabah sabah kırmızı rujlu, bordo dantel elbiseli bir kadın pazarda dolaşınca pazarcı abiler ''oğlum etiketleri koyun' diye talimat veriyorlar çocuklarına. gülümsüyorum, eh be handan hala daha pazarı kontrol eder gibi mi yürüyorsun sen, at bu memur havasını üzerinden diye kendi kendimi azarlıyorum. 

hemen eve döneceğimi bilsem pazar alışverişimi buradan yapardım. meyveler sebzeler otlar o kadar taze ki! dayanamayıp bir kilo bardacık atıyorum çantama, bir kiloya yakın da taze fındık. laf aramızda bir iki incir de yiyorum o arada:) 

sonra hopp gerisin geriye beğendiği kahveye. artık bir filtre kahve ile kahvaltı zamanı geldi de geçiyor bile. 

padoca 
bakery & cafe 
güzel bir filtre kahve, çırpılmış yumurta ve ekşi mayalı ekmekleri ile kahvaltımı yapıyorum. serviste özgür bey var, semt üzerine konuşuyoruz. akşam 6'dan sonra açık yer bulamayacağımızı bayram ve resmi tatillerde kapalı olduklarını anlatıyor. o arada mutfaktan sıcak sıcak çıkan kekler tezgahtaki yerlerini alıyor. gelen kitle belli ki mahalleli. çünkü aslında burası geçerken uğranılacak bir semt değil. yani buraya ya ben havandan'da yemek yiyeceğim ya da padoca'da kahvaltı yapacağım deyip gelirsiniz. ya da benim gibi emeklisinizdir, bir otobüse binip şehri keşfederken az çok mekanlar hakkında yine bilginiz varsa burada inersiniz. yoksa çarşı olmayan, binaların birinci katında mukim bu mekanları otobüsten keşfetmeniz zor. 

havandan'ın fiyatları tahtada yazılıydı, günün çorbası 52 tl diye kaldı aklımda, misk floral cafe'de espresso 30 liraydı. örnek olarak bunları yazdım ki diğerleri için aklınızda bir fiyat aralığı olsun. padoca'da da kahveler 25-30 marjında. bunlardan daha düşük fiyatta kahve yok zaten artık istanbulda. 

leziz kahvemi içip karnımı doyurunca arkadaşımı anımsadım:))) arayıp bir araç bulup bulamadığını sordum. bulmuş, geliyormuş. geldi, onunla da soğuk bir şeyler içip yokuş aşağı sallanıp emirgan sahile indik. orada da soğuk bir şeyler içtikten sonra hadi handan bu kadar gezme yeter deyip eve doğru yola çıktım. 

keşiflerim devam edecek, izlemeye devam:)))) 



midilli / lesbos notları 2

3 Temmuz 2022 Pazar

  bugün fotoğraf fotoğraf midilli yazısını tamamlayacağım. 

 erossos plajı. doğal, temiz, nefis. 

petra'dan sonra erossos'a gitmeye karar verdim. erossosa gitmeden bu küçük köyde bir mola verdim. iki tane köy kahvesi olan yukarılarda  bir köy. 

 parakilla. 

köy kahvesinde dinlenip adanın öbür ucundaki erossos'a vardığımda iyi ki gelmişim dedim. 


sahilinde sanat olan bir köy, erossos 

böyle çok tatlı barları olan bir yer 





işte güneşlendiğim, canım bir şey yiyip içmek istediği zaman bu yerlerden birini seçtiğim nefis koy/köy eressos. yolu meşakkatli ama değiyor. tertemiz, cam gibi bir deniz. 

bir başka favorim, sosis. ister yanında iki göz yumurta ile kahvaltıda ye istersen pattiz ile biranın yanında. 

en sevdiğim şeydir, öğle sıcağında daha yemeğe oturmadan yeni kızartılmış ılımış bir mücver ile buz gibi bira yudumlamak! çok şanslıydım ki mücver mutfaktan ikram geldi, yoksa bu meretin ne ingilizcesini ne de yunancasını biliyorum:) 



işte burası
yine bir aile işletmesi, mezeleri süper, lakerdasında aklım kaldı 
ısrarla tavsiye 

evet, son notlarla kapatayım midilli konusunu. ayvalıktan turyol ve jalem tur sefer yapıyor. saatleri için internet lütfen. girişte pcr vs. sormak kalkmış yunanda. biletinizi alın, turyolda da jalemde de büfede içki var. keyfinize bakın. 1.5 saat sonra lesbostasınız. sonrası hangi köyde kalacağınız size kalmış.  çok rahat çok güzel çok değişik özelliklere sahip onlarca sahili köyü olan bir ada. gez gez bitmez. 

keşfederek kalın. 




78'lik abilerinden 50'lik erkeklerin öğrenecek çok şeyleri var

30 Haziran 2022 Perşembe

ilişkilere dair: yine gündemde bir 35'e 78'lik evlilik var. yazmama gerek yok ama yine de yazayım, tabii ki 78'lik olan erkek ve bir iş insanı. 

şimdi şöyle bir durum var: 35lerini süren bir kadın ''genç'' olmanın son yıllarındadır. sonrası artık orta yaşa doğru gidiyor. bunu cebe koyalım. ve 35 yaşında, iyi eğitimli, en az bir yabancı dili iyi bilen, üniversite mezunu, yurt dışı gezilerine çıkmış, kendine bakan, gezen, yiyip içen bolca estetik operasyon ile aslında birbirine benzeyen bir kadın tayfa var. ve bu kadın tayfanın kendi yaşıtlarından alabilecekleri bir şey yok artık. aileleri de orta üstü gelire sahip olduğu için zaten iyi okullarda okuyup iyi restoranlarda yemek yiyip iyi barlarda içki içerken tanışıyorlar bu ''purolu abilerle'' purolu abiler = teknesi olan abiler. tabii bu abilerin az bir kısmı evli değil. karıları bırakır mı hiç, deli misiniz? kalan az sayıda evli  olmayana da imzayı attırabilen attırabiliyor  işte son örnekte olduğu gibi. burada her kim ki olay para değil diyorsa, dinlemeyin  gülümseyin geçin. zaten bu abiler de 35 üstüne pek bakmazlar, çünkü hem genç hem de tabii ki ortamlara ayak uyduracak görgüde bir yaşta kadınla evlenip 80'lerinde ve diğer bütün erkeklere hava atmak ve mutlu olmaktır niyetleri. işte yukarıda 35lik son gençlik yaşlarında olan kadınları tanımlarken saydığım özellikler bu isteğin temeli. 20 25 lik bir genç kız dağıtabilir vs. sürü sepet sorun yaratabilir ama 35'lik kendini bilir. işte bu. 

ne yapacak bu genç kadınlar, 12 taksitle bilmem hangi turdan sabahları taze kaşarı iteleyen toplama kampı gibi tatil köylerine davet eden adamlarla mı sevgili olacaklar!? şakayla söyledim ama gerçek bu, kızlar bu tatilleri ve fazlasını zaten alabiliyor, dertleri o değil ki, daha fazlası. sabit bir  geliri var bu da iyi üstelik ama bir tekneye bir paris alışverişine avrupanın iyi restoranlarına yetmez, o da biliyor parise gider ama o kadar işte. ama purolu abiyle öyle mi? değil. gerçekj parisi görür. eyfeli zaten görmüş:))) 


gelelim olayın çokk para olmayıp da yine 70'lik sevgili sahibi olanlara. orada bu sefer olay tersine dönüyor. kadın, görgülü, oturmasını kalkmasını bilen, yemeğe çıkmasını, içmesini bilen eden bir adam arıyor. e yukarıda anlattığımız zengin abi ile aynı ortamlarda değil de başka daha halk ortamlarında biriyle tanışıyor. e adam yaşlı, tamam, kadın da biliyor ama görgüsü, tecrübesi, sevgisi yaşını unutturuyor. bu paranın normal rakamlara sahip olunduğu zamanlar. o ilişki sürüyor. kadın istediği için sürüyor. 

yani sonuç olarak, genç sevmek herkes için güzel. ancak erkek cinsinin genci pek matah değil. kontrolsüz güç!:))) bir işe yaramaz yorgunluktan başka. olgun, yaşlı hem de paralı ise neden evlenmesin ki 35'lik son tazelikte olan kadın? 

mutluluklar. kim bu çift handan, diyorsanız biraz magazin okuyun aaaa derim. 

*** 

gelelim 35'e 50 ile son günlerin siyasi dedikodulu ve hastaneli, telefonlu olayına. burada öyle büyük bir zenginlik yok. siyasi ortamlarda yükselmek isteyen; tarafların her ikisinin de kazanmak üzerine kurup allayıp pulladıkları bir ilişki var. tam türkiyeli tipi. 

adam siyasette, kadın da siyasetin bir yerinden tutmuş, gözü yükseklerde; katıldığı, davet edildiği, konuşma, panayır  ne varsa ( instasını inceledim) partideki titrini de yazdırmış afişe:))) adam da klasik 50 ye gelince belli ki o yolunda yürüdüğü 70lik abileri gibi 1. karısını beğenmemeye başlamış, eh genç kadın da siyasi ortamlarda zaten... işte bu da böyle. birinciyi boşa, ikinciyi alla pulla aşkla.. sonra birinci tek bir hareketle birini hastaneye sonra ikisini de siyasetin dışına şavullasın:)))) 

parasız kısmı buydu işte. siyasinin birinciye ömrü boyunca susturup tatlı hayat yaşayacağı bir tazminatı verseydi bunların hiç biri olmazdı. bak 78lik abinin diğer eşlerinin hiç sesini duyan var mı? yok:) 50'lik abi yok evi mevi bıraktım diyor ya ulan kim ne yapsın eski evi eşyaları! 

dedikodular ve ilişkiler de böyle. 

 ne izliyorum: million paund menu. çok çok iyi bir ingiliz tv şovu. elbette yeme içme dünyası üzerine. yatırımcı & restoran ilişkisini hep merak ederdim, öğrendim. tavsiye ederim. 

ne okuyorum: akdeniz yemekleri. türkiye iş bankası kültür yayınları. jacqueline clarke ve joanna farrow birlikte yazmışlar. nefis fotoğrafları olan 500 sayfa sos ve yemek konusunda hayal gücümü geliştiren bir kitap. son günlerin sehpa kitabı, aç oku kalk bir sos yap şeklinde ilerliyoruz kitapla. 

gündemde başka bişey yok şu sıralar 

bir yazının daha sonuna geldik. yeni yazılarda görüşmek üzere 

aşkla kalın! 





baharat kokulu ada

27 Haziran 2022 Pazartesi

 başlığı edebiyat olsun diye atmadım, lesbos gerçekten baharat kokuyor, üstelik kimyon! motorun terkisinde koy koy gezerken bu kokuyla sarhoş oldum desem yeridir. 

evet, lesbos; sırayla gidecek olursam gidişi süper ayarlayabildim. önce uçakla edremit oradan ayvalık ve akşam 6'da lesbos.  dönüşte bu kadar şanslı ve organize değildim. belki bahsederim ondan, ama şimdi pek canım istemiyor. 

önce giderken ayvalık ve cunda'da geçirdiğim bir kaç saatten bahsedeyim. cunda çok mekan, çok restoran çok cafe çok... üç sıra mekan açılmış ki bunlar sahil ve paraleli, içeriye doğru da bir çok mekan açıldığını tahmin edebiliyorum. ayvalıktan giderken zaten her iki katlı evin ''butik otel'' olduğunu görüp gülümsedim. butik bilmesek... neyse, geçelim. 

cunda'da vira balıkta meze yedim. hepsi taze ve belli bir standardın üstündeydi. ekmekler kızarmış geldi. işletme çalışanları mesafeli bir samimiyet ile sorularıma yanıt verip ağırladılar beni. giderseniz cunda adasına gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. 


vira balık cunda adası 
sonra ve elini midilli. ben adaya bundan 10 yıl kadar önce bir kez daha gelmiştim. o zaman merkezde kalmış sadece plomari kasabasını gezip dönmüştüm, çünkü kış mevsimiydi. şimdi yine ilk gece tabii ki merkezde mitillini'de kaldım. çünkü o saatte bir köye gidip otel bulamama olasılılığını bütün plansız ve tek yön gidiş biletli halime rağmen elemeliydim. eledim. 

merkezde bir tavernada az balık bol sohbet bol meze ile akşamı geçirip mütevazi otelin mütevazı kahvaltısını da yaptıktan sonra ver elini petra! 

petra'ya bayıldım. yine mütevazı bir pansiyona attım çantayı. işletmeci, çalışan, şef hepsi sahibi! kadın tek başına bütün işlerin üstesinden geliyor. oğlu barı işletiyor. gecelik 25 euroya anlaştık. iki gün yeter dedim petra'ya, yetti. petra'da molivos'a gezmeye gidip döndüm, molivos çok turistik, çok. pek uymaz bana o kadar turistik. 

petrada denize bakan balkonumda proseccolar içip gülümsedim. uzun uzun güneşlendim, köyün içini ve tepedeki kiliseyi gezip öğle uykularına uyudum.  dimitra'nın mutfağından pirzolaları mideye indirip, gyros sevdamı da çok aç değilken  yiyip ters dönmüş tospağa gibi devrildim plaja:)))) ,

en güzeli plajların hiç birinde bırak  bangır bangırı müzik olmaması. dalgaların sesini dinledim bütün gün ve gece. tertemiz bir deniz, yan yana dizili taverna, kokteyl bar, restoran hepsinin farklı konseptte plajlarının ücretsiz olması. yediğnizi içtiğinizi ödüyorsunuz o kadar.  hayır, plajlara özel bir fiyat yok. menüde ne yazıyorsa o. 

petra da molivos da gayet güzel köyler ve koylar. her birinde 3 gün bile kalınabilir uzun uzun yüzmeyi ve güneşlenmeyi seviyorsanız. 


petra 
midilli, petra ve molivos'u neden seçelim handan? 

* tertemiz bir  deniz 
* nefis ahtapot kalamar sardalya 
* nefis gyros ve suvlaki 
* nefis içkiler 
* sessiz plajlar 
* yakın olması 
ve bütün bunlarla birlikte güvenli olması 
  
bütün bunlar için seçebilirsiniz. araba kiralarsanız köy köy koy koy 10 günde her yerini gezer yer içer kalırsınız. günlük 50 euro'yu gözden çıkarın onun üstü size, ekonominize, yeme içme kapasite ve tercihlerinize bağlı. 
 
plajlar ücretsiz. plajda içkiler 3 eurodan başlıyor. gyros 3.50 tan, pirzolalar 6-8, kalamar ahtapot 8-10, karidesli makarna 14+ şeklinde gidiyor fiyatlar. 

temiz küçük pansiyonlar olduğu gibi, havuzlu falan tek yıldızlı iki yıldızlı oteller de var. ancak onlar genelde doluydu haberiniz olsun, siz bana bakmayın inceleyip rez. yaptırıp öyle gidin. hiç olmadı limana indiğinizde bir bakın, malum bazı siteler bize ülkedeyken rez. olanağı sağlamıyor. 

ben yunan coğrafyasını ve mutfağını çok sevdiğimden sıkça gidiyorum. artık saymayı da bıraktım. uçak + feribot meşakkatli olmasa daha sık giderim ya neyse. 

lesbos/lesvos güzel ada. püfür püfür esiyor valla:)))) bu yazı çok uzadı, daha erossos var, diğer küçük köyler var. onlar başka bir yazıya kalsın. 

iyi haftalar herkese 






bir dada macerası, mecidiyeköy'de yaşamak

16 Haziran 2022 Perşembe

 mecidiyeköy'de oturmak; istanbulun gürültüsünü, kaosunu, kalabalığını anlatmak için ''mecidiyeköy gibi'' tabirini dilimize sokmuş ve sıkça da köşelere girmiş olmasına rağmen, verimli ve güzeldir. hele benim gibi kaostan beslenen ve hatta kaosu seven biriyseniz. 

çünkü mecidiyeköyde canın sıkılmaz, canının sıkılmasına olanak yoktur. seçenekler çoktur ve gerçekten öyle mıy mıy bişey yapıyormuş gibi kafeler falan değil bildiğin sineması, tiyatrosu, sergi alanı, avmsi ve aradığın her şeyi bulabildiğin çarsısı, barı, meyhanesi, ocakbaşı ile evinden çıkıp hiç toplu taşıma dahi kullanmadan oyun izleyip üstüne iki içki yuvarlayıp yine  yürüyerek evine dönebilirsin. 

geçen günlerden birinde evden çıkıp biraz yürüdükten sonra dada kabaret çarptı gözüme, senelerdir bu burada ve bir kere bile gitmedin sen handan, diye kendi kendime söylenirken girdim içeri. içeri dediysem öyle hemen giremiyorsun bayağı bir merdiven katedip sonra ulaşıyorsun  mekana  ki girerken yahu aşağıda bir dünya yaratmışsınız, cümlesi döküldü dilimden. karşılama güzel, içerisi janjanlı, şansıma oyun da varmış. eh o zaman keyfini çıkarayım deyip kuruldum masaya, menü inceledim, akşam için hazırlık yapan çalışanlarla lafladım, sonra çıkıp fairmont'un diğer restoran ve barlarını şöyle bir dolaşıp geldim. ve oyun başladı. o sırada yan masada oturan bir bey gelip oyunda konuk oyuncu olup olmaayacağımı sordu. bittabi evet dedim. hem de zevkle. 

dada kabaret bir bar&restoran konseptinde, interaktif oyunların  sahnelendiği  sahne ve masaların aynı alanı paslaşarak kullandığı insanların içki içip yemeklerini yerken oyun izledikleri bir mekan. evet, okan bayülgen'in mekanı. bilet alırken yemekli, yemeksiz, sadece giriş gibi seçenekler var. yemekli biletli masalar konuklar gelmeden soğuklar vs. hazır edilerek başlanıyor. oyunda 3-4 ara veriliyor ki, yemekler tabaklar değiştirilsin içkiler tazelensin. esas olarak içki satışına önem verdikleri de her anonsta bunun altını çizmelerinden belli oluyor. bunu eleştiri olarak ekşi'de de okumuştum. beni ''hadi bir içki alalım'' lafları rahatsız etmedi ama oyunun sonunda çekiliş mevzusunda ''ön sıralar zengin masalar'' vurgusu niyetleri ve düşüncelerini çok açık ettiğinden hem gülümsetti hem de diğer eleştirinin haklı olduğunu gösterdi. insanlar 200 lira ödeyip yemeksiz bilet alınca, ön masadakiler daha mı zengin oluyor yani:)))) bittabi hayır. çok daha çok içki satalım, çok daha çok kazanalım bu kadar açık edilmese daha iyi olur, yani düşünün:)) ama seyirciye de bu kadar açık etmeyin yahu, derdim okan b. orada olsaydı. 

neyse, mekanın kendisi havalandırması ve ses düzeni ve  sistemi gayet iyi.  yok telefonunuzu kapatın, yok bilmem ne gibi kural ve anoslardan azade bir akşam geçirmek de keyifli. benim gibi konuk oyuncu olup bir de o deneyimi yaşamak daha keyifli. biraz deli ve sert konuşan bir avukatı oynadım:)))) . arada, bahçede sigara molası verince bir kaç da ''çok iyiydiniz ya'' tepkisi alınca değmeyin keyfime eve ıslık çalarak döndüm. oyunculuk çok heyecan verici bişey sahnede olmak çok güzel bir duygu. ben sabırsız, biraz agresif ve tahammül sınırları pek de yüksek olmayan olan bir insan olmasam dizilerde figüranlık falan yaparım  ama yok o kadar bekleyince kesin magazine haber olurum ben: figüranın delirmesi, diye. çünkü yazının girişinde de söylediğim gibi semtimizde her şey olduğu gibi  bir kaç tane büyük ajans da var, birinin önünde  sürekli minibüsler ve gençler görünce girip şöyle bir bakmıştım etrafa sonra duvarda küçük küçük tabelalarda yazan dizi sektörüne dair özdeyişleri bir okudum kaç handan kaç dedim, kaç! aklımda kalan bir kaç tanesi, ''beklemekten sıkılıyorsan gelme' '' kolay set yoktur'' , '' zor sette yoksan kolay sete çağrılmazsın'' mealen böyle, sen hitabı, emir cümlesi ile onlarca tabela. ben arada dada'ya gider konuk oyuncu olarak keşfedilmeyi beklerim. set bana göre değil. 

yaz geldi, mekanlar hep bodrum'a taşındı. ben de bir yunan yapmak için ha bu işi bitireyim ha şu sorunu da çözeyim derken okullar kapandı ve şimdi çoluklu çocuklu aileler sahilleri dolduracak. eh benim kafa onu  kaldırmıyor. nasıl olacak ne yapacağım, temmuz gelmeden bir seyahat yapıp son günlerde kafamı yoran ama artık yavaş yavaş çözümün belli olduğu olayları geride bırakıp  beynimin berraklaşmasını nerede sağlarım diye düşünmekteyim. 

gideceğim yere karar verince size oradan merhaba diyeceğim. 

günaydın 




ilişkiler ilişkiler ilişkiler...

8 Haziran 2022 Çarşamba

 gök kubbe altında ilişkilere dair söylenmeyen bir şey kaldı mı,  sanmam. yine de yeniden ilişkiler üzerine klavye tıkırdatacağım ki ben 30 larımda onlarca yazı yazdım burada ve zaman yazdığım sitelerde. neyse, lafı şuraya getireceğim; ayrılık. 

sevgilimden ayrıldım/sevgilimle ayrıldık. hangisi daha doğru, giden midir terk eden kalan mıdır, bu tartışmanın yanıtını verebilen olsa da kabul edilmiş bir kesinlik yok. 

neden ayrıldık? birinci sebep kıskançlık. hem de öyle böyle bir kıskançlık değil, benim insanlarla konuşmamı ( ingilizdi sevgilim ve hesap lütfen, günaydın ve merhaba nasılsın dışında türkçe bilmiyordu, öğrenmedi de) dahi kıskanıp sürekli ''handan handan ' diye sohbeti bölmesi bir yana kolumdan falan çekiştirmeye başlamasıyla sinirlerim de katre katre yükselmeye başlamıştı. 

sonra bardağı taşıran son damla geldi.  gün ortası havuz başında şarap içip güneşleniyoruz, elimde telefon twit okuyorum. son günlerde telefonum pek sağlıklı olmasa da çalışıyordu ama o anda gitti. yok, gitti. aç kapa, simi çıkar tak ne yaptıysam fayda etmedi. telefon ölmüştü. restorana geçtik, birer içki söyleyip telefon tamircisi ya da satıcısı  olup olmadığını sordum, yok. 

restoranın işletmecisinden banka vs. acil aramam gereken yerleri aramak için telefonunu rica ettim. aldım, bilenler bilir çok hızlı ve seri konuşurum hatta sinirlenince daha hızlı ve seri olur bu, millet tekler sinirlenince ben tam tersi makinalı tüfek  gibi üç tane upuzun cümleyi peşpeşe sıralarım.  ben bankaya dert anlatırken, benim kıskanç erkek arkadaşım nedense anlayamadığım bir şekilde bu konuşma halim ve tarzımdan sıkılıp masadan kalkıp odaya gitti! bir içki daha söyledim, sakin ol handan deyip gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra telefonu sahibine verip odaya gittim, masaya dönüp dönmeyeceğini tıslar gibi bir sesle sordum. kalktı, döndü masaya, yemek söyledik, yedik, hesabı ödedik, odaya çıktım, kısaca  yaptığının affedilmez bir hareket ve  kabalık olduğunu söylediğim onun da saçma sapan karşılıklar verdiği kısa bir konuşma yaparken  valizimi topladım;

''masa öyle terk edilmez, böyle terk edilir'' deyip onu arkamda bırakıp çıktım. bu kadar. 

ayrıldık. sonrası benim yeni bir telefon almam, kafamı toparlayıp bir kaç gün bulunduğumuz coğrafyada -başka bir otelde- dinlenip istanbula dönmem. ertesi gün ve sonrası sürekli aramalarını ve vatsap mesajlarını okuyup yanıt vermeyerek tek bir mesajla sonsuza kadar hoşçakal ve iyi tatiller diyen bir mesaj yazdıktan sonra  engelledim, çünkü artık bitmişti. 

kıskançlık, kabullenilmez bir  defo/kusur benim için. ki ben kusurlu adamları severim, ne bileyim kibarlıkla alakası yoktur ama bilirim ayı gibi davransa da gözlerinin içi güler, o kusur hoşuma gider, pür i pak kusurunu göstermeyen adamlardan kaçarım, o varolan çok daha büyük defosunu saklamak için bir kılıftır, onu öğreneli çok olduğundan jilet gibi giyinen adamı da davranan adamı da  sevmem, keten gömlek giysin, kıvırsın kollarını, buruş buruş olsun o gömlek... mutfak tezgahında yüzünü  yıkamaya çalışsın, azarlayayım mesela onu ama gülümsesin... severim. 

kıskançlık üzerine hala daha yok azı karar çoğu zarar yok seven kıskanır gibi safsatalara girmeden, güven temelli konuşmalar yapmadan, kıskançlık insanın ruhunu kemirirken karşı tarafı da bu duyguyla yormak/rahatsız etmek en sonunda böyle  terk etmesiyle sonuçlandıracak bir süreç. öte yandan kıskançlığı farklı duygulara sarıp göstermemeye çalışmak sinir bozucu ve komik . ben, rich türkiyede olmadığı zaman dışarı çıktığımda surat yapıp ''ımı bin sinin için kiygiliniyirim'' diyordu işte komik olan burası, kıskanıyorum istemiyorum çıkmanı dese/diyemez, kıskançlığı kaygıya bulayıp oradan bir yol yürümeye çalışıyordu ama olmadı. yürüyemedi:) 

masada beni bırakıp gitmek, affetmeyeceğim bir davranış. affetmedim. 

ilişkiler tüy gibi olmalı, tüy. birarada olmak demek birbirini boğmak demek değil. birlikte bir yaşam sürmek, birini hayatına almak güzellikle yaşamak için. birinin kıskançlığını kaprisini çekmek için almıyorum yaşamıma; bilakis kendi kendime yaptığım hoşlukları karşı tarafa onun da bana yapmasıyla yaşamdan alınan zevki iki katına çıkarmak için ikili ilişkiler kuruyorum/kuruyoruz. yanlış mı biliyorum, yooooo gayet doğru biliyorum. 

işte böyle, yılların hikayesi bitti. 

yeni aşklara yelken açma zamanı:)))) 

günaydın 

köyde hayat; burada iş hiç bitmiyor!

5 Haziran 2022 Pazar

 geçtiğimiz ayı iki seyahat ile kapattıktan sonra şimdi evde 3. valizi yavaştan hazırlıyorum:))) 


köyde hayatım nasıl geçiyor, anlatayım. erken  uyuyup erken uyandığım  ,çin 7.30 gibi ilk kahvemi içmiş deniz kenarında yürüyüşe başlamış oluyorum. en az 20  dakika yürüyor bazan bir türk kahvesi molası verip eve dönüyorum. sonrası kahvaltı ve bahçeyi evi toparlamaca. köyde iş hiç bitmiyor! bulaşık makinası yok köy evimizde, onlarca bardak çay kahve soda içtiğimizden bulaşık hiç bitmiyor. bahçe, alıveriş öğle yemeği planlaması ya da zeytinyağlı olacaksa yapıp bir tarafa koyması derken öğle uykusu zamanımız geliyor.  annem tv karşısında ben üst katta. televizyona artık hiç katlanamıyoum, uzaktan bile sesinin gelmesine!  öğleden sonra annemle yemek faslından sonra kağıt oynuyoruz ve genelde annem yeniyor beni. 

bir gün sabah erkenden köy minibüsüne atlayıp trilyeye gittim. sabahın erken saatlerinde sahil köylerine bayılıyorum. çınardan meydana inip sağlı sollu erkenci kahvelerini geride bırakıp sağa döndüm ve trilye'nin yeni mekanlarını keşfettim. yelken kulübü ve tasmahal. trilye olmuş atanamayan gümüşlük:)))) yelken kulübü de tasmahal de sabahın dokuzunda kapalıydı tabi ki. gerisin geriye yürüyüp, açık bir restoranda  çay içtikten sonra ( restoran çay satmıyor kendilerine demlemişler ikram ettiler) mekanlar açılınca tasmahal'in menüsünü inceleyip bişeyler içtim. buranın manzarası gerçekten harika! bir akşamınızı buraya ayırın, derim.  

bu sefer bursaya gitmedim, bursada  görüştüğüm bir kaç arkadaşımla zaten kuzey egede buluşacağız, o yüzden bu sefer köy gezimi trilye-mudanya hattı ile sınırlı tuttum. 

kısa kısa

* borgen  izliyorum. 

* doğum günüm yaklaşıyor kendime yine seyahat hediye edeceğim. 

* bişey okuyamıyorum, twit, sosyal medya ve gazetelerden başka! 

* iyi bir film izlemeyeli çok oldu. hep çıtır çerez şeyler var netflikşde

* birazdan markete ve pazara gidip yeni fiyatları tecrübe edeceğim. bu ay evde o kadar az  kaldım ki su faturam 19 lira gelmiş:)))) 

* trilyede meze ve balık için  liman balık'ı tavsiye ederim, yılların mekanı olduğundan.  murat bey hep işinin başında. bir akşamüstü şeysi içerken onunla da lafladık. 



iyi pazarlar 


yaptığım en kötü seyahat tarihe geçsin diye

22 Mayıs 2022 Pazar

yaptığım en kötü seyahat olarak kayıtlara geçebilir bu seyahat! geldiğimden beri daha kötüsü var mıydı diye düşünüyorum; limni adasında da otel kaynaklı sorunlar yaşamış ve ilk günler pek tat alamamıştım. bu seyahat ise bir stres topu gibi hepsini geride bıraktı, bütün kötü seyahatleri unutturdu. 

neden? bir kere en başta transfer meselesini dalaman havaalanında sadece taksiye mecbur bırakmış olmaları beni sinirlendiren bişey. alternatifi yok, dedikleri zaman bunu kime söylediklerini bilmiyorlardı:))) ne demek alternatifi yok deyip binmedim. sonrası... iki aşamalı otele ulaşma ve geçen zaman, yorgunluk vs. neyse ki 2. araçta çok şanslıydım ve o şans hep yanımda oldu. otel odalarını küçük yapmalarını anlarım. ama küçücük odaya iki tane  dana gibi koltuğu bitişik nizam  üstelik koymalarını anlamıyorum. hiç mi mimar çalışmıyor bu otellerin yapım / kurulum / tefrişat aşamasında? 

valizi odanın ortasında yer kaplayan kocaman sehpanın üstüne koydum ben de n'apim. ulaşım ve odaya yazın 2 eksi. kaldı 10 üzerinden 8 bakalım yazının sonunda kaça düşecek. 

iüçüncü ve en büyük sorun; mutfak / yemekler / içecekler. 

*mutfak ''dünya mutfağı'' denen ucube

* yemekler büttün restoranlarda aynı: kahvaltı, salata, makarna, pizza ve tabii steak. 

* içecekler gereğinden fazla pahalı. 

bu dünya mutfağı denen her şey olan mutfak o kadar kötü ki. içeride bir usta var ve her şeyi biliyor. makarnalar yapılmış hazır, isteyince hoop mikro dalgaya, karidesi çimçim olduğu belli olmasın boyunu posunu görmeyelim diye atmışlar tatlı ekşi denen sosun içine:)))) pizza hamuru desen alakası yok. daha neler neler. o fotoğrafta güldüğüm de lezzet değil, tabakta jumbo karideslerin kafası var gövdesi yok:))) inamıyorsunuz değil mi? ahahahhaha bence de inanması zor, tabakta karides var ama jumbo değil, kafa var onlar jumbo. karışık deniz ürünü tabak o; en altta levrek kuyruk tarafı var, patates püresi var tabakta patates! bu kadar yer gezdim, karışık deniz ürünü tabağında patates görmek sarıgerme'ye nasipmiş. güldüm geçtim, ne yapayım hepsi birbirinin aynısı. 

yemek bakımından çok ama çok zayıftı köy. sabah kahvaltıda dilimlenip kurumuş ekmekler falan koyuluyordu önümüze. migros vardı yakında kendim simit alıyordum sıcak çıtır çıtır. 

plajına, plaj işletmesine hiç lafım yok. gayet temiz düzgün bir plaj, çalışanlar hakeza, fiyatlar makul. amaa köye gelince birden fiyatlar üst segmente çıkıyor ama hizmet dersen 10 üzerinden 4 veririm ancak. 

mutfak, yemek ve içeceklerden de 3 puan kırdım mı, 8 kalmıştı, kaldı 5. 


daha neler neler yazarım da bu kadarı yetti. yazmak iyi geldi kafamda gönüp duruyordu bu cümleler, yazdım rahatladım. judy'nin efsanevi bir ''alaçatı'' yazısı vardı okuyanlar bilir, bu onun çeyreği etmez ama olsun, her tatil güzel geçmiyor her zaman mutlu mesut dönmüyoruz. 

ben dönerken şanslıydım. hiçç bilet falan bakmadan alana geldiğimde -yok taksiyle değil- saat 10'du. ve bingo 10.55'te uçuş vardı. bileti aldım, koca valizi bagaja verip kendime bir espresso ısmarladım. 34 lira bir espresso alanda, cüzdandaki bozuklukları dökünce bir euro çıktı geçen eylül^den kalmış demek ki... onu verdim geçen eylül ayının son kalan parasıyla son hatıralarını da silip atayım artık diye o paraya  tatilin bütün olumsuzluklarını ve sıkıntı yaratanlarını yükleyip kurtuldum paradan da anımsattıklarından da. 

sonrası ver elini istanbul. bir kahve demledim, kendimi dinledim; yorgunluktan ziyade rahatlama hissediyordum. hala da öyle.

günaydın.