daha iyi senelerim olmuştu hatta çok daha iyi zamanlarım da olmuştu! 2018 raporu

7 Aralık 2018 Cuma
ortalama ayda bir seyahat yapmışım bu sene.  az önce saydım;10 - 12 kez seyahate çıkmışım;


sarajevo - mostar 
çorlu 
lemnos - kavala 
bodrum (2) 
akyaka 
leros - lipsi- kos 
tekirdağ 
lubliyana-zagrep-bled lake 
erzincan 

seneyi seyahat ile kapatacağım rotasına karar veremediğim henüz. son iş günü işten çıkınca hava limanına gidip gözüme kestirdiğim bir yere uçabilirim de. 

onlarca kitap okudum bu sene; burnumdan operasyon geçirip 1 ay evde yattım, iki senedir uğraştığım bir davayı ne yazık ki kaybettim. bir başka avukat ile yeniden açtık dava, umarım bu sene sonuçlanır ve kazanırım. çünkü, haklıyım. 

seyahatler, yemekler, kitaplar, arkadaşlar... böyle geçti bu sene. çok iyi bir seneydi diyemeyeceğim; daha iyi zamanlarım oldu çok daha iyi zamanlarım oldu hatta. 

2019 daha iyi olsun, olmalı. 

bir daha dünyaya gelirsem sadece işimi değiştirmek isterim: saat mefhumu olmayan evden çalışabileceğim bir işim olmalı benim. saat kuralına uymak çok zoruma gidiyor! 


işte böyle, nerelere seyahat etmişim diye blogda şöyle bir geriye gidince bu yazı çıktı klavyemden. erken yılbaşı yemeklerine başlasak iyi olacak. bu akşam mesela küçük bir grup ile başlıyoruz biz; mezeler yemekler seneye nereye gideriz sohbetleri ile. 

hadi bakalım iyi seneler şimdiden 


bütün basın hatta bütün istanbul var bu kitapta! asu maro tuğrul eryılmaz ile söyleşmiş

21 Kasım 2018 Çarşamba
bu kitapta bahsi geçenlerin en az yarısını tanıyorum, o yarının yarısıyla da tanıştım! ve bu yüzden kitabı duyduğum anda heyecanlanıp peşine düştüm bulup aldım.


sabah sabah bir soluk al handan! ay dur akşamdan bu yana kitabı okurken bir yandan anılarım canlandı. 

asu maro tuğrul eryılmaz ile söyleşi yapmış uzun uzun nehir söyleşi dediğimizden; bu türün iyisi çok iyidir. yapan kişi söyleşi yaptığı kişiyi iyi tanımalı, kişi kendisinden büyükse yaş olarak onun zamanlarını bildiğin ders gibi çalışmalı. asu maro hem çok iyi bir söyleşi çıkarmış hem de tuğrul eryılmaz ile çalıştığı için senelerce o samimiyet kitaba yansımış. 

yoksa, bir zamanlar aman ne güzel istanbul vardır arka planda diye aldığım bir nehir söyleşi  kitabında söyleşiyi yapan genç kadının '' tela derken / kola derken'' tarzı ''soru'' /  cahilliklerini görünce kitabı hakikaten sehpaya fırlatmış sonra da bir arkadaşıma hediye etmiştim; durmasın bende sinir oluyorum görünce diye, içimden:)))) geçelim. 

tuğrul bey ile tanıştım ben beş sene kadar önce; kitabı okumaya başlayınca aaaa çocukluğu diyarbakırda geçmiş, eryılmaz'ın. bingo! sempatimin sebebi buymuş diye sarıldım telefona, lafladık biraz kitap üzerine. sonra o söyleşilerine ben kitaba geri döndüm. 

diyarbakır ile başlayıp izmir ile devam eden ve sonra efsane ankara  mülkiye yılları. çok güzel anlatmış eryılmaz. kafada tepsi fırına yemek taşımaktan ( hangi diyarbakırlı çocuk taşımadı ki) havuzlu bahçelere; çocukluğumu serdi akşam akşam önüme. daha bir kuruldum koltuğuma devam ettim okumaya. deniz  gezmiş var mahir çayan var mesut yılmaz var! kitapta olmayan sanırım bir ben varım:))) sonra sokak dergisi sırasında ben artık kitabın istanbul / cihangir / gece hayatı kısmına atladım ki bilirsiniz medya dedikodularına bayılırım. o zamanlar leyla'da taa bursalardan gelip kahvaltı düzenler, sonra da iki gün gezer bursaya dönerdim. hatta fatih çekirge yazsa da anılarını bir gün, onpunto sitesini ''reklam geliri yeterli değil'' diye bir gecede  nasıl kapattığını anlatsa!

 o zamanlar leyla var sonra 5. kat var ama yasemin alkaya zamanları ve bana pahalı geliyor, orası. sonra white mill açıldı ( şimdi akaretlerde) firuz var her zaman, bir akşam firuzda laflarken ben kadir abiye kadar anımsıyorum, deyince, uğur ( bayraktar)  '' e abla sen bayağı yaşlıymışsın'' diye yapıştırınca lafı eh seninle yaşıtız sanırım, dedim ben de. hakikaten de kadir abiye kadar anımsıyorum  ben; hafızaya bak! neyse kitaptan bahsederken araya kendi cihangirimi de ekledim. 
kitaptan; 

'' uyurken kafana su dökülürse anla ki Deniz Gezmiş geldi.!! 

o zamanlar okumak isterdim vallaha. o dönemi sonrasında da eryılmaz ile radikal iki dönemini. arada ne iş yapardım bilmiyorum. 

kitapta bülent ersoy bile var diyeyim de okumak için iştahınız kabarsın. ay kitapta düğününe gittiğim yeşim bile var. son 20 yılın filmi gibi. 

özellikle tabii ki radikal ve radikal iki zamanları yine ilgimi çeken kısımlardan. o zamanlar çok revaçta radikal okumak. film festivali zamanı beyoğlu çizimi koyarlar sayfaya, indirimli kafeler falan var hep içinde. bursa gezici festival zamanında ise sevin okyay'a nur çintay'ın ne işi var radikalde sevin hanım, diye sormuşluğum aslında sitemim var çünkü sevmiyorduk çintay'ı. bu kadar basit, yeterince solcu olmayı bırak solcu bile değildi bence. yanılmadığımı  zaman gösterdi. bu da benden dedikodu olsun kitaba:) 



sonra çöküş dönemimin (benim yorumum) başlangıcı eyüp c. zamanı. eski anaplı siyasetçilerin yazıları ve artık benim için ıhhh bitti bu gazete dediğim zamanlar. 

eryılmaz samimiyetle o dönemleri anlatmış. asu maro da çok iyi bir iş çıkarmış bunları konuşturup kitap yaparak. daha neler vardır kim bilir yazılmayıp sadece konuşulan. 

mesela  radikalde toplu istifa düşünülürken aşağı inmeyen 3 kişi kim? 

soruyu sorup bir kahve içmeye kaçayım, siz en iyisi kitabı okuyun. 

tuğrul eryılmaz 
68'li ve gazeteci 
söyleşi 
asu maro 
iletişim yayınları 


sevgili asu maro bilmez ama hadi bu kitap vesilesi ile ben de bunu yazmış olayım; birbirimizi tanımıyoruz ama benim onun evine üstelik o yokken gitmişliğim var!:))) yazacağım size sevgili asu, ayrıntıları. 



sıcağı sıcağına balat sahil restoran

17 Kasım 2018 Cumartesi
spora mı gitsem, evde kalıp biraz daha yayılsam mı, akşama sergi açılışı var öncesinde emre'lerle buluşsam mı, daha iyi fava yemiştim ama balat sahil lokantası da gayet leziz yapmıştı ama biraz küçüktü sanki porsiyon,, latife'nin (tekin) kitabını bitirsem üzerine iki satır yazsam... kafamdan bunlar geçerken uyuyamadım tabii ki öğle uykusuna kalktım geldim salona başladım klavyeyi tıkırdatmaya. 

*** 

iki gün önceden rez. yaptırmıştım; cuma iş çıkışı balat yoluna vurdum kendimi. vardığımda esmerin gelmiş, yukarı çıkmış bütün meze seçimlerini de bana bırakmış olduğunu öğrendim:) aşağıda fava ve lakerda dedim çıktım yukarı. üç katlı mekan, çık çık bitmiyor bir de dayanamayıp aldığım yeşil domatesler, istiridye mantarı torbaları da elimde...  

fava normaldi, daha iyilerini kos ve lemnos adalarında yemiştim. bu mereti karamelize edilmiş soğan ile sununca lezzet katlanıyor bir de ılık olunca. lakerda ise gerçekten iyiydi. 
ekmekler tok ve güzel, zeytinyağı pul biberli geliyor. çok doymayalım balığa yer kalsın diye peyniri vs. es geçtik ama ciğere hayır diyemedik. ciğer iyiydi, iyi temizlenmiş, yağ çekmeden pişirilmişti; ki şöyle söyleyeyim kıyı'dan (tarabyadaki)  daha iyiydi buradaki. kıyı da kötü değil ama biraz yağlı ve yumuşamış kaldı bunun yanında. 

ve nihayet kalkan! kendi suyunda ve zeytinyağında pişirilmiş. tava istemedik. çok iyi olmaması için tek bir kusuru vardı bir 7-8 dakika daha az pişirilebilirdi. yoksa hakikaten güzeldi. suyunu kaşıkladık, jelatini bol yanağa daldık gitti:))))  

servis iyi, fiyatlar istanbul ortalamasının bir tık üstü, rezervasyonsuz cuma cumartesi yer bulmak zor sanki, üçüncü kat doluydu diğer katlar da muhtemelen öyleydi. belki bir küçük eleştiri de soğuk olmasıydı mekanın ve benim soğuk demem ile elektrik sobalarını açmaları olabilir. daha erken açılabilir sobalar, tuvaletlerin olduğu ara kat da epeyi soğuk. bunun dışında servis iyi demiştim, süs püs yok tabaklarda hele balıkta hiç yok bu iyi bir şey. kalabalık gidip daha çok meze tadılabilir çünkü hakikaten tam meze mantığıyla küçük porsiyonlar. 

soğuk ve balığın biraz fazla pişmiş olmasından iki puan kırsam 8 veririm ama 1 puanı da favanın normal olmasından kırasım geliyor:) 7 verdim gitti. 

balat sahil restoran istanbulun iyi mekanlarından. şunu da mı yaptıralım bunu da verelim diye sizi darlamıyorlar;
 peynir? yok hayır teşekkürler 
salata? hayır, teşekkürler. 
bu minvalde başlıyor servis ama sonra tarzınızı ve isteğinizin netliğini anlıyor çalışanlar. daha da bir şey sormuyorlar. eh rakının da birinci mezesi zaten sohbet; alın eşinizi dostunuzu gidin kurulun masaya damağınızı kalkana dimağınızı sohbete teslim edin. 

hadi ben kaçtım spora 
oradan sergi açılışına
fotoğraflar için instagrama bakınız lütfen 



acil tavsiye! doppler okuyun, sarajevo'yu gezerseniz okuyun

10 Kasım 2018 Cumartesi
kitabı az önce bitirdim. dün gece de bitirebilirdim o kadar yorgun olup  uyuyakalmasaydım...  doppler'den bahsediyorum, erlend loe'nin yazdığı. 

loe, norveçli bir yazar ve elimdeki kitabı tek kelimeyle çarpıcı! ilk satırlarda aaa bu kadar da olmaz ki diyecekken tam yok yahu tam da böyle olabilir işte salıncağında epeyi bir salladı beni loe, sonra sakinledim ve anlattıklarının hepsine harfiyen inanıp okumaya devam ettim. son 8 sayfasında ise bitmesin diye kalkıp kendime yiyecek bişeyler hazırlasam da hemencecik kitaba geri dönüp bitirdim ve şimdi de bu satırları yazıyorum. ay arada su almaya çıktım, pardon. aslında bugün hangi pazara gitsem nereleri gezip hangi lokantada yemek yesem diye düşünürken kitabı okumaya devam etmemle birlikte, hiç bir pazara gidip bişey almayacak lokantaya da gitmeyeceğim, deyip biraz da kitaba saygı duruşunda bulundum. su aldım ama itiraf edeyim. 

toplamı 116 sayfa bir de son iki yaprakta 3 sözcük var. bu kitabı alın okuyun. sonra da hayatınıza bir daha bakın. bişey değişmedi mi, olsun, en azından loe'yi tanıdınız. ben şimdi bi koşup gidip yky de diğer kitapları var mı ona bakayım. 

erlend loe 
doppler
yapı kredi yayıncılık 
116 sayfa 
11 lira 

***

şimdi gelelim sarajevo notlarına; ben çok iyi saatlerde uçtum önce onu söyleyeyim ve kapres turizme bir defa da  buradan teşekkür edeyim. giderken 11 de dönüşte de 12 de uçarak sorunsuz rötarsız gittim geldim. balkan tarafına kampanya yapmıştı thy o zaman almıştı biletleri sevgili canan. sevgiler ve teşekkürler. 

sarajevo küçük bir başkent; 500.000 nüfusu var; havaalanı tam benlik, beş tane kapısı inince de binerken de kaybolmadım. ben şehre özel araçla ulaştım ama bildiğim kadarıyla toplu taşıma yokmuş, önce dobrinia mahallesinde espressoları yuvarladım akabinde şehrin merkezi başçarşı'da köfteleri. kötü köfte yemeniz pek mümkün değil burada; belki az daha kötüsü ya da az daha iyisi ama kötü köfte yok! et ve tuz var sadece köftede, tabaklarda da süs püs yok; köfte ekmek ve soğan. tabii ki lüks ve büyük restoranlar var ama benim gittiğim en büyük restoran bira fabrikasının yanındaki restorandı orada da hep bira tattım anacım;) en son filtre edilmemiş olanında  karar kıldım. kuru et ve sucuk ise katedralin yanındaki kapalı çarşıda çeşit çeşit, fiyatlar birbirine yakın. buranın ispanyadan eksiği orada yiyemiyor oluşunuz ama ne gam ikinci günden sonra bu şehirde yabancı değilsiniz alıyorsunuz kuru eti ve sucuğu hoop istikamet caffe bann;  sahibi size bunları servis ediyor hatta yanında bir de tuna balığı bile olabilir ikramın. cafee bann, nanu köfteci ve celtics bar yan yana aynı pasajda; katedral civarında kime sorsanız gösterir. 

gezmesi keşfetmesi çok rahat bir şehir sarajevo; başçarşı civarında hostel çok tren garına kadar da sürekli hostel tabelaları göreceksiniz. fiyat ve temizlik ve tabii ki odadaki kişi sayısını görüp ona göre karar verin, bazan çok iyi görünen otel lobilerinden çakma otelcikler çıkabiliyor arka planda ona da hazırlıklı olun. macera istemiyorum derseniz holiday inn var novo otel var şehir otelleri bunlar havaalanından gelirken göreceksiniz zaten, daha da lüks istiyorum derseniz  ılıca mahallesinde beş yıldızlı bosna oteli var:) seçenek çok yani. 

para birimi km; bi euro yaklaşık 2 km, sabah börek 2 km civarında ona göre yapın hesabınızı, köfte de 6-7 km arasında, biralar barına göre 2.5 km den 6 km ye kadar çıkıyor. markette 1 km tabii ki 

tramvay bileti 1.70 km; başçarşıda görevliler var biletsiz binmeyi düşünmeyin, ılıca'da da turnike;)) ılıca - başçarşı arası yaklaşık 1 saat tramvay ile ama değer; bütün şehri katediyor nefis bir parka ulaşıyor nefis kahveler içip dinlenip geri dönüyorsunuz. 

bir teleferik var ama bu aylarda kış geldi diye kapatıyorlarmış, ne kışı ayol dediysek de geceleri soğuğu görünce hımmm kış gelmiş, tamam dedik. 

yürüyün yürüyün yürüyün. sarajevo yürümek için süper bir şehir; o bütün turistik şu bina şu taş şu bilmem neyi de unutun zaten yürüdükçe hepsiyle karşılaşacaksınız, merak etmeyin beni dinleyin. 

hizmet sektörü çok bizim bildiğimiz/beklediğimiz gibi ne vereyim abime/ablama, bu da bizden olsun abla, tarzında değil. tabii hesap şişirme diye bişey de yok kesinlikle kötü demiyorum yani tespit yapıyorum sadece ne içtiyseniz cırt diye fişi çıkarılıp masanıza koyuluyor, rahat olun. hatta o büyük restoranın garsonları asık suratlı bile diyebilirim. ne gam ben de bahşiş diye en küçük para birimini  ( 1 kuruş yaklaşık ) bıraktım, anlamaları için. gülme ama somurtma da lütfen, aş evi değilsin para verip hizmeti alıyoruz şurada. 

yaşlılar gençlerden daha garip mesela sizi baştan aşağı süzebiliyor yaşlılar, ha bir de en çok dikkat etmeniz gereken kişiler taksi şoförleri, gel gel yapabiliyor rahatsız edebiliyorlar; sert çıkın. artık hangi dilde what!? dersiniz o size kalmış, o zaman geri çekiliyorlar. 

sarajevo için aklımda kalanlar bunlar. mostar için ise kısa yazacağım; sabah treniyle gidin akşam treniyle geri dönün. sadece köprü  ve çevresi var gezilecek; çok turist, çok turistik, yerler kaygan, hosteller kötü, oteller pahalı. trenle gidip gezip dönün, mostar köprüsünü de görmedim dememek için.  

gezi notları bunlar. kitabım bitti. yeni seyahat için yer düşünüyorum. 

modern sanattan palamut tarifine bir yazı

23 Ekim 2018 Salı
şimdi eski bloggerlardan özge/zoitsa ile uzun uzun sohbet ettik de o çorluyu yazmadın hala deyince, eh şart oldu klavye tıkırdatmak. 


çorluya gideli çok oldu aslında; çorluya gitmek için esenlere gitmek gerekmiyor, aracı olmayanlar için bu bilgi dursun burada. metrobüs ile beylikdüzüne ulaşıp oradan çorlu minibüslerine binebilirsiniz. ben özel araç ile gittim. çorluda konaklamak için çorlu divan otel ilk tavsiye edeceğim otel. her iki gidişimde de divanda konakladım ve ikisinde de memnun kaldım. oda kahvaltı hizmet veriyor divan; akşam yemeği ben risotto tercih ettim; gayet memnun kaldım. ilk gün akşam yemeği için north shield pub çorlu oldu tercihimiz, zaten yürüme mesafesinde divan otele. müzikleri güzel, birası soğuk hamburger ise benim değerlendirecek kadar çok bilmediğim bir yiyecek olmasına rağmen, güzeldi diyebileceğim bir mekan. 

çorluda ne yapalım handan? sabah uyanınca önce bir güzel kahve & kahvaltı keyfi yapın. sonra divan otelden çıkınca karşı kaldırıma geçip yürüme mesafesindeki iki avmyi gezin. evet, itiraf ediyorum ikisini de gezdim. birinden kitap bile aldım! sonra yol tarifi alıp çerkezköy yolu üzerindeki avantaj outlet adlı avmyi de gezin:)) desa var aklımda kalan ve nefis bir cüzdan aldığım. başka pek bişey bulamadım ben. 

avmleri gezdiniz; sonra otelinize dönüp bir kadeh bişey söyleyip bahçede kitabınızı okuyabilirsiniz. 

*** 

bu aralar çok film izledim, bir kısmından bir önceki yazıda bahsettim zaten. elimde şu anda iş bankası yayınlarından istiridye üstü girit kitabı var. bir yandan da içine notlar alıyorum. o sürpriz sonra yazacağım. 

*** 

yine bu aralar şehre sanat geldi babında emre ile (yıldır) bol bol sergi gezip açılışlara katılıyoruz. en son 7. eski ev sempozyumunun açılış kokteyline katıldık beraber ve yine her zaman olduğu gibi çok eğlendik. emre yıldır amerika türkiye arasında yaşayan ve ilginç eserlere imza atan bir arkadaşım. aslında onunla da bir röportaj yapsam ben ne güzel olur. 

emre vasıtasıyla tanıştığım ve artık eserlerini görünce tanıdığım bir de mehmet gazioğlu var. bunlar son zamanlarda modern sanat ile aramı düzeltmeme (ben küsmüştüm) sebep olan genç sanatçı arkadaşlarım. 7. eski ev sempozyumunda da vardı mehmet gazioğlu; yine hep beraber keyifli bir geceye imza attık. 



***

yakında bir adana seyahati yapabilirim. cuma akşam gidiş pazar öğleden sonra dönüş; bolca kebap biraz gezi belki bir miktar bakım. 
bakım için adanaya mı gidilir handan, dediğinizi duydum! bursa ve adanadaki cilt bakımı fiyatları ile istanbulu karşılaştırınca, gidilir deyip konuyu son zamanlarda yaşadığımız ekonomik halin kendimce çözümlerine getireceğim. 

kitap konusunu paylaşarak, hediye ederek çözeceğiz. bütçemizi zorlamamak için bunun böyle olması gerekiyor. 
film harcamalarını netflix vb. üyelikleri ile üç otuz paraya onlarca filmi ve diziyi evimizden kanepemizden kalkmadan seyrederek çözeceğiz. tabii ki şifreyi de paylaşarak. 

aslında bu zamanların anahtar sözcüğü bu; paylaşmak. 

kıyafetlerimizi, kitaplarımızı paylaşarak başlayabiliriz. ben ev paylaşımı konusunda huysuzum, açık söyleyeyim. ne yurt dışında ne yurt içinde tatilde kimsenin evinde kalmadım, kalmam; rahat edemem. hostelde kalırım ama evde kalmam tanıdığım ya da tanımadığım fark etmez. o konuda ekonomi yapamıyorum. geçelim. çok nadir olarak bir iki kez izmirde yaşayan arkadaşlarımın evinde kaldım evet birlikte urla, çeşme, sakız seyahatleri yaptığım yani uzun zamandır tanıdığım.

dışarıda daha az yemek yiyip evde yemek ve partilemek. bu da ciddi bir kalem tasarruf için. eeee tasarruf ettik ne yapacağız bu paraları handan? ay ne yapacağız yine gezmeye bilete harcayacağız; bir kısmını da belki daha çok ihtiyacı olan biri/birileriyle paylaşacağız. 

*** 

bu akşam evde palamut yapacağım mesela. kısacık onun da tarifini yazıp kaçayım.

balıkları takoz dilimletin balıkçınıza; eve getirince yıkayıp kurulayın ve tuzlayın. o beklerken tezgahta siz tavada sızma zeytinyağını kızdırın,  minik domatesleri ikiye bölüp atıp kızgın tavaya, hemen sonra sivri biberleri. onlar kızarınca balık dilimlerini yatırın kuzu gibi domates ve biberlerin üstüne. bir palamuta bir shot bardağı içme suyu ekleyip kısık ateşte pişirin, ben balığın  kokusu gelince kapatıyorum altını. yani yaklaşık 15 dk. ama siz çok pişmiş seviyorsanız 20 dk pişirin. kapatın altını, bir kapakla tavanın üstünü de kapatın, 10 dk dinlensin, sonra bir kadeh şarap ile ay ay ay dikkat  parmaklarınızı yemeyin. 

***
geçen gün kurtuluş sun markete midyeli sarma siparişi verdim. gayet güzel yapıldı geldi; iki gün sonra onları almaya giderken uzun zamandır kovaladığım yargıcı kilimler de gelmiş outlet mağazaya 100 liraya bir de kilim kaptım. nasıl mutlu mesut eve döndüm bilemezsiniz. piyasadaki sentetik kilim benzeri şeyleri eve sokmamaya kararlıyım. 

*** 

ayyy çok uzadı bu yazı 
kaçtım ben 

yeşil domatesli salata

12 Ekim 2018 Cuma
size dün akşam yaptığım enfes  salatanın tarifini yazmalıyım; pazarda gezerken yeşil domateslerin dikkatimi çekmesi ile başladı her şey. eve gidince kütür kütür rokaları sirkeli suya koyarken salata da şekilleniyordu kafamda, domates, roka, göbek marul, soslu kırmızı lahana turşusu, erik turşusu, kapya ve acı kırmızı biber turşusu ve evet yeşil domatesler. 

önce rokaları incecik kıydım, üstüne dolapta beklettiğim soslu sızmadan ( zencefil, tane karabiber, nar ekşisi ile beklettiğim sızma) bolca döktüm. sonra sırasıyla marul, incecik kıydığım yeşil domates ve sonra turşuları ince ince kıyıp ekledim salataya. en üste de bir erik turşusu:)  tuz çok az koyup pancar turşusunu da ekleyince hemen daha sofraya koymadan bir kase yedim! 

amasra geldi aklıma yerken; orada yaparlar böyle kat kat salata ve benim kullandığım malzemeden fazlasını kullanırlar. bu havalarda bu salata çok iyi gidiyor; yanına da et ve patates önereyim, kısık ateşte pişireceğiniz herhangi bir kuzu parçasına son yarım saat patatesleri de ekleyip bir tencerede hem eti, hem garnitürü beraber pişirebilirsiniz. üstüne bol karabiber ve kişniş dövüp ekleyerek damağınıza bayram ettirmek yine sizin elinizde. bu ara pazarlarda taze kişniş de var;  baharat konusunda elinizi korkak alıştırmayın. e hadi afiyet olsun. 

*** 

filmler, kitaplar, konserler, seyahat planları ile geçiyor günler. 
salata tarifi yazınca acıktım esnaf lokantasını arayayım da bakayım tezgahta bugün ne var. 

iyi tatiller. 




tavsiyeler tavsiyeler tavsiyeler

8 Ekim 2018 Pazartesi
denzel washington filmleri; ben bu ara hepsini izlemeye azmettim! size de tavsiye ederim. özellikle roman j. israel filminde çok farklı bir denzel izleyeceksiniz.  kaçırmayın. 

ben affleck filmleri; yine özellikle argo ve the town ikisini de zevkle izleyeceğinize eminim. 

*** 

contemporaryde tanıştığım gizem hanım çok güzel takılar yapıyor; 
gzm küçük art hesabından inceleyebilirsiniz takıları.

yukarıdaki cümleyi yazarken orhan veli'nin,
 '' tak takıştır,
 sür sürüştür 
inadına gel
piyasa vakti'' dizeleri dökülüverdi dilimden; gülümsedim.  takalım takıştıralım sürüştürelim sevi.şelim.... hayat kısa! 

*** 

elmalı kurabiye & kahve; evde kurabiye  yapmasam da sıkça aldığım ürünlerden biri. kahveye bana bana! 

*** 

şimdi kahve zamanı 

günaydın 

istanbul; bir zıtlıklar şehri; bir tarafta contemporary diğer tarafta sokakta sergi

23 Eylül 2018 Pazar
sahil yerlerinde kuş kondurulup parayla denize girilmeyen normal plajlarda herkes eşitlenir en fazla birinin mayosu pareosu aynı renktedir de diğerleri biraz gıptayla bakar geçen senenin bikinisini giyiyorsa. su eşitler. ama kar eşitlemez; kayak pahalı bir zevk ve spordur. günübirlik gelenler hemen belli olur; kabanları, üşüyen elleri, acemi acemi yürüyüşleri ile pistin en alt kısmında bekleşen halleri ile;  hatta uludağ'da ''acemi ağacı'' denilen bir ağaç vardır pistin başlangıcından elli metre kadar yukarıda, oraya kadar oflaya puflaya kayaklı ya da kayaksız yürüyüp oradan ''kayarak'' inenleri görürsünüz. öbür taraftan pahalı gözlükleri, tüylü çizmeleri, havalı kayak tulumları ve kar yanığı botokslu abla ve onların muşmula kocaları üşümeden fırt fırt çıkıp inerler  pistte slalom yapa yapa.  

bir de birleştirici jean var hayatımızda; hemen hemen herkesin alabileceği fiyatta,
 biraz vücudunu tanıyıp iyi bir modeli aldığında da yakışmayacak kimsenin olmadığı. çok farkı  olmuyor o zaman istiklal ya da bağdat caddesinde gezenlerin; sonra mekanlarda farklılaşıyor tabii ki.





bu kareyi çok seviyorum
sivriada ya da yassıada olsa gerek 
beş sene önce 
bütün bunları niye yazdım; perşembe günü ilk gösterimine gidip ferahfeza gezdiğim contemporary'den ikinci gidişimde çok kalmadan çıkıp ufak bir istanbul turu attığımda ne kadar farklı hayatların bir arada yürüdüğünü bir kere daha görünce aklımda bunlar geldi. 

hiç gece 10 civarı taksim, elmadağ, harbiye, pangaltı, şişli ve nihayetinde mecidiyeköy'e yürüdünüz mü? ben yürüdüm, farklı mevsim ve saatlerde. mesela çiçek pasajının demir kapısının kapalı olduğu saati de gördüm, simitçilerin ''hadi geldiler, geldiler' deyip birbirlerine, mis gibi simitlerin fırından alınıp 1 mayıs eylemcilerine yetiştirilmek için hızlıca çocuklara dağıtıldığı saatlerde de. işte o saatler size istanbulun her halini gösteren saatler; dün contemporaryden çıktıktan sonra taksim, cihangir, bomonti, şişli ve mecidiyeköy hattını bir kere daha yürüdüm. ve gördüm ki artık mekanlar da sokaklar da ayrışmış ve ne kadar çok işporta var! her şey var işportalarda, her şey! ayakkabıdan tespihe, eski eşyadan çaydanlığa, saatten kemere... 

istanbul; bir işporta şehri. 

peki aynı saatlerde contemporaryde ne vardı; milyonluk eserler alıcısını bekliyor, kimi, evimin salonunda nasıl duracak merak ediyorum, deyip bir başka gözle bakıyordu beğendiği tabloya/esere ya da ne deniyorsa işte ona! çıkışta da parti vardı bomontiada'da. hiç kalabalığına karışmadan taksimin, bomontiadada dans edilecek ve gündüz satışlarının teatisi yapılacaktı; eserleri satılanlar, satılmayanlar, yarın da satılmazsa galerimi  değiştirmeyi düşünüyorum,diyenler, birbirlerine sahte gülücükler atıp arkasını döner dönmez ''her sene aynı işi yapıyor canım'' diye dedikodusu yapılanlar, fotoğraf çekenler, instagram ünlüleri ve ünsüzlerini aynı karede buluşturan çok popüler ''eser''ler.
öyle çok şey duydum ki; yazsam sanat camiasını yok canım yok şaka sallayamam çünkü zaten yeterince yeterince  hareketli bir camia. hop orada hop burada bir o partide bir sohoda.

soho demişken işte istanbulun en turistik yerlerinden biri; en güzel binalar burada pera palas o kırmzı koltuklar, o barı silmedi diye beş dakika sonra gelin diyen barmene yok yav rahat rahat sil, deyip çıkmalarım ve tabii ki hemen hemen her yer üyelik ile. cebinizde bir kart yoksa, hiçsiniz! işte istanbulun kendinizi ben bu istanbullu değilim, diye düşündüğünüz yerlerinden biri ve o istanbullu ben değilim çünkü sokakta bişey yok; ne varsa kartın açtığı kapılardan giren istanbullulara var, dediğiniz. 

benim istanbulum kartsız, selamsız sabahsız girebildiğim mekanlar ve sokaklar. meydanı arkada bırakıp elmadağ tarafına yürüyünce ilk mekanım, divan. kahvesinden içkisine  sevdiğim rahat ettiğim bir yer. sonra harbiye ve evet yol kenarında işportalar başlıyor. bütün ihtiyaçlarınızı saatten, çantaya bu arkadaşların tezgahlarından ki artık pek de ucuz olmayan fiyatlarla karşılayabilirsiniz. sonra bomonti, 2.5 liraya peynirli pide dedikleri yağlı ekmek ile ya da sokak köftesi ile karnınızı doyurup bomontiada'da eğlenebilir mahalleli ile hiç karşılaşmadan oradan şişliye bir yürüyüş tutturabilirsiniz. korkmayın; hala güvenli semtler buralar çünkü çoğunluk sokakta. ve şişli ve yine tezgahlar... sonra mecidiyeköy ne ararsanız var tezgahlarda. 

siyah ve beyaz gibi bu şehir. sokak tezgahından bir otelin barına gittiğinizde şehir değişiyor, insanlar değişiyor, iklim bile değişiyor! kimi mekanlar yazın kavurucu  sıcağını hiç hissettirmiyor mesela müşterisine, kimi de sıcağın altında çay ikram ediyor. 

bu yazı bitmez. farklılık üzerine daha sayfalarca yazabilirim ama hem yoruldum hem de orta sınıf ve alınabilir bir zevk olan spor salonu üyeliğimin hakkını vermem gerekiyor. o yüzden istanbulda yürüyün, deyip yazıyı bitiriyorum burada. 

günaydın.                            
taksim hill otelin terasından çektiğim bir fotoğraf bu 
bir kaç sene önce meydan böyleydi 

lemnos / limni adasını görmeseniz de olur

4 Eylül 2018 Salı
ben daha lemnos / limni adasını yazmadan bir trakya gezisi yaptım mı, yaptım. lemnos'dan bahsetmeyi erteledim mi erteledim. hadi başlayayım o zaman 

yaptığım en iyi seyahat değildi, kötüler arasında bile sayabilirdim merkezde yiyip içtiklerim çok iyi olmasa ve ada ile barışmasam. kötülüğünde de adanın hiç bir suçu yok! bütün suç benim üç beş kez açıp ya şurada bir otel bak handan, ayyy kim bakacak beğenmezsen kavalaya dönersin semothrakiye gidersin diye diye... 

tamam baştan başlıyorum. sadece kavala biletini aldım. başka hiç bir hazırlık yapmadan yola çıktım. kavala her zaman güzel; sabah kahvaltı sonra limandaki ofisler açıldı; aaa ne güzel saat 14.30 da limni adasına gemi var. aldım bileti (17.50 euro) o saate kadar dolaştım gezdim yedim içtim; gemide oyalanmak için birşeyler aldım sonra hoop o devasa gemi geldi. 4 saat deniz yolculuğu; benim için şu ana kadar yaptıklarım içinde en uzunu. geminin biznıs kısmı var biraz orada barda vakit geçirdim, biraz yukarıda manzara izleye izleye neyse nihayetinde adaya indik. liman ve meydan arası 10 dakika yürüme mesafesi. ve bingo meydandaki lemnos otelde yer yok! 

ders 1; yunan adalarına yazın gideceksen hazırlıksız en azından pazar günü gitme canım. 


bir iki otelde yer vardı ama ben sevmedim onları da. ikisi de kadın işletmeciydi; biri 60 yaşlarında ilk bakışını hiç sevmedim; hafif küçümseyici bir bakış attı bana sanki hani sen kimsin de resepsiyondaki zili çalıp koltuğa oturup bekliyorsun, der gibiydi, haspam! yer var dedi ama bu sefer ben ulan ben sana para kazandırmam be, dedim içimden. 
öbürü kaç gün kalacağımı sorunca ıhh bu soru oda var ama çarşaf yıkamaya yeterli mi vereceğin para, demektir. ben de hiç bir şey demeden vazgeçtim, deyip ben onu öyle düşünceli bıraktım:)))) 

macera zaten sonra başladı. mondros diye ( evet, bildiğiniz anlaşma o koyda bir binada imzalanmış) bir koyda yer var dediler, taksiye bindim gittim. taksici 30 km. yola 40 euro isteyince 20 verdim, beğenmiyorsan polise git, deyip kestirip attım. bir tavernanın garsonları çevirdiler adama dediklerimi, ki sanırım zaten polisi herkes her yerde anlar. tamam, verin parayı polise gitmeyecek, dediler. hergeleye bak ya! onu da savuşturdum. bu sefer tavernacı ve kızı oda kahvaltı anlaştık diye tartışmaya başladı, kız bir cazgır anam anam  bir konuşuyor el kol hareketleri ile... olmaz böyle tepki lan altı üstü kahvaltı, o kadar ki tek elimle iki elini kavrayıp indirdim biraz sakin ol. diye. baba kızı kavga ederken bırakıp, kalınmaz burada diye hiç bir şey demeden oradan da çıktım. 

nihayet karşıma iyi bir insan çıktı; bir otel tarif etti. gittim. yer varmış çantamı atıp üstümle başımla uzandım. saat 12 olmuştu neredeyse. 

sabah bir duştan sonra bana oteli tarif eden iyi insanın tavernasına gittim. iki duble kahveden ve temiz havadan sonra tazelenmiş akşamı unutmaya hazırdım. unuttum da. adama teşekkür edip, otelin parasını ona bıraktım. çünkü zaten sahibini o aramıştı. neyse. 

sonra yine ver elini merkez. 

ders 2: lemnos adasında merkezde kalın. taksiye dünya kadar para harcamayın. 

lemnos otelde yer var artık. sonrası merkezde 1930 da açılmış kahvede martini keyfi, bira kalamar, sardalya  ne varsa:... 

merkezin üstü kapalı, gölge güzel bir çarşısı var. mondrsotaki aile dışında kötü insan yok. türk turist yok. yaşlı alman amca ve teyzeler her yerde olduğu gibi buradalar da. süper gyros yapıyorlar. bir pita ekmeğine 1.5 1.5 yedim vallaha. 

metaksa mas diye telaffuz etikleri taverna limanın bir ucunda, kime sorsanız gösterir: zaten oturan yerli insanlardan siz de aaa burası iyi bir yer dersiniz. ikinci gün tanıdılar zaten çocuklar; aaa abla öğle birasına geldi. aaa yok onu sipariş etme ekmek gibi bişey o, aaa bak bu harika diye diye yedim içtim denize girdim, insanlarla lafladım. 

videosu var instagramda plajda tek çocuk yokken:) sabah deniz keyfi yaptım. lafımız çocuklara değil zaten;  onlara sürekli bağıran, annem aşkım diye konuşan annelerine. çocukların kafası bulamaç gibi bence, annem ne yav aşkım ne! neyse, anaların gazabı blogumu yakmadan son vereyim bu konuya. 

dönüş için gittiğiniz zaman gün gün öğrenin gemi saatlerini çünkü enteresan bir şekilde gece 2.40 ta bile gemi var. nereden geliyor da o saatte limni'den geçiyor bilemedim. 

ben bir kaç gün kaldıktan sonra paşa paşa akşam 6 gibi bindim 10 gibi kavaladaydım. 

yıunan adalarında bu kaçıncı oldu bilmiyorum gezdiğim bir ara sayayım ben de merak ettim ama lemnos görmeseniz de olur bir ada. ben gittim diye kaldım 1 saatlik iki saatlik yer olsa ilk gün dönerdim. 

gezdim mi gezdim. tavsiye eder miyim? etmem. semadirek bile buradan bin kat iyi. 

bir başka geziyi anlatmak üzere az mola vereyim. 

çorlu, divan otel ve trakya gezisi sonra 

hafifleme önerileri

15 Ağustos 2018 Çarşamba
yaz, sıcak.. fazlalıklar hiç çekilmiyor. geçen haftaların birinde bir gardrop ayıklama yaptım öyle böyle değil ama öncesi de var. işe, o kalın havludan ağır bornozu atarak başladım! bir sürü peştemal aldım çünkü tire pazarından turgutreis pazarından dahası adını vemeyeceğim bir büyük marketten hem de üç otuz paralara. evde koltukların üzerine serip serinlik sağlıyorum, deniz kenarında havlu  olarak kullanıyorum e evde niye kullanmayayım deyip hem de takım logolu bornozu attım! dolap rahatladı ben rahatladım. eski kaçık ( ne zaman ya bu kaçık görünmüyor hadi bugün de giyeyim bu çorabı desek o gün o ayakkabı çıkar biliyorsunuz:)) çorap eski tişört varsa attım. neymiş sporda giyermişim,  geçelim 3 senedir iki tişört giyiyorum sporda! biri eve yıkanmaya öteki salona 

başka bir kaç da plaj elbisesi attım. fazlalıklardan kurtuldum odada. 

geçtim mutfağa ne kadar az kalmış artık muhtemelen bayatlamış makarna vb. varsa hoop çöpe. dolapta fi tarihinden kalmış soslar; onları da. buzdolabı da pırıl pırıl silinip parladı mı? 

şimdi sıra kendimde. ben de fazlalıklarımdan kurtulmalıyım. işte bu o kadar kolay değil. mantığım bir yere çekiyor kalbim bir yere. kalbim en son beynimden iyi bir dayak yiyip elinden tutulup ne işin var buralarda, diye enseye tokat yiye yiye evine getirildi. bunun görselini dövme yaptıracağım:)))) 

seyahat planları daim. birazdan yurt dışı harcı yatırıp sırt çantası alıp bilet almaya gideceğim. 

işte böyle evdeki fazlalıklar sizi yormadan kendinize alan açın. kalp için aynı şeyi diyemeyeceğim benimki bulduğu ilk fırsatta kaçıp gidiyor, sonra dayağı yiyip oturuyor.  '' zaman ustadır '' der hep altay, onu dinleyip zamana bırakacağım. 


bir film bir kitap iki ıslak hamburger

20 Haziran 2018 Çarşamba
yahu aslında ıslak hamburger diye söylenmez kısaca ıslak denir herkes de anlar ama internet dünyasında ı.sla.k sözcüğü farklı şeyler çağrıştırabileceği... ayhhh anladınız siz 

onlarca kez yazıp sohbet ederken söylediğim; beyoğlu ne kadar kötüleşirse kötüleşsin isterse sıralı düzen tatlıcıya teslim olsun yine de arada kıyıda köşede hala gittiğimiz mekanlar, kitapçılar, sahaflar var ve hep -sık olmasa da eskisi gib- gideceğim beyoğlu ve civarına. nokta. 

geçen günlerden birinde yine bir beyoğlu turu yaptım; tıngır mıngır o beton meydanı geçip klasik yürüyüşümü tutturdum; niyetim beyoğlu sinemasında ahlat ağacı'nı izlemek; saatleri uyduramadım ama fitaş sinemasında vardı, bakmıştım saatlere bir cihangir turu atarsam olacaktı. oldu da. önce yapı kredi yayınlarında aldım soluğu; tatile gitmeden aldığım iki kitabı da oralarda hediye edip dönmüştüm. mine söğüt imzalı adalet cimcoz yaşantı kitabı, çok tekrar, az kırıntı bilgiler ile kotarılan eh işte şezlong kitabı diyebileceğim bir kitap. dün ise kısa ve çarpıcı bir roman. son sayfasını okuduğumda lipsi'de plajdaydım ve bir 10 dakika kadar kalakaldım. 

kitabı tavsiye eden yky çalışanı ile kitap üzerine lafladıktan sonra onların bana tavsiye ettikleri romanı değil de bana yemek, uçucu bir roman tavsiye edin diye yaz okumalarımın tarzını belirttim aslında ve öneri geldi; 

avcılıktan gurmeliğe 
yemeğin kültürel tarihi 
priscilla mary ışın 

priscilla hanım, benim doğduğum yıldan beri türkiyede yaşıyormuş; sırf bu ayrıntı bile kitabı almam için yeterli bir sebepti; çünkü kimi ''şef'' ler tarafında mutfak üzerine yazılmış ''kitap'' benzeri basılı yayınları elime alıp da domatesin üstüne kimyon serptim/füzyon yaptım/soğan salatasına iki damla nar eksişi koyunca... gibi basit bile denemeyecek zırvaların kitap olduğunu görünce... neyse

kitabı attım çantama, doğru sinemaya; salonda 7-8 kişi vardı. üç saatlik bir filmi zaten dolu bir salonda izlemek istemezdim doğrusu. çünkü, telefon faktörü. açan, konuşan, 10 dakikada bir arayan var mı diye kontrol eden... ayhhhhh! yav  neyi kaçırıyorsunuz sinemada iken anlamıyorum ki! 

ahlat ağacı'nı izleyin. 

taşrayı biliyorum ben; ben biliyorum da işte nbc anlatabiliyor böyle üç saat insanı koltuğa yapıştırıp bir üç saat daha olsa da seyretsem diye hatta filmin ilk bir  saatinde ayağa kalkıp BÜYÜKSÜN NBC diye bağırmamak için kendimi zor tutarak! 

ahmet rıfat şungar çok başka çok iyi bir oyuncu; kısacık rolünde devleşmiş. ve öner erkan; o ceketi o gömleği o imam imam  yürüyüşü. izlediğiniz zaman hah işte bu diyeceksiniz. bu iki genç adam muhteşem. kadir çermik başkan sahnesinde döktürmüş. 

başrol oyuncusu doğu demirkol benim hiç tanımadığım biriydi ve sanki o rolü başkası oynasa olmazmış kadar giymişti rolünü; aksan falan diye eleştirenlere bakmayın; herkes doğduğu yaşadığı toprakların aksanı ile konuşmaz. benim gibi aksanı en bilindik ve ayırt edici kadar belirgin bir coğrafyanın çocuğunun aksanı yok mesela! kimse anlayamaz nereli olduğumu konuşmamdan. 

film;  taşra, baba-oğul / ana - oğul, kasaba, sıkışmışlık ve nihayetinde teslimiyet ekseninde ilerliyor bence. taşrada büyüyenler çok iyi bilir bu duyguyu. bakınız ben. 

film bitti. yavaşça kalktım koltuğumdan. istiklalin kalabalığına karışmadan büfelere kadar yürüyüp iki ıslak hamburger yuvarladım. ve evime kadar yürürken hala filmin içindeydim. 

büyüksün nbc! daha ne diyeyim. gidin, izleyin. 

bir istanbul gününün daha sonuna geldim. evde zeytinyağlı fasulye var yemeğe. onlarca da okunacak kitap; gelecek aya doğum günümde kendime hangi seyahati hediye etsem, sorusu aklımda; akyaka? malaga? orta avrupa? 

bakalım nereye bir bilet alıp çantamı atacağım sırtıma 
hadi ben kahve yuvarlamaya 


koy koy bodrum; türkbükünden gümüşlük'e bodrumda ne var ne yok

4 Haziran 2018 Pazartesi
mayıs ayında bodruma gidecek olursanız bolca tişörtü gömleği fora etmiş 
 adamın iskelelerin son çivilerini çaktığını, sezon için içki dolaplarının kontrollerinin yapıldığını, sezon öncesi son normal fiyatların olduğunu görürsünüz. ki ben bunların hepsini gördüm:))) 


12 adaları tercih  ettiğimden bu sene de tatil için, önce bodruma gittim ve toplamda 5 gün kaldım bodrumda; ilk gün çok fazla yer aramadan ( aslında başka yerde yerimi ayırtmıştım ama) limanın çekiciliğine ve sabah 5 dakika yürüyüp feribota ulaşmaya karşı koyamayıp küba bar yakınlarında bir otele attım çantamı. tabii ki yol tarafında değil bahçe tarafında bir oda verdiler çünkü yol tarafında müzik geç saatlere kadar devam ediyor. 

mütevazı otelin renkli bahçesinde normal bir kahvaltı yaptıktan sonra hoop kos. yunan kısmını yazmıştım; ek olarak şunu diyeyim; mayıs ayında sadece kos ulaşılabilir. ne leros ne başka adaya sefer yok. haziran gibi leros başlıyor. el mahkum kos yani istikamet. 

8 gün yunanda gezdikten sonra geri döndüm. denizciler kahvesi her daim açık her daim normal fiyatlar temiz düzgün yiyecek ve içeceği ile çok yer aramadan oturup bira - köfte, çay kahve tost yiyip içebileceğiniz bir yer. kahvaltı yaparken bir yandan bodrumda kalacak yer bakıyordum. bu sefer aradığım otel değildi; hostel arıyordum. buldum. 

bodrum ecofarm hostel. aradım, konuştuk sahibi ile. bodrum ecofarm camp turgutreis gümüşlükj arasında. bodrumdan iki minibüs ile yani; bodrum turgutreis/turgutreis gümüşlük 
tabii ben ikinci minibüsü beklemedim atladım taksiye yakın zaten. 

mandalina ağaçları altında paylaşımlı büyük bir oda var; 8 yatak var benim şansıma sadece 2 kişiydik, sonra bir kadın arkadaş geldi, bir gece kaldı o da gitti. yine bize kaldı oda. 

kahvaltı ve akşam yemeği  var hostelde. instagram adresleri var güncel fiyatları sorabilirsiniz. ben mayıs ayı fiyatını yazıp yanıltmayayım kimseyi. gönüllü çocuklar vardı hem bahçenin işlerini yapıyor hem orada kalıyorlardı. gençken böyle gezemedik şimdi de yapamıyoruz işte en fazla hostelde kalıyorum:) 

hosteller farklı insanlarla tanışmak, sohbet etmek onları gözlemek için tatillerde kalınacak bence en güzel yerler. ucuzu pahalısı özeli kalabalığı her türlüsü var avrupada. barselonada tek kalmıştım mesela ( 30 euro idi) gümüşlük yakın ben zaman zaman o çiçekçi senin bu manzara benim yürürken bir bakıyordum gümüşlükteyim. 

gümüşlük bildiğiniz üzere belediyenin çay bahçesi hariç hep pahalı! bir yerin mönüsünde karides salata 45 tl gördü bu gözler! abicim karides salata nasıl 45 lira demedim tabii ki deli pahalı 3 tane karidesi zaten sebzeye boğuyorsun salata ayağına neyse 

köftecinin köftesi süper. 15 tı yanlış anımsamıyorsam yarım hadi 16 olsun gayet leziz bir köfte bir de mandalina gazozu yuvarlamadan olmaz oraya gidince. bira pablo, bodrum birası diğerleri de var. 

henüz o meşhur şezlonglar yan yana olayı başlamamış. istanbul menşeili off gümüşlük bile henüz şezlonglarımız gelmedi, dedi. 

bu beach olayının bana en ters gelen kısmı ''harcama limiti' yani sen girerken atıyorum 200 lira harcamaya tamam deyip bunu ödüyorsun ki baştan karşı olduğum bir olay bu. gitmem, gitmedim. dip dibe şezlonglar zaten içimi sıkıyor benim. ahh benim küçük güzel aşkım lipsi bir ben vardım plajda! sereserpe güneşlenip kimseye para harcama sözü vermeden istediğimi yedim içtim 200 metre ötedeki  uzerilerde. 

işte gümüşlük öyle, istanbulda ne kadar işsiz gazeteci varsa orada. biz bir gün merkezden şampanya koyuna kadar yürüdük hostelden ve hostelin yakınındaki adım adım meyhaneinin sahipleriyle. 

adım adım meyhane için iki kelam edeyim. herkes ''biz samimi bir yer yaptık'' diyor açarken ama bu çocuklar hakikaten samimi; onur, birol, şef kaan, sveta hepsi. ben hostelden çıkıp etrafı keşfetmek için yürüdüğümde rastladım, canım da mercimek köftesi istiyordu, girdim selamlaştık. konuştuk, yoktu mercimek köftesi ama şef kaan yaptı. hem de leziz yaptı. lokum gibi köfteleri soğuk biralarla yuvarladım:)  bir kere de buradan teşekkürler kaan. 
öğle sıcağında hamakları tam uykuluk. onlar da instagrada adimadimmeyhane adıyla varlar. alın takibe; klasik meyhane konseptine ek olarak konserler, tiyatrolar, 
sergiler olacak. yine mandalina ağaçlarının altında. akşam da minik barda laflamak eğlenceli. 

gündoğan ve dereköy'ü gezdk bir gün gündoğan gezimiz çok komikti, koyun merkezini bulup aşağı inemedik:) yukarıdan yukarıdan manzara manzara gezdik. dereköy ise atanamayan gümüşlük izlenimi bıraktı bende. yukarıda bir köy, tahta işi yapanlar burayı mesken eylemiş ki aşağıya göre kiraların düşük olduğunu anlamak zor değil. bir tane restoran var ama kimsecikler yoktu sanırım mutfakta da bir şey yoktu ki adam bizimle pek ilgilenmedi. dereköy biraz garip yani giderseniz büyük beklentilerle gitmeyin. öyle yarım saat köyü gezip aşağı gümüşlük yalıkavak hangisini canının isterse ona inin. 

yalıkavak marinada macrocenter var ve bu sene çok güzel blushlar ithal etmişler. kaçırmayın! 

bir de gümüşlük migros nefis manzaralı. sırf o manzara için bir iki kez gittim ben. 

ve nihayet senelerdir bodruma gidip görmeden döndüğüm türkbükü. ben türkbükü gördüm:))) aynı okuduklarım gibi bir dere var ve o dere ekonomi olarak ikiye ayırıyor türkbükünü; bir tarafa işte o şu kadar para harcayacaksın en az burada plajları / iskeleler öbüt taraf halk tarafı. bir de ortada belediye çay bahçesi. bodrum belediyesi bu çay bahçesi işini çok iyi yapmış. herkes o plajlarda para harcamayı taahhüt etmek zorunda değil. gayet insancıl fiyatlara yiyip içebilmeli insanlar. 

bir mühim not bodrum üzerine; bodrum kasaba olacak bir yerleşim olmaktan çıkmış arkadaşlar. bodrum il olmalı ona göre bütçesi olmalı. ne derelerde tepelerde ne evler ne siteler var nasıl yetişsin kasaba bütçesiyle başkan oraya! olmaz, bodrum il olmalı. 

türkbükü en çok iskelelere son çivilerin çakıldığı koydu. yakışıklı yakışıklı adamlar güneşin altında gömlekleri fora etmiş çalışıyorlardı. yine istanbul menşeili bir mekan açılışına davet etti bizi ama ahh gidemedik.  

türkbükünden sonra bir de torba yapalım dedik ama torba o kadar küçük bir merkeze sahip ki 15 dakikada yürüdük bitti. 

bodrumla seneler sonra barıştım. niye? e çünkü bir ara her şey ve her yer çok pahalıydı. sonra baktılar ki haaaa bu böyle olmuyor, normal insanca fiyatlara dönen çok yer oldu. o yerli turiste üstten bakış mecburen kırıldı ( turist yok) şimdi barıştım. mesela bir akşam merkezde yediğimiz balık - kalamar ve ahtapot iyiydi. ahtapot işini yunandan bilenlerin beğenmesi mümkün değil o yumuşak ahtapotu ama neylersin ki bizim müşteri alıştırılmış bir kere hamur gibi ahtapota. ama o mekan adını unuttum vallaha beybi karideslerimi gayet güzel ızgara etmişti arkadaşımın balığının  da tadına baktım iyi pişirlimiş ve güzeldi. 160 civarındaki hesap kabullenilebilir sınırdaydı kale manzaralı kumların üzerinde bir bodrum akşamı. eh adamların mekanı da ağaç gölgesi değil nihayetinde. 

ben bodrumu yazın kaldıramam. mayıs ve sonra ekim gayet iyi hatta ocak şubatta gidip sene boyu açık olan küçük meyhaneleri keşfetmek isterim. oradan datça sonra marmaris sonra akyaka 

ayyyyy bodrum güzel gidin. 

devam eder belki 

yunan adalarında tatil

31 Mayıs 2018 Perşembe
bayram tatili için açmış haritayı nereye bilet alsam diye bakınırken bir yandan da gazetenin birinde bodrum haberini görünce kapattım ikisini de başladım klavyeyi tıkırdatmaya. 

bu tatilden de zayıflayarak döndüm! hadi canım sen de o kadar yemeğe, dediğinizi duydum:) saklamayın. evet, o kadar yemeğe atinadan da zayıflayarak dönmüştüm; niye? yürüyerek gezmekten. atinadan hele 5 kilo vererek dönmüştüm ki aylardan temmuz olması da ayrı bir etkendi. 

neyse, döneyim bu tatile. dinlenmeli tatil dediysem de 3 ada bir bodrum yaptım geldim. adaların ikisini biliyorsunuz; daha önce lipsi ve kos üzerine yazmıştım. bu kez sadece farklı olarak leros girdi rotaya. 

kos adasına sabah ulaştım. o gece kalıp şöyle bir dolanıp plaja postu serip gyros yiyip güneşlenip mythos içerek günü tamamladım. ertesi gün hoop leros. 

leros merkez agia marina; yani limani. plaj yok merkezde. ben 2 km. ilerdeki alinda köyünde kaldım; tabii ki anna'nın beni arabasına atmasıyla kendimi alinda'da buldum. katamarandan indim, yürürken bir araba durdu yanımda;

kadın; pansiyon? 
ben : yes 
kadın: atla! 

ahahha aynen böyle, tabii ki ön koltukta oturan kadını katamaranda görmüş olmamın
ve anın milyon tane fotoğrafını çekebilme özelliğimin gezdikçe gelişmesinden dolayı güvendim bu 60 yaşlarındaki teyzeye. güvenim boşa çıkmadı. gayet temiz düzgün bir apart otele geldik. adalarda arazi ucuz olduğundan olsa gerek odalar geniş geniş...
cibinlik vardı bu ne demek? sivrisinek var demek. leros'nun bir kötü özelliği bu. başka da bir kötülüğü yok vallaha. mis gibi ada. 

atıyorsun çantanı koluna, iniyorsun sahile her otelin her restoranın üç-beş-on neyse şezlongluk plajı var. begendiğine kuruluyorsun. adamlar tok gözlü; bir çay kahve bira ne içersen onun parasını alıyor. bira 2.50 euro kahveler merkezde 2.50 köyde 1.5 - 2 euro arasında gidip geliyor işte. iki sene önce ile fiyatlar değişmemiş. 

ben marketin önündeki plajı beğendim. soğuk biraları devirmek için en uygun yerdi. bira dondurma akşama kadar keyif. 

3 gün kaldım leros'da; köylerini plajlarını gezdim. en sevdiklerimden biri restaurant vareladiko oldu.  bir diğeri alinda köyündeki argo; her ikisinde de gayet taze leziz grek salad ve deniz ürünleri yedim. 

iksinde de güneşlenmek denize girmek oldukça keyifli özellikle alinda plajları hep kum. 

adada belediye otobüsü var;sanırım bir tane. hep tur yapıyor köyler arasında ama handan yürüdü yürüdü yürüdü. apart otel de kalsam bile çok yemek yapmaya zaman harcamam ben ama bir market var agia marinadan alindaya yürürken yol ayrımında; oradaki şarap çeşitlerine bir göz atın derim. ben ucuz sayılabilecek bir şarap aldım ve akşam balkon keyfi yaptım yanında elma peynir ve et ile içmelere doyamadım!
küçücük olsa da leros deniz güneş tatili için her şeyi sunuyor hem de hiç pahalıya kaçmadan. kos adasında plajda bira 4 euro iken burada 2.50 idi. argo da yemekler 9-15 euro arasıydı. komik olan benim içtiğim kahvenin fiyatının tl bazında dakika dakika artmasıydı;= twitterdan bütün euro esprilerini ve tabii ki kuru takip ettim. bir yerden sonra saldım gitti. ehh dedim keyfime baktım. 

leros üç gün fazla fazla gezmeye yemeğe yetiyor. sonra benim minik aşkım lipsi vardı sırada. bir bilet ve lipsi. 

lipsi adası yazısı için buraya tık tık

yine afrodit otelde kaldım, yine niko & lulu's mezeevinin ahtapot ve mezelerine yumuldum yine despina'nın yerinde kahvaltı yapıp soğuk biraları yudumladım. 

yunan bana istediğim tatili verdi. 8 günden sonra haydi handan dön geri bodruma dedim. döndüm. 

bodrumu koy koy köy köy gezdim; torba, tükbükü, gümüşlük, bodrum merkez bir sonraki yazıya kalsın. ben bir kahve içmeye kaçayım şimdi. 

mayıs ayında patmos gibi pahalı adalar dışında 20 euroya otel/pansiyon bulabilir, günde 45-50 euro ile çılgın tatil yaparsınız. biletler adaların uzaklıklarına göre elbette. 

iyi tatiller 

fotograflar hep instagramda var. bu yazı da böyle olsun. 


instagram, bahar rotaları, kitaplar... ortaya karışık kısa kısa

18 Nisan 2018 Çarşamba

ben yatılı kız lisesinde okudum, bin yıl önce:)))  


instagramda liseden arkadaşlarımın hesaplarını takibe aldığımda hangisinin hala evli, hangisinin mutlu, hangisinin boşanmış olduğunu ve daha bir çok şeyi anlayabiliyorum. tabii ki onlar da benim hesabımı takibe aldıklarında kafalarında oluşuyordur bin yıl sonra handanın ne alemde olduğuna dair bir fikirleri. yazıyı vatsap grubuna atınca, yazarlar  düşüncelerini. 

esasında instagram hangi saatte ne yaptığımızı, neyi sevdiğimizi ve en çok neyi yiyip nerelerde gezdiğimizi en ince ayrıntısına kadar gösteriyor. tabii zaman zaman benim kullandığım ''zaman kaydırma'' yolunu kullanıp bir de bazı konulardan hiç bahsetmeyerek (mesela benim için o, çalıştığım kurum ) bir boş alan yaratabiliyoruz.

zaman kaydırma, ne? bunu ilk defa bir gazeteci arkadaşım telaffuz etmişti; adını böyle koymasam da ben de yapıyorum, demiştim. olduğunuz yerden o anda değil de sonradan paylaşım yapmaya, zaman kaydırma diyoruz canım:) bir çeşit aaa her an neredeyim belli olmasın canım, önlemi. 

bunun yanında işimden bahsetmek hoşuma gitmiyor, bundan da hiç paylaşmamamdan işimi sevmediğim çıkarılabilir elbette. yanlış da değil.  neyse. bak bu kadar yazmaktan bile sıkıldım. 

instagram, okumasını bilene çok iyi bir tanıtım alanı - ki bunda en karlı olanlar reklam şirketleri- yediğimiz peynirin - hele benim- markasına kadar yazıyoruz ya olala bundan ala verimi olur? olmaz. 

*** 

yakında bir tekirdağ / uçmakdere / gaziköy bahar rotası yaptım biliyorsunuz. aracınız yoksa istanbulda esenlere gitmeden tekirdağa gitmenin yolunu yazayım önce. metrobüs ile beylikdüzü son durağa kadar gidiyorsunuz, orada benzinlikte bekliyor ve tekirdağ minibüslerine biniyorsunuz. minibüsün dolu geçme olasılığına karşı arayın siz yine de orada olduğunuzu söyleyin. bir boş koltuk bırakıp sizi alıp yola devam ederler. tekirdağa vardınız (1 saat 15 dk) merkezde bir yemek molası verebilir ya da sahil hattından şarköy istikametine giden minibüslere biner  uçmakderede inersiniz ( 10 tl)  


uçmakderede ne yapalım handan? seviyorsanız gözleme & ayran var. yok ben gözleme yemem ayran da içmem derseniz iki saat köyde dolaşır, manzarayı içinize çeker belki bir ıhlamur/çay içer sonra madem ayrana hayır diyorsunuz sizi aşağıya gaziköye alayım; eski adı galos. ev şarapçılığı var, zeytin var zeytinyağı var, köy bakkalında nebahat abla var bir virtüöz gibi koltuğundan kalkmadan bakkalı çekip çevirdiğini,  sohbet ederken fark edersiniz. acıktınız değil mi? ben de! o zaman sizi köyün hemen yukarıdan inerken ilk tesisi  ve aslında tek tesisi olan bayram'ın yeri ayazma restauranta alayım. 
seçin beğenin mezeleri ( midye şu sıralar yok ama kalamar var, buz tabii buz) ev şarabı var, istavrit var çıtır çıtır. ortada koca bir soba var; akşamları yanıyor. şömine iyice kış işi. köfte var. ekmekleri kızartıyor, mert. servis düzgün fiyatlar makul. yedik içtik eee uykumuz geldi, alalım sizi restoranın üst katındaki mütevazı pansiyona. sabah yürüyüşe çıkmayı unutmayın ha! 
yazın restaurant için bir masa ayarlarlar aç bırakmazlar ama pansiyon için yer ayırıp gidin. 

bayram'ın yeri ayazma restaurant telefon:  0282 538 63 00

*** 

çantamda başka evde başka kanepede başka kitaplar var bu sıralar. bahar geldi ya oraya da gideyim bu erguvanı da fotoğraflayayım derken sabun köpüğü romanlar ve anılar okuyorum işte ne olacak. 

*** 

yaz, sıcak, operasyon derken kaç ay oldu spora gitmiyordum. dün spor salonunun yöneticisi ile karşılaştım; hafif azarlayarak ''yarın gel'' deyince akşamdan çantamı hazırladım, çift çanta çıktım evden:) bu akşam başlıyorum spora. euro aldı başını gitti ama ben bir yunan adası turu yapmazsam olmaz. mayısta yunan; işte bu beni heyecanlandırıyor.  

*** 

günaydın 

burun estetiği hakkında bilinmesi gerekenler ve daha neler neler

4 Nisan 2018 Çarşamba
zoi yani özge ''tembel teneke hani yazı!''' diye dürtmese yazacağım yoktu. operasyon oldu bitti; 5 hafta geçti üzerinden ben hala... neyse, vira bismillah deyip klavyeyi tıkırdatmaya başladım.  

en başta şunu söyleyeyim; bir sağlık sorununuz yoksa, manken/oyuncu/fotomodel hayatını yüzüyle kazanan biri değilseniz - ki o da şart değil ya neyse o başka bir yazının konusu- burnunuza dokundurtmayın. nokta. 

ve fakat benim gibi kaza geçirdiniz burun deforme oldu, yaptırmak istiyorsunuz. hadi bakalım kolay gelsin. türkiyede binlerce estetik uzmanı hekim var. iyisini bulmak, seçmek çok zor. ben bu konuda hem şanslı hem de şanssızdım. doktor bir arkadaşım bana bir başka doktor arkadaşını tavsiye etti ve fakat o kbb uzmanı bana benim burnumun estetik uzmanı hekim tarafından düzeltilmesi gerektiğini söyleyince onun tavsiye ettiği doktorda karar kılmak zorunda kaldım. çok sıcaklara kalsın istemiyordum bu operasyon. doktorumdan ve hastaneden çok memnun kalmadığımı yazayım hiç isimlerini vermeden. bunları doktorla paylaştım zaten. 

bir kere iyi bir hekim bulun ne olacağını size etraflıca anlatsın. benim hekimim az konuşan bir hekimdi böyle bilgi verirken birden sanki çok konuştum  susayım edasında kesen bir insandı hep sorarak aldım bilgileri. eksi puan. neyse, ikincisi iyi bir hastane seçin. kimi özel hastaneler devlet hastanesinden hallice olmuş; dikkat edin kapıda bekleyen çok ise pek hayır gelmez o hastaneden; demek ki randevular sıkışık veriliyor e doktor o sürede bitiremiyor muayeneyi ve yığılma oluyor. 

beni  kontrol için beklettiklerinde yüksek sesle söylenmeye başlayınca hemen aldılar içeri;  bu memlekette ne yazık ki artık sesimizi yükseltmeden/azarlamadan pek bir hakkımıza sahip olamıyoruz. doktora da söyledim;  beklemeyi tercih edecek olsam daha mütevazı bir yerde yaptırırdım operasyonu diye. neyse, bekleyeni çoksa kaçın o hastaneden. başka yer bakın. 

belirsiz konuşan hekimden uzak durun; benim hekim belirsiz konuşmadı. ama o arada seçenek olsun diye konuştuğum bir başka hekim epeyi belirsiz konuşunca oradan  kaçtım:))) sanarsın hırsız polis oynuyoruz, değil mi? 

hisler ve yönlendirmeler ile iyi hekimi buldunuz; tebrikler şimdi hastane çantanızı hazırlayalım. 1 gece yatacaksınız lamı cimi yok! yakası geniş, yumuşak dokulu bir pijama takımı alın yanınıza. sabah yüzü gözü şiş çıkacaksınız hastaneden ona göre,  giyip soyması kolay olsun pijamanın üstünün en azından. 

hastaneye gittiniz, parayı yatırmadan işlemleri başlatmıyorlar! hoş geldin kapitalizm hoş geldin özelleşen sağlık sistemi. 6000 + 15 aldılar benden; o 15 katılım payı imiş, ne ayıp değil mi? ayıp vallaha ama daha yatmadan almaları çok daha büyük bir problem; bizi hiç düşünmeyen sadece para olarak gören zihniyetin sonucu. ulan, masada ölsek ne olacak!? ailenizin nereden aklıma gelecek o parayı istemek. yani canım ölsek de umurlarında değil, para yatır sonra. kan tahlili için kan ver, ekg çektir dosyan elinde odana çık ve bekle. sonrası ameliyathane. 10 - 9 derken gitmişim ben 9 dan sonrası yok:) 

uyandığınız zaman sizi  2-3 kişi arasına almış ve  epeyi dövmüş gibi bir haldesiniz. hiç fotoğraf sormayın hepsini sildim az önce telefonumdan. ilk saatler hemşire sürekli gözünüze buz koyacak ( 45 dk da 15 dk) daha fazla şişmesin diye. ve göz kapaklarınızın nasıl o kadar şiştiğine hayret edecek bir yandan da umarım bi'şey olmaz diye korkacaksınız! üzgünüm ama böyle. aç gideceksiniz operasyondan en az sekiz saat önce, op. olunca iki saat daha aç bekleyeceksiniz, hazırlıklı olun. ben 1.5 saat sonra aaa başlarım ama deyip suyu diktim kafama, itiraf edeyim. 

ilk günler için  evde su, süt, muz bulundurun bolca. çünkü pek bir şey çiğnemeye haliniz olmayacak. iki gün uyuyup uyanıp muz yiyip su içip ilaçlarınızı yutup uyuyacaksınız. 3 gün o çok yorgun haliniz % 50 geçmiş olacak. ama hala burnunuz kapalı yüzünüz şiş. sonra tamponlar çıkacak ilk bir haftada ve hala su değdirmek yasak. ikinci ve üçüncü hafta sabahları bir kaşık sızma içip bolca en kolay yemek olan eti kısık ateşte pişir ve ye taktiğini uyguladım. ha mühim not: ben kimseye haber vermedim; cengaverim ya ben kendim yattım, kendim çıktım evde kendi kendime baktım iki hafta. sürü sepet sebebi var bunun da en mühim sebebi sigaralı ortamdan uzak durmak istememdi. ama baktım mı kendime vallaha gayet iyi baktım bu geçirdiğim 3. operasyon olunca deneyimliydim. yok hepsi burnum değil:) tabii ki hastaneden gelip beni alan memo'yu unutmadım, teşekkürler memo'cum o halde taksici abi bile korkabilirdi benden. 

ben doktorun söylediğinden bir gün önce dayanamayıp duş aldım! tabii ki alçı düştü, doktor telefonda hemen gelmelisiniz deyince atladım taksiye gittim; 7. gün oluyor bunlar,  bantladılar bu kez burnumu. ikinci ve üçüncü hafta evden pek çıkmadan dinlenerek, bolca uyuyarak -ayı gibi:)))- geçti gitti. sonra annem artık beni dinlemeyip geldi. 

dördüncü hafta rahat rahat duş alabilirsiniz ama burnunuz hala darbelere karşı hassas. aman dikkat! kalabalığa girmeyin. eliniz çarpmasın vs vs vs 

burun operasyonu zor bir operasyon. iyi hekim iyi hastane ve sonrasında iyi bakım şart. ben sigara hiç içmedim. çok uyudum çok dinlendim çok meyve yiyip çok protein aldım. ama hiç biri yine de ödem denen lanet şeyin 6 ay ila 1 yıl arasında geçmesini kısaltmıypr. ben delirdikçe doktor '' sabır handan hanım'' dedi. evet, sabırlı olacaksınız, ve unutmayın hiç bir zaman hastanın istediği ile hekimin ortaya çıkardığı tutmayacak birbirini. 

yaptırmayın. yüzünüzü burnunuzu kendinizi sevin. 

****

nejat işler'i  beyazperdede izlemek bir zevk benim için, seviyorum adamın tarzını duruşunu halini tavrını; kaybedenler kulübü'nü izledim. filmden çıktıktan sonra seyahate çıkmamak için zor tutacaksınız kendinizi. bir de spoiler sayılmaz; o kız var ya o kız evlenecek o sümsük herif ile sonra bir çocuk sonra da boşanacak! filmin devamı çekilirse böyle olacak değilse ben yazdım kafamda. filmi izleyenler ancak anlar bu dediğimi. herkesin anlayacağı bir şey yazıp filme gidin diyeyim; aşk geldiği zaman yaşayın. saçma sapan gelecek hayalleri ile piç etmeyin aşkı ha zaten o da öyle düzene plana gelecek bir duygu değil; o sevgi onda bişey yok pek heyecana dair. aşk bu ulan olduysan ne mutlu sana! 

*** 

liji pulcu çizmeciyan, son keşfettiğim istanbula dair anı kitabı yazarı; istanbul'da kayıp zamanlar 2, ile başladım. niye mi 2? e remzi kitabevinde 2 yi gördüm 1'i var mı dedim, yok dediler, ne fark eder bu da üniversite yıllarını anlatıyor deyip aldım. 1 de çocukluğudur liji hanımın, filme ikinci yarıda girip sona kadar izleyip çıkıp birinci yarıda  tekrardan girmek gibi olacak ama olsun. zaten birinci cildini de twitlerimi gören sevgili adalı arkadaşım zişan yollayacak. istanbul var kitapta paris var notre dame de sion var var da var. okuyun, güzel bir anı kitabı. 

*** 

pek yemek yapmıyorum bi geçen gün kuzu etli risotto pirinçli pilav yaptım; bol soğanlı bir kaç diş sarımsaklı ve sızma ile. pek leziz oldu. 
çabuk yoruluyorum, henüz tam toparlanamadım. 

*** 

her yaz bir kaç farklı adaya  seyahat edip çokça farklı yerler görmeye mezeler tatmaya  yemeye çalıştığımı ve bundan çok zevk aldığımı bilirsiniz. ancak bu yaz bir yavaş tatil yapmak niyetindeyim ( iç sesim umarım becerebilirsin, diyor) yavaş tatilden kastım; 
istanbul bodrum 
bodrum kos 
artık kos'tan sonrası en küçük ada hangisi ise, hangisine  hislerim işte bu, derse. bir ada, bir hamak, bir kaç taverna olsun yeter. gözlerim maviye dönene değin denize bakmak, uzun öğle uykularına uyumak, güneşlenmek, yenilenmek, dinlenmek, dirileşerek geri dönmek istiyorum. sonra eylüle gezmeli yorulmalı keşfetmeli bir gezi yaparım. önce dinlenmem gerek. 

*** 

ay ay ay çok uzadı bu yazı 
hadi bakalım siz okumaya ben uyumaya