sirha istanbul, #sirhaistanbul , le cordon bleu

27 Kasım 2015 Cuma

sevgi dalım ile nasıl keyifli sohbet ediyoruz 

baştan başlayayım; yine bir sirha zamanı ve ben yine hoplaya zıplaya yağmur altında harbiyeye ulaşıp iki senedir beni davet eden gastronomi dergisi yazarı cüneyt ( söz) beye içimden teşekkür ede ede girdim. e bundan sonrası bir lezzet fırtınası ama tabii kahvemi yudumlarken henüz le cordon bleu istanbul'un davetinden haberim yoktu. le cordon bleu koordinatörü ile karşılaştığımızda hal hatır sorma faslından sonra aç mısınız, sorusuna çok değilim ama diye yanıt versem de yemeğe davet edince, kırmadım; ve çok lezzetli bir yemek yedim. öncelikle teşekkürler. şimdi tekrar yazıya dönelim. 

sevgi dalım bana servis yapan ve menüyü anlatan le cordon bleu öğrencilerindendi; menünün şarap eşleşmesini kayra yapmıştı ve esasen menünün kendisi de özenli bir çalışmadan çıkmıştı.
bakınız instagram; handanin_kaleminden

 her şey çok güzeldi. bu güzel çocuklar yemek yapmaya gönül vermiş ve pırıl pırıl halleriyle her şeyi eksiksiz ve anında yapmak için etrafı rahatsız etmeden gözlemliyorlardı. yemeklerden daha çok sevdiğim bir şey olduysa bu da bu güzel çocukların işlerini bu kadar sevmeleriydi. 

yıldız anasonlu, havuç soslu ıstakoz 
 kayra allure sauvignon blanc, 2014 
nefisti, nefis 

ve ben tatsız bir telefon konuşması yaparken başlangıç çıtır salyangoz; sarımsak ve maydanoz ile olan tabağın fotoğrafını çekmeyi unutup bir lokmada yedim!:) yine olsa yine bir lokmada yerim:))) 

ana yemek 2 farklı usulde pişmiş, provence aromalı kuzu eti & kayra versus viognier, 2013 tü 

kapanış tatlı ise fındık kremalı ''choux'' hamuru & kayra leona bloom, 2014 ile yine nefisti. 

yemek sektörü bu gençlerle çok başka yerlere gelecek ve ben 50 lilerimde çok daha iyi yemekler yiyeceğim bu coğrafyada; ona inanıyorum. 

çocuklara ve öğretmenlerine teşekkür edip, sirha'yı gezmeye devam ettim. 

*** 

sirha'dan esprili bir anekdot ile bu yazıyı sonlandırayım ama bir kaç yazı daha olur sirha istanbul'dan. 

hayfene standında bir ara ben, aylin öney tan, refika birgül ve yine yemeğe gönül vermiş bir kaç kişi sohbet ederken ikram edilmek istenilen limonlu sodaya önce ben sonra da refika birgül sadesi varsa içebileceğimi belirtince limonlu sodalar ortada kaldı:) böyle bir topluluktan kimse nin böyle aromalı bir içeceği içmeyeceği gerçeği hepimizi gülümsetti. 

***

sirha istanbul'da bu sene zeytinyağı üreticilerinin ve üçüncü dalga kahvecilerin ataklarını gördüm ben; bir kaç deneme boyu sızma evde duruyor. denedikçe yazarım olmadı instagram yaparım. 

aklıma gelen sirha notları bunlar. 

devam edecek 




ocakbaşı karşılaştırmaları

20 Kasım 2015 Cuma
 ailece et ve kebap seviyoruz ve en lezzetli etleri de evimizde yiyoruz aslında ama yine de istanbulda ocakbaşına kurulup bir kadeh rakı ile keyif yapmaktan da kaçınmıyoruz sonuçtan zaman zaman memnun kalmasakta. 

son zamanlarda sıkça ocakbaşında oturunca bir ocakbaşı karşılaştırması yazmak farz oldu. sevenler okusun, vegan ve vejetaryenler sayfayı usulca kapatsın:) 

bir ocakbaşında beni mutlu eden şeyler sogan, sumaklı soğan ve diğer aslında etin yanında çok yemek istemediğim garnitürlerin taze olması, mesela ezme salatanın o anda yapılması pidenin / lavaş ekmeğin ince olması içine koyduğum etin tadını bastırmaması ve bittabi iyi servis, iyi et ve şaşırtmayacak hesap.  

geçen hafta vedat milor'da görüp buraya gidilir diye aklımıza yazdığımız yirmibir kebap mesela bizi ziyadesiyle hayal kırıklığına uğrattı. miniminnacık kayık tahtalarda kemikli denen kuzu etinin ne yazık ki hiç bir lezzeti yoktu. adana idare ederdi, tabaklarda soğan yoktu zaten küçücük olan masalarda tuzluk bile yoktu. yağlı ekmek dedikleri baharatlı ekmek hiç gelmedi. aman ağzımızın tadı bozulmasın deyip, şaka yav tabii ki bütün bu eleştirileri önce masamızla ilgilenen servis elemanına sonrasında mekan sahibine ilettik. aldığımız; yağlı ekmekler meze söylerseniz geliyor / aaa unutulmuş yağlı ekmekler gibi farklı yanıtları bir tarafa bırakalım, soğanın hiç olmamasını istanbullunun yememesine bağlayıp tabaktan çıkartan mekana sadece bir müşteri bile yiyorsa bence tabaklarda soğanlı olmalı diye yanıt verdim. demem o ki vedat milor çok iyi servis almış olabilir ama biz verdiğimiz hesabın karşılığını pek alamadığımızı gördük. müşterilerin adını alıyorlarmış bir daha gidince işte bileceklermiş ne yediğimizi vs ama ben bir daha gelmem, deyip uzatmadı mevzuyu kardeşim. 

*** 
iyi bir kebapçı ilk gittiğinizde de onuncu gittiğinizde de iyi servis ve tutarlı bir servis vermelidir. ayrıca tv de ne söyleniyorsa o olmalı mekanda. ben çok kalabalık mekanlarda sırt sırta oturmayı sevmiyorum mesela insanlarla. mekanların bir masa daha sıkıştırıp aslında burası ne kadar dolu hissini verdiğini öğreneli yıllar oldu:) bu anlamda mesela durak siirt büryan çok başarılı; biz fatih kadınlar pazarına sık giden bir aileyiz; ilk gidişimizde sur ocakbaşı'nı deneyimleyip etlerin ve pilavın kuruluğunu çok lezzetli bulmayıp durak'ı keşfettik ve şimdi hiç aramadan başka bir yer durak siirt büryanda oturuyor hem ortaya hem herkese kebap sipariş ediyor mutlu mesut ayrılıyoruz oradan. durak'ta içki yok.  masa aralıkları kabullenilebilir; yani yan masa kalkarken aman masamız dağılacak korkusu yaşamıyorum:) etler leziz, bir soğan sever olarak soslu soğanlarına bayılıyor bazan yaptırıp eve bile getiriyorum. 

*** 

gelelim son keşfim zübeyir ocakbaşı'na; çok kalabalık olmayan masamız köşede olsa da az biraz sıkılsam da bu köşeye sıkışmışlık hissinden son anda rezervasyon olunca böyle olmuş ve neyse ki mekanın tavanı yüksek, havalandırması iyi kebap kokmuyor ortam. biz 3. kattaydık sanırım. zübeyir senelerin mekanı, mezeler 9-10 lira arası etler 25-35 arası. gavurdağına daha az nar ekşisi koyulabilirdi, patlıcan mezeleri güzel güzel de patlıcanların tadı yok; adamlar ne yapsın! tereyağlı peynirli patlıcan diğer köz patlıcan her ikisi de yazın çok daha lezzetli olur sanırım. etlerden pirzolası çok leziz ve lokum kıvamındayken ah o kadar pişirilip kurutulmasa dahası o çentikler atılmasa kuzu kaburgalara çok daha iyi olacakken pirzolanın yanında kaburgalar eh işte kaldı. bir mekanın yüzü elbette servis elemanları; bizim masamızla ilgilenen delikanlı gayet iyi götürürken bütün akşamı yan masadaki gruba biraz atarlı bir şekilde etin servis şeklini anlatan garson iyi ki bizim masamıza bakmıyor diye içimden geçirmedim değil. eh ben de pek sakin biri sayılmam:) 

zübeyir ocakbaşı eleştirilecek bir iki noktası olmasına rağmen beyoğlu civarında hele öğle rakısı içecekseniz rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir yer. bak peynirlerini unutmadan yazayım; yağlı güzel bir peynirdi servis edilen ve biber ve domates közleme de bir kayıkta bolca vardı masada. bunlardan kaçınan ocakbaşı müşteriyi üzüyor. 

bir not daha zübeyir için; hiç bir mezesi ve eti rahatsız etmedi beni. yani yağı da yoğurdu da kesinlikle ortalamanın üstünde mükemmelin bir iki  tık altında. ki kendi standartlarıma göre bile fazla yedim ben zübeyir'de buna rağmen hiç rahatsız olmadım. hesap ne handan derseniz; kişi başı 100 kağıdı gözden çıkarın derim ben iyi bir rakı akşamı için.

daha önce gittiğim ve yazdığım ali ocakbaşı ise her daim memnun ayrıldığım bir mekan. eski yazılarda var, tekrara girmeyeyim. 

fakat yıllar önce şu an adını bile anımsayamadığım amasyada kurulduğumuz bir ocakbaşı geliyor aklıma; tezgahta ne varsa söyleyip hepsini yediğimiz salatanın o anda yapıldığı ve tertemiz minik dükkan istanbulda olsa var ya!... 

işte böyle 

ocakbaşında etler az pişecek, salatalar o anda yapılacak, mekan havadar olacak, eh biraz da fiyatlar makul olursa ne ala. 

bir dahaki lezzet yazısı için ben bir balat meyhane yapayım:) 




ne yapıyorum?

17 Kasım 2015 Salı
yakın yerleri gezip çıtır çerez kitaplar okuyor bol bol uyuyor ve dinleniyorum. 

yakın yer dediğim kocaeli; kahvemi alıp hızlıca aşağı inip arabaya bindiğimde kocaeli'nde yıllardır beni önce blogdan sonra instagramdan takip eden bir arkadaşımla (takipçimle demek bana komik geliyor) karşılaşacağımı elbette bilmiyordum. şehrin deniz kenarı tarafında gezmeyi tercih ettiğimden yolda içtiğim kahve de az geldiğinden çay kahve peşine düştüm önce. aslı börek tomurcuklu çayı ile gayet güzel bir seçimdi sabah sabah. çayı hüpletmiş mutlu mesut deniz kenarına yürürken ''handanın kaleminden!'' diyen sesi duydum ve açıkçası ilk bir kaç saniye olayı algılamayı çalıştım:) evet, tamam bu sabah kocaelinde ne yapılır ne edilir diye mesajlaştığım ama daha önce yüz yüze tanışmadığım sevgili z. idi. sarıldık. sonra, uzun bir sohbet... 

kocaeli benim daha önce de bir kaç kez geldiğim ancak hiç biri turistik gezi olmayan tatsız deprem yardım ve arkadaşımı ziyaret gezileri olduğundan aklımda şehre dair pek bir şey kalmamış; şehirlerin merkezini de bulamıyorum ben körfezde nedense; zaten olmayan yön duyum burada iyice uçuyor o koca üst geçit üstü kapatılmış tren yolu vs. hep şaşkınlıkla bakakaldığım yerler oluyor ve evet anımsıyorum ki ben yıllar öce seka kapatılmasın diye de gelmiştim bu şehre; ve seka bir park şimdi. üzülüyorum. 

sahilde gemi lokantalar var fakat saat erken çocuklar tembellikte. yürüyüp dinlenip geri dönüyorum başladığım yere. giderken arkadaşım antik kapı'da gönül rahatlığıyla yemek yiyebileceğimi söylemişti; giriyorum düğün salonu gibi bir salon çarpıyor gözüme; yok canım öğle yemeği için fazla şatafatlı; karşılaştığım görevliyle kafe gibi bir yeri yok mu buranın, diye soruyorum o da beni alakart restorana yönlendirince pes edip çıkıyorum lalezar restorana. e acıktım da zaten. fiyatları görünce ağlamak istiyorum blog! salatalar 4-5 lira köfte 12.5 kuzu pirzola 25 falan 
daha dün gece istanbulda kuş kadar adanaya 25 lira yazan ve masada soğan bile olmayan yirmibir kebap geliyor aklıma... hem kötü hem zayıf servise ödediğimiz 110 lirayla burada.. neyse 

bir maden suyu bir de köfte söylüyorum ama yanında pilav istemediğimi belirtiyorum. bardağa hemen su konuyor, etrafı inceliyorum; şık sayılır, masalar birbirinden uzak, rahat rahat sohbet edebilirsiniz arka masa ile sırt sırta değilsiniz:) köfte geliyor. ortalamanın üzerinde. ekmekler güzel, bir otele yaptırıyorlarmış kızartıp yanına bir de zeytinyağı getirseniz, diyecek oluyorum e varmış o uygulama ama kaldırmışlar. maliyet, diye geçiriyorum içimden. karnım doyuyor. kahvemi de içtikten sonra 14 lira hesabı ödeyip:) kocaelinden ayrılıyorum. istikamet bursa. 

*** 

ne okuyorum? en son alper canıgüz okudum; alper kamu diye bir karakter yaratmış canıgüz; kitap çıtır çerez ve bolca klişeye yaslamış sırtını. yolculukta falan okuyun gitsin, denk gelirseniz. okumazsanız da bir şey olmaz. 

*** 

contemporary istanbul; bu sanat fuarını gezdim blog. ve gördüm ki modern sanat bir yanıyla çok kışkırtıcı bir yanıyla da çok anlaşılmaz. kısıtlı bir zamanda gezdiğim için ay şunu da göreyim ay bunda ne demek istemiş acaba sanatçı diye diye dolandım durdum. tabii ki çok anlaşılır işler de vardı. kısaca gezdikçe fikir beyan etmek daha da kolaylaşıyor modern sanat üzerine. budur yani gez gez gez. 

*** 

bursa için yeni bir söz yok; bol yemek bol balık bol kahve ile geçti günler. 

*** 

istanbul