ne yapıyorum?

28 Haziran 2020 Pazar
minik güzel kahvaltı tabakları hazırlayıp, erken kahvaltılar yapıyor 

çıtır çerez filmler izleyip, öğle uykularına uyuyor 

mesela juanita filmini tavsiye ediyorken size ben çoktan başka bir filme geçmiş oluyorum

şef'i görmeye gidiyor bazan sokağa çıkma yasağından hiç haberim olmuyor:) 

sonra koşa koşa -şaka tabii ki- gayet rahat eve dönüyorum 

evi sıkça havalandırıp, temizliyor 

basit yemekler yapıyor 

yeni çıkan az sayıdaki kitabı takip ediyor 

ne 2020 yılıymış arkadaş! diye sıkça şaşırıyor 

bu sene doğum günümde kendime seyahat ısmarlayamayacağımı hissediyor 

güzel, teraslı, püfür püfür bir yerde yemek ısmarlayıp belki konaklarım bile düşünüyor 

okuyor, yazıyor, izliyor, bol bol kiraz karpuz dondurma ve çikolata yiyor 

buna rağmen ''aaa zayıflamışsın sen'' tepkileri alıyor 

çünkü her sabah yaptığım nefes ve esneme hareketleri artık beni fit gösteriyor 

eylül serinliğini şimdiden özlüyor 

seyahat gözümde tütüyor 

ben marinaleda'da iken hamile olan alba'nın ablası, doğurdu. çocuğu instagamdan izliyor böylece marinaleda'ya ne kadar süre gitmediğimin hesabını tutuyorum. umarım çocuk okula başlamadan bir daha giderim. 

artık marketten gelince her şeyi silmiyorum sadece poşetlerini atıyorum ama ben hala sokaktan eve gelince duş alıyorum. buna devam edeceğim sanırım artık

3-4 aydır korkmadan sımsıkı sarıldığım tek canlı; şef:) 

en kısa zamanda ki bu da sonbahardan önce değil, seyahate çıkmak istiyorum. 

işte böyle 

günaydın 

iyi pazarlar 


ferzan özpetek / bir nefes gibi; çok iyi olmayan bir roman üzerine

25 Haziran 2020 Perşembe
ferzan özpetek'in hayranı değilim. 

kendime hayranım:) 


filmlerini de kitaplarını da denk gelince izleyen alan biriyim. kendisini biraz murathan mungan'a benzetiyorum; çok basit günlük olayları dahi allayıp pullayıp yazıp kitap / şiir / film olarak pazarlıyor ikisi de yıllardır. başarılılar mı? e vallaha evet, bak ben bile niye beğenmediğimi / sevmediğimi yazmak için klavye tıkırdatmaya başladım. ben bile derken kolay kolay kimseye ve bir şeylere kıymet vermeyen bir yapım olduğundan. 

neyse, geleyim romana. evvela, çeviri kötü. dün gece benim için geç saatte başladım kitaba ilk sayfalarda daha bir yerden bir yere '' geçtim'' diyen karakterler gözüme batmaya başladı. bir yerden bir yere geçilmez. gidilir. bu geçmek ilk ne zaman hangi dizide kullanıldı ve günlük dile girdi, bilmiyorum. geçelim. dere geçilir, konudan konuya geçilir ama ben eve geçeyim, ofise geçtim vs. vb. kullanımı yanlış. eve gidilir, ofise gidilir, ofisten eve gidilir. 

sonra 70 yaşındaki italyan bir kadın sanmıyorum ki 70 lerde '' aşırı rahat'' tabirini kullansın. '' çok rahat'' doğru kullanımı. bu da gözüme battı. 

bir diğeri daha romanın başında iki kız kardeşin koca ya da sevgililerini
 '' paylaştığı'' o kadar barizdi ki... romanın girişinde finalini hissetmek ve bunun doğru olduğunu bilmek sıkıcı bir iş gününde okurken haklı çıktığını da görmek romandan bırakın zevk almayı hadi bitireyim demeye getirince insanı, başarısız oluyor işte okur gözünde. 

aceleye gelmiş düşüncesi bana çok doğru gelmiyor sanki ikinci kitap ya da kitap filme çekilirse son anda attığım düğümün çözülüşünü görmek için alınır / izlenir düşüncesi planlanmış ve en sonunda o düğüm atılarak '' nasıl'' sorusu sordurulmuş, okura. 

işte, bütün bu yazdıklarımdan sonra diyorum ki; ferzan özpetek pek iyi olmayan bir yazınını sürmüş piyasaya. 

*** 

ferzan özpetek'in kitabını alacağıma samimiyetinden hiç şüphe etmediğim epi topu bir kez yüz yüze görüşmeme rağmen ve blogundaki yazılara zaman zaman sert eleştiriler getirsem de gülümsemesini ve '' haklısın handan'ım'' deyip yine de bildiğini yazmaktan / yapmaktan çekinmeyen sezen'in ( sezen türker) yaz romanı olsun, diye hiç de iddialı olmadan yazdığı romanını alsaydım:)))) o zaman sezen'e  '' oyyy bu cümle hiç olmamış!'' diye eleştirilerimi
 ( olacaksa) ilk elden ulaştırırdım:))))) online satıştaymış sezen'in kitabı, ben internetten kitap almayacak kadar yaşlı ve huysuz bir kadın olduğumdan, remzi kitabevi'nden ferzan'ın kitabını aldım çıktım; şu günlerde hiç kafamı yormayayım, öylesine roma istanbul hattında geçen bir uzun yazı okuyayım diye. ama ne roma ne istanbul ne de gizli eşc,insel karakterlerin açılımının yapılmadığı, her şeyin yarım yamalak kaldığı bir 160 sayfa okudum. kötü mü? yok değil. zamanım bol benim. eleştiri yapabilmek için de ( kitaplar için) okumak gerekli diyen eski huysuzlardan olduğum için. bu yazıyı bana yazdırması için o kitabı okumam gerekiyordu. bu benim için artı. bitti. 
*** 

şu anda biralı tavuk pişiriyorum. dün can sıkıntısından yine deniz türkali'nin yemek kitabını okurken gözüme takılan bir tarifti. tavuk birada pişiriliyordu. sanırım o tarifi hale soygazi vermiş deniz hanıma. ben de tencereye en alt katına soğanları salata doğrayıp üstüne maldon deniz tuzu serpip üzerine tavuk butlarını yerleştirdim:) sızma, tane karabiber, en üst sıraya da pembe domates ve sivri biberleri dizdim.kendi içtiğim biradan bir bardak da tencereye boca ettim.  şu an kısık ateşte pişiyor. sonucu yazarım:) 
*** 

yemek, bundan sonraki iş yaşamımda da üstüne bir şeyler yapmak istediğim geziyle birleştirip hayatımın merkezine koymak istediğim bir zevk. benim zevkim. 

*** 

siz okurken ben yemeğe bir bakayım, biramı tazeleyeyim. sonra yine yazarım. 


son anda gelen edit:
umarım özpetek kitabının ikinci baskısında bu geçelim ve aşırı sözcüğünün aşırı yanlış kullanımını düzelttirip öyle okura sunar. 



post korona

14 Haziran 2020 Pazar
hayatımızdan çıkanlar; 

*sinema. sinema aslında uzun zamandır çıkmıştı hayatımdan. yanlış anımsamıyorsam en son ahlat ağacı filmini izledim, beyoğlu fitaş'ta. sinema izleyicisine katlanamıyorum ben; sinema ile bir sorunum yok yoksa. sürekli telefonunu açıp kontrol edenlere, sinir oluyor, konuşanlara deli oluyor, mısır yiyenlerden nefret ediyorum! o yüzden sinemaya gitmeyi bırakalı yıllar olmuştu ama korona bunu tek sebep haline getirdi; sosyal mesafe. bitti. 

seyahat ve kahve hiç çıkmadı hayatımdan 

* tiyatro. tiyatroyu da uzun zamandır çıkarmıştım hayatımdan yine son kez -yıllarca aradan sonra- sadece evime yakın ve bu imkanı kullanmalıyım, bir havasına bakayım diye devlet tiyatrolarının şimdi adını bile unuttuğum bir oyununa gittim, mecidiyeköy sahnesinde. küçük salon sanırım artık kimsenin tercih etmeyeceği bir salon olarak kapanır. zira oyuncunun nefesini hissedecek kadar sahneye yakın ilk sıradaki koltuklar. bu da korona sonrası yine ne gerek var insanlarla bu kadar yakın olmaya, diye yaşamımdan zorlanmadan çıkaracağım bir eğlence / sosyalleşme. 

* sahaf. ne yazık ki artık başkasının okuduğu kitabı almaktansa gıcır gıcır tertemiz bir kaç kitapçıdan yapıyorum kitap alışverişimi. favorilerim, yky beyoğlu, iş bankası yayınları nişantaşı, kanyon avm remzi kitabevi. 

* sokak köftecisi. ah ah işte bunu özleyeceğim. ekmeğin içini çıkarttırıp, biraz kızarttırıp ekmeği yarım ekmeğe 1.5 köfte isterdim. bol soğanlı bol biberli! tezgahtaki abi gülümseyerek bir kaç tane böyle müşterisinin olduğunu söylerdi. bazan hemen oracıkta bazan da sarıp eve getirip buz gibi bir birayla yerdim. tek tek ürünlerin hijyenine emin olamadığımdan, bir süre - bir yıl kadar- gitmem. evde köfte ekmek yapacağım:) 

* küçük mekanlar. beyoğlundaki küçük  bar ve mekanları da yine uzun zamandır çıkarmıştım hayatımdan hem beyoğlunun önlenemez kalite olarak gerilemesi hem de artık dışarı çıkma kritelerimi biraz yükseltmiş olmam etkendi buna. şimdi hiç gitmem artık. beyoğlunda, şişhanede gidersem bir iki mekan var, aklımda. biri divan teras diğeri iksv üst kat barı. yıllar önce iksvnin üst katında bir beyaz şarap içmiştim,  tadı hala damağımda. sürekli işletmecisi ve doğal olarak ismi değişen bir mekan orası. şimdilerde monkey olmuş sanırım. bir gitmeli, istanbulun en güzel manzaralı birine sahiptir şişhanedeki iksv binası. aklınızda olsun. 

* tokalaşmak. unuttuk. artık öpüşmek tokalaşmak yok. zaten yazın dayanılmaz bir durumdu. çok uzatmadan buna sevindiğimi  söyleyebilirim. 

* kocaman avmler. avmye gidiyorum. bundan da rahatsızlık duymuyorum. çünkü o eskiden aman küçük esnafı koruyalım, dediklerimiz hep kazıkladı bizi. ilk giyişimde su çeken botları beşiktaş çarşıdaki aldığımız yere götürdüğümde ''aaa hiç böyle bir şikayet almadık, ilk sizsiniz'' diyen dükkan sahibi aklıma geldikçe hala sinir oluyorum. bir gün zaten ikinci olsam dişimi kıracam, falan demiş sinirle çıkmıştım dükkandan. ha büyükler çok mu iyi? eh  işte küçük esnaftan biraz daha iyi. o yüzden avm ye sabah emekli teyzeler gibi açıldığı zaman gidip her yer temiz fresh iken çalışanlar henüz yorgunluktan delirmemiş maskeden nefes alamamış hale gelmeden, alışverişimi yapar çıkarım. kocaman avmler değil tabii bunlar.benim butik avm dediğim profilo ve akmerkez bir de tchibo olduğu için kanyon. bu arada en şanslıları kanyon; açık alanı çok. 

sabah sabah erkenden uyanınca pazara erkenden giderim diye düşünürken yav neler neler çıktı hayatımızdan diye bu yazı çıktı elimden. 

korona sonrası bişey değişmeyecek değil, çok şey değişiyor. çıkıp bir yürürseniz semtinizden bir başka semte bunu daha çok görüp hissedeceksiniz. 

adaların dip dibe plajları; hayatında olanlar da çıkarsın bence. 
 ben şezlong + happy hour olayından zaten hiç hazzetmediğimden sezonda da kolay kolay kalabalığa karışmadığımdan sahiller pek ilgi alanıma gitmiyor. ekim hatta kasım olmadı yılbaşında sınırlar açılırsa -ki açılır diye umut ediyorum- yunan yaparım bol meze bol balık için. 

* şaka yollu olsa dasürekli  evden çıktığım için epeyi eleştiri alıyorum. açıklayayım. ben kimseyle hele yaşlılarla hiç temas etmiyorum. evden çıkıp şef'i görmeye gidiyorum. gelince duş alıyorum. evden çıkıp işe gidiyorum. gelince yine duş. biz hiç tatil olmadık, dönüşümlü de olsa çalıştık. dönüşümlü çalışma bitince ben iki hafta yıllık izin aldım. çünkü birden kalabalık olacaktı iş yeri. toplu taşıma çok az kullandım genelde taksiyi tercih ettim. evde yemek yaptım üç ay dezenfektan ve kolonyalı mendil tüketimim had safhadaydı. yani aslında kontrolsüz gibi görünen aslında çok kontrollü bir üç ay geçirdim. ve en önemlisi uyku düzenimi hiç bozmadım, bu dönemde özellikle market alışverişinde alabileceğimin en iyisini aldım, ucuz katkılı boyalı yiyeceklere ( bir iki kutu cips hariç:) para harcamadım, meleklerin içkisi viski bu dönemde en çok içtiğim içkiydi, mesela. uyku düzenimi bozmadan,kilo almadan, çok yemeden, günden 10 dakika bile olsa spor yaparak 4 ay geçti. yani bence zaman zaman ''bugünler de geçecek handan, sakin ol'' diye salonda tur atsam da bağışıklık sistemimin güçlü olduğuna inanıyorum. bunu yazmıştım ama bir daha yazayım; her sabah bir limonu sıkıp suyunu içiyorum, bir kaşık sızma zeytinyağı yutuyorum, bazan sabah bir taşköprü sarımsak ( bir diş) yutuyorum. en azından plesebo etkisi:) bunlar vücuda iyi gelen şeyler. hormonlu et ( dana mesela ) pek yemiyorum, kuzu ve beyaz et olarak zaman zaman hindi alıyorum, şeker tüketiyorum bol dondurma ve çikolata vazgeçilmezim ama öte yandan meyveyi de bol tüketiyorum. bugün enginar alacağım mesela. işte böyle. bu yaz böyle geçer. sonbaharı o zaman gelince düşünürüm. 

günaydın. 




yeni istanbul 2

13 Haziran 2020 Cumartesi
yeni istanbul yazıma parıldayan çiçek yorum bırakmış, avm dışında nasıl istanbul, diye ben de yorum yazmaktansa hazır kağıthane - göktürk - şişli hattını gezmişken yazayım dedim. 

sabah bir heyecan şef'i görmeye çıktım evden. iki fincan kahve yuvarlamış çantama da bir muz atmıştım. niyetim şef'i sevdikten sonra kallavi bir kahvaltı yapmaktı; okuyun bakın neler oldu:) 

şef bir heyecan karşıladı beni. tabii bahçedekiler epeyi şaşırarak izlediler bu durumu. oynadık, özlem giderdik sonra ben evin içinde kaybettiğim okuma gözlüğümün yerine yenisini almak için kağıthane merkeze gittim. gözlük yenilendi. 

şen kardeşler pandemi sürecinden önce devretme kararı almıştı; üzülmüştüm. bugün gördüm ki devralmak isteyenler süreçten ötürü vazgeçince kardeşler yine geçmiş işlerinin başına. sevindim. masa sayısı azaltılmış, yıllardır cam şişe su kullanan şen kardeşler ne yazık ki pet şişe suya geçmiş. maliyet hesabı hep bunlar işte. masa sayısı azalınca doğal olarak yemek çeşidi de azaltılmış. kuzu haşlama, deyince hah tamam işte budur, dedim. vallahi sabah sabah öğle yemeği niyetine ince kıyım soğan ile bir incik yedim, o kadar olur! 

şen kardeşler kağıthane sadabad meydanda. yolunuz düşerse kaçırmayın. 

buralara kadar gelmişken hadi göktürk pazarına gidelim dedim, gittik. pazar kapalıydı:( 
ben mi günleri karıştırdım, pandemi mi sebep bilmiyorum. buralara kadar gelmişken koçulu kasap da uğrak noktalarımdan. bir selam da oraya verip kaz fiyatlarını öğrendim, tek başıma pişiremem ben onu da yine de bilmek iyi:) hala aklımda bir kars-sarıkamış seyahati var var da ne zaman, bilmiyorum. 

minibüse falan binerken maskemi takıyorum, kimseyi rahatsız etmemek için. fakat iner inmez açık havada çıkarıyorum. nefes alamıyorum. sonra şişli. 

bizde de çoğu mekan kapalı. sanıyorum ve okuduklarımdan bildiklerim, bazı mekanlar günlük dezenfeksiyon işleminin pahalılığından dolayı kimileri de süreci görmek / hazırlıklarını tamamlayıp öyle açmak için bekliyor. şişli'nin eski kalabalığı yok. hiç bir yerin eski kalabalığı yok. aslında ben bu masa azaltılma işi sürekli olsun isterim, müşteri olarak. çünkü, mesela ben nevizade'de falan gerçekten o sıkışıklıkta oturamıyordum son senelerde zaten; ruhum bunalıyordu, insanların sigarasından içim daralıyordu. ya gündüz erken saatlerde oraları sevdiğim için bir tur atarken bir soğuk bira yuvarlıyor yoluma devam ediyordum ya da gitmiyordum. gece falan o sıkış sıkış halini çekemiyorum artık.  

şişli dediğim gibi. cevahir'e girmeyi aklımdan bile geçirmiyorum! eve yaklaşırken şok marketten karpuz vs. alıp eve girince koşarak duşa!:)))) 

dışarıda bir şey yok, gerçekten yok. bir yanım biraz çıkıp yürümenin iyi olduğunu söylüyor, erken kalkmanın avantajını kullanıp pek kimseler sokağa çıkmadan yürüyüp alışveriş yapıp eve dönüyorum. 

aaa unutmadan mecidiyeköy'deki son favorimi yazayım; buket lahmacun. 
ben eskiden bir kere eve söylenmişti lahmacun buketten ve pek beğenmemiştim. aradan epeyi zaman geçti, bir gün aç ve seçim için şımarıklık yapamayacak kadar yorgun iken buket lahmacunun önünde hadi bir şans daha vereyim deyip durdum ve içeri girdim. bingo! lahmacun gayet başarılı soslu soğan ise hakikaten pek lezzetliydi. seyahatten dönüp evde yemek pişirmekten sıkıldığım için bir gün lahmacun bir gün de pide söyledim ikisini de beğendim. fiyatlar normal; lahmacun 7 lira ya da 7.5 emin değilim, kuşbaşılı pide 26.
servis hızlı. tavsiye ederim. 

evet, istanbul semtlerini gezip gözlemlerimi yazacağım. bakalım yarın bizim pazarımız nasıl olacak. 

görüşürüz 

yeni istanbul

10 Haziran 2020 Çarşamba
şehri yeni haliyle keşfetmek için çıkıyorum evden. 
evin yeni hali; 

hep kitaplığınızı gösteriyorsunuz, diyorlardı ya! al, kitaplık yok arkada o saçma sapan kocaman camlı hiç perdelerini açamadığımız ama evi aydınlık yapan cam&perde tarafa geçtim. 


 dün sabah döndüm güney marmara ellerinden. sabah feribota yürürken o saatte işe giden, evde canı sıkılan, acıkan kim varsa kahvehaneler ve börekçilerde çay-börek-sigara keyfi yapıyordu valla! feribot az yolcu ile sanırım %50 doluluk oranı ile çıktı yola, ferah feza vardık istanbula. amanın! ne sosyal mesafe ne başka bir kural. ay ay ay çantalarım sırtımda ( üç çanta, üç! yav ben 19 gün ispanyada kalmış totalde 45 gün gezmiş biri tek çantayla idare etmişken bu seyahatte nasıl üç çanta ile gezdim, muamma!) buradan kurtulayım da nereye gidersem buradan iyidir, diye düşünürken bingoo! kurtuluş otobüstü göründü ufuktan:) tabii benim de aklımdan sun markette yiyeceğim nefis sandviç geçti, atladım otobüse:))))

sun markete girerken '' aç ve yoldan gelmiş bir müşteri kabul ediyor musunuz?''' diye takıldım, serkan beye. murat şefim yokmuş ama yokluğunu hiç hissettirmediler, bol peynirli turşulu ( tarama hala yok:( ) sandviç ve kocaman bir ayranla servis hazırlığı yaptıkları masaya kuruldum; çok mutluydum:)))

sonrası, çok gerekli su gibi bir iki ufak şey alıp eve girmek, dinlenmek. bugün ise şöyle bir akmerkez turu yapayım ben ya, diye çıktım evden. çünkü hakikaten kitapçıya gitmeyi, macrodan alışveriş yapmayı, tuna ile sohbet etmeyi, vakko bistroda espresso içmeyi velhasıl çok şeyi özlemiştim. gözümü kararttım, maskemi taktım, gittim. 

zen pırlantada yüzük baktım:))) tabii ki yakut! bayılıyorum bu kırmızı taşa. 
macroda tuna ile sohbet edip şarap aldım; tomai, moldova menşeili, gayet başarılı bir şarap. 
remzi kitapevi'nden iki kitap aldım; stefan zweig / bir kadının yaşamındaki 24 saat 
diğeri yakınımda değil şimdi, sonra yazarım:) 

zara'dan çiçekli, sağlıklı kumaştan elbise baktım, gayet güzel ilgilendiler ama aradığım elbiseyi bulamadım. daha gelecek ürünler varmış. bir ay sonra bir daha uğrarım. bana çiçekli, keten bir elbise gerek. her yaz bunu arıyorum yine ve yeniden. 

vakko bistro sevdiğim bir yer. kahveler nefis, çalışanlar enerjik. yok, vakko'dan elbise bakmıyorum. sanırım bundan 4 kat fazla maaş almam gerekiyor vakko'dan elbise için:)))) 

aaa macro'dan salata da aldım. ben ne yaparsam yapayım onların yaptığı kadar lezzetli patates salatası yapamıyorum, mercimek köfte hiç denemiyorum. 

eve gelince hiçç el yıkamak falan ile uğraşmayıp hemen duşa girdim. aldıklarımı artık vallaha silmeden buzdolabına koydum. ayhhhh yeter yoruldum ben bu pandemiden. 

biraz kitaplara baktım, bir kadeh şarap yuvarladım. uyudum. 

uyanınca daha uyandığım yerde ben bu salonu şöyle değiştiririm diye, düşünürken koşar adım üstüme bir şort giyip saçlarımı toplayıp yerleri çamaşır sulu su ile silerken yemek masasını balkona yaklaştırıp, koltukları çiftleyip salona yeni bir şekil verdim. 

iş bitince bir daha duşa girdim! etti 3! 

yurt dışı açılır açılmaz -şaka şaka artık erkenden bilet almak yok- bilet alayım diyorum; 

paris. 

hazır az turist varken henüz ayak basmadığım fransız topraklarına bir giriş yapayım, diyorum. günler ne getirir, bilmiyorum. 

yarın boğaziçinin en manzaralı restoranında yer ayırttım kendime. 

bundan sonra hayat; keyif keyif keyif. 

bitti. 

yeni istanbul deyip tek cümle yazmadan yazıyı attım ya! 
yeni istanbul ürkek ama heyecanlı, kitapçıda sohbet ettiğim çalışanlar da müşteri de sıkılmıştı. çalışan müşterinin azlığından, müşteri hiç bir şey yapmadan hayatını geçirenlerle aynı kefeye girmiş olmaktan zorunluluktan olsa dahi. 

yeme içme yerlerindeki çocuklar tam birer kahraman! maske + siperlik ile çalışıyorlar ve hala ( akmerkez için diyorum) çok kibarlar. 

fiyatlar henüz olanları müşteriden çıkaralım, diye arttırılmamış ama zamlar yakındır.  

yollar boş sayılır, uzun uzun yürümek için iyi zamanlar. 

kendinize dikkat edin, sevdiğiniz yerlere gidin, çocuklara bol bahşiş bırakın, kalabalık basmadan eve dönün, duş alın, limon suyu için, mevsim meyveleri yiyin,bencil olun, önce kendinizi düşünün, çünkü günün sonunda yastığa kafanızı koyduğunuzda bir tek siz varsınız kendinizi idare edecek. 

yeni istanbulda en kurumsal en insancıl en vakti zamanında ( gezi ve 1 mayıslarda) kim sizin yanınızdaysa şimdi de siz onların yanında olun. divan'a gidin mesela bir kahve için, aklıma ilk o geldi aha da misafirim geldi ben kaçtım.