madem gezemiyorum; sırasız tam liste yaparım ben de! umarım hepsini anımsamışımdır değilse de bir sonraki yazıya

21 Aralık 2020 Pazartesi

 yunanistan; 

1. atina

2. selanik

3. kavala

4. alexdanropoli

5. xanti 

6. drama

8. eagen adası 

9. kos

10. lipsi 

11. kalimnos

12. rodos 

13. leros 

14. komotini 

15. simi 

italya: 

16. roma 

17. bolonga 

18. floransa 

almanya; 

19. hamburg 

20. bremen 

ispanya:

21. barselona 

22. sevilla 

23. granada 

24. malaga ( iki kez) 

25. estepa ( iki kez)

26.marinaleda (iki kez) 

saraybosna:

27. sarajevo 

28. mostar 

kuzey makedonya; 

29. üsküp 

30. ohrid lake 

arnavutluk:

31. tiran

32. elbasan 

33. durres 

34. kruja 

çekya 

35. prag 

macaristan 

36. budapeşte 

slovenya:

37. lubliyana 

38. bled lake 

hırvatistan:

38. zagrep 

romanya:

39. bükreş

sırbistan

40. belgrad 

41. zemun 


dün unutulanlar; 

42. mitillini ( midilli) 

43. lizbon - madrid ( madridde çok kısa kaldığım için yarım:) 

44. sakız 

45. limni 

46. semontraki 

açık ara yunanistan önde; onu burun farkıyla ispanya izlemekte:))) at yarışını bile özledim lan! hedefte ingiltere var. sonra artık ilk fırsatta yunan tabii ki 

gezmeli, içmeli, yemeli, sevişmeli 

attım gitti yazıyı 

unuttuğum yer varsa da bir sonraki yazıya 


 

aşık olduğunuzu nasıl anlıyorsunuz siz?

18 Aralık 2020 Cuma

böyle baktığın bir adama aşık olmuşsundur ( kesin bilgi) 
dönmeden önceki gün yemekleri beklerken richard çekmişti 

başa saralım; uçağımı 7 saat kadar önceye alınca öğleden sonra dalaman havaalanına inmiş oradan dalyana gitmiş kolumda plaj çantasıyla keyifli keyifli otel aramış çok da mırın kırın etmeden mütevazı bir otele çantayı atmıştım. havuz başında güneşlendiğim bir sabah türk kahvemi keyifle içmiş güneşin tadını çıkarıyordum. lobide bir takım konuşmalar duyuyordum uğur yardımcı olmaya çalışıyor ama adamın ne dediği kesinlikle  anlaşılmadığından, ta ki uğur bana '' handan hanım anlamıyorum adam ne istiyor, bir bakar mısın'' deyince kadar dönüp bakmadım bile. yok yok dönünce vurulmadım adama:)))  adam ingilizce konuştuğunu iddia ediyor ama böyle bir ingilizce yok diye yemin edebilirim ama ispat edemem:) adama, çok  hızlı konuştuğunu, biraz yavaşlarsa ne istediğini anlayabileceğimi söyledim. çay bahçesini soruyormuş! evet tea garden dedi normal ingilizce ile. tarif ettim, döndüm şezlonguma uzandım. ta ki akşam üzeri en sevdiğim şeyi otelin önündeki bara kurulup bir bira içerken etrafı izlemeye ininceye kadar da adamı unuttum gitti. aynı adam oturmuş o da bir bira söylemiş, uğur'cum ben de bir bira alayım, dedim adamla merhabalaştık, nasılsınız diye sorunca adam ben de buyrun diye elimle karşıdaki koltuğu işaret edince hemen kalkıp karşımdaki koltuğa oturdu hop diye hergele bekliyormuş zaten davet:)))  laflamaya başladık. işte laflayış o laflayış aylardan aralık biz hala laflıyoruz:)))) richard korkunç aksanını mecburen bir tarafa bırakıp ilk okul öğretmeni gibi ingilizce konuşmaya başladı, ben de google translate ve özel hoca yardımıyla korkunç ingilizcemi biraz yola getirdim. 

ben birinden etkilendiğimi sonra anlıyorum. yok yok özleyince bile değil nasıl anlatsam konuştukça, konuşmak için saat farkını bekledikçe aaa baktım ki adam hayatıma sızmış! tatili bitip ülkesine dönen richard ile iletişimi hiç koparmadık. ilk günler basit konuşmalar yaparken, sonra birbirimizi özlediğimizi fark ettik. sonra gelişti her şey. ahahha en komiği de ingilizcedeki dear / darling meselesini konuşmamızdı. ben ''sevgili handan'' hitabından gerçekten nefrete varacak kadar hoşlanmam. sevgili / sevgilim olayını konuştuğumuzda artık taşlar yerine oturmuştu. 

uzun zamandır bu kadar içime sinen bir adam girmemişti hayatıma. en son altay'a  böyle aşık olmuştum! hoplaya zıplaya şarkı söyleyerek geziyordum gayrettepe sokaklarında! onu da ilk günler anlamamıştım ama sonra aşık olduğum an'ı dahi net anımsadım. spor yapıyorduk, o terliyordu ve ben aslında terli insana bakamam ama onunla sohbet etmeye devam ediyordum. gitmek üzereyken de kahve içmeyi yine ben teklif etmiştim. yunan tanrıları kadar yakışıklı bir adamdı! deyip kesiyorum burada. 

tatil yaparken richard ile kısa konuşmalar yapıyorduk ama ikimiz de tek başımıza zaman geçirmeyi de iyi bildiğimizden hiç sorun yaşamadık. ben havuz başında güneşlenirken o gidip gezip geliyor, o plajda kulaklığını takıp müzik dinliyorken ben plaj lezzetlerini keşfe çıkıyordum. döndükten sonra bir daha gitmeyi düşünsem de gitmedim. şimdilik sıkça konuşarak zaman geçiriyoruz. baharda yeni seyahatlerde buluşabiliriz. 

işte böyle. kovid bir aşk getirdi hayatıma. iş yerinde yaşadığım  sorunları avukatımın kucağına bırakıp, kovid ve sınırlamalar biraz hafiflemişken tam da şimdi tatil yapılır diye dinlenmeye gittiğim bir yerde, bir ingiliz ile. hayat. 

çok şeyi çok özledim. richard'ı da özledim. 2021 çok daha iyi olacak, bunu hissediyor dahası biliyorum. 

günaydın

aşkla kalın 


 

pandemi ile geçen bir sene; neler oldu neler

 kaç gün oldu heves ediyorum yazmaya sonra hoop sosyal medyaya; sonra oradan kurtulmak için ciddi bir çaba veriyor ve biraz kitap okuyup biraz da ingilizce çalışıyorum. 

pandemi = evde oturmak. 

pandemi = evi en azından açık yerleri hemen hemen her gün silmek 

pandemi = netflixte ne var ne yok ne izleyeyim diye saatler geçirmek 

kendime haksızlık etmeyeyim ama bu arada stoner gibi değeri sonradan anlaşılmış bir kitap okudum. sırada başka kitaplar var. 21 günü aralıksız yapamasam da 10 gün kadar düzenli yoga yaptım, sabahları medya turunu sanırım hiç kaçırmıyorum. 

günümün en keyifli saatleri sabah çok erken ( 7 gibi) uyanıp laptopu yatağa taşıyıp sert iki fincan kahve eşliğinde şehir sessizken martıların çığlığıyla medya turu yapmak. bazan geceden yarım kalan filmi ya da diziyi bitirmek ile devam eden bu süreç kahvaltı hazırlamaya artık ondan sonra işe gidilecekse iş değilse evde... bir bölüm dizi bir 10 dakika ev işi:) bir bölüm dizi, salata malzemesi hazırla, bir bölüm dizi 10 dakika mola salata yapmaya:) böyle böyle geçiyor işte. 

yok, ekmek yapmadım. ama göreme'den çok yemek çok tatlı söyledim. en son sütlaç kaselerinden küçük bir dağ olunca evde yahu bunları ne yapayım dedim, ee dediler biz altı tanesine bir sütlaç veriyoruz, ooo hemen gelin alın dedim. aldılar. 

dondurma ve çikolata çok ama hakikaten çok tükettim. çikolataları değişik değişik markalardan ama dondurmayı sabahları yürüyüş olsun diye gittiğim kurtuluş damla dondurmadan aldım çoğunlukla. 


ayda bir kuaföre gittim. en sevdiğim şeylerden biri de sabah erken saatte istiklal caddesini boydan boya yürümek. sonra sıcacık simitler alıp kuaförde ilk müşteri olmanın dayanılmaz şımarıklığıyla... geçen saatler ve en nihayetinde şıkır şıkır çıkıp artık kalabalıklaşmış caddeyi boş verip kartal geçidinden çukurcumaya doktorla kahveye oradan cihangire, geçerken aç isem müthiş bir sos ile tavuk çevirme yapan yerden tavuk ve közlenmiş patates ve soğan alıp oradan eve. yky tabii ki uğrak noktalarından biri. dezenfektan kullanınca eldiveni zorunlu tutmuyorlar, eldivenle kitap seçmeye katlanabileceğimi sanmıyorum. o dönemlerde girmiyordum. 

bu sene diğer bütün seneleri geçmiş yazdığım yazı sayısı; 47! bununla olacak 48 başka yazmazsam. mart ayında yaşamımıza giren kovid sonrası 20 gün kesintisiz evde oturmaktan başka sıralı çalışma düzeninde hep çalıştım. zaman zaman o da kalktı ve hafta beş işe gittim. sosyal medyada sıkça soruluyor; nasıl hasta olmadınız hala diye, bana değil herkese. ben neler yapıyorum; 

* evime misafir gelmiyor:) gelenler de misafir değil. zaten öyle ağırlama vs çok seven biri değilim, habersiz çat kapı benim evime gelemez kimse. onu bırakın geç saatte  telefonla bile ulaşılmaz bana. yani öyle kimilerinin övündüğü ay canım bişeye ihtiyacın olursa ara kaçta olursa, insanı değilim ben. 

* sabahları ( şu an 7.43) uyanınca bir bardak su içiyorum. sonra sırasıyla bir kaşık sızma zeytinyağı, bir diş sarımsak ve bir limonun suyunu sıkıp içiyorum. bolca filtre kahve içtikten sonra işe gideceksem bir tost yapıp çantama atıyor değilse evde sıkça instagramda paylaştığım kahvaltı tabaklarından birini hazırlayıp güzel bir kahvaltı yapıyorum. evde meyve çerez hiç eksik olmuyor. avakado, ceviz, badem, tuzlu fıstık, antep fıstığı, bolca ama gerçekten bolca çikileta, süt, maden suyu, ananas, limon mutfaktan eksik etmediğim yiyecekler. bunların yanında genelde kuzu eti, az da olsa kür edilmiş etler ( yaylatürk sosis harika bişey:)) zaman zaman bal kaymak ve sütlaç  ( göreme muhallebicisinden) yine hem leziz hem de beni yükselten yiyecekler olarak mutfağımda. yine bağışıklık için arada bir bol soğanlı sarımsaklı tane karabiber ve zencefille mercimek pişiriyorum. evet kırmızı mercimek, bütün saydığım malzemeleri ve mercimeği az suda ( varsa et suyu) pişiriyor ve bu çorbadan katı mercimek yemeğini yediğim zaman akşamdan kalmalık varsa bile uçup gidiyor. yazması uzun olsa da aslında kolay. hepsini çiğden koy tencereye pişir. balık, kuzu eti, meyve sebze ve tabii keyif veren yiyecekler. çizkek gibi:))) tchibodan alıyorum, bayıla bayıla yiyorum. hem sirkülasyonu fazla hem de paket eve söyleyip beklemek pek tarzım değil. kanyon tchibo uğrak noktalarımdan. 


sokağa dair çok şeyi özledim. bilinen anlamda tek seyahat yaptım bu süreçte; dalyan. ve bu seyahat benim aslında tatsız bir durum için kadıköye gidip oradan havaalanına geçip akşam olan uçağımı öğle vaktine almam gibi bir dizi serüven ile başlayıp sürprizlerle dolu bir seyahat oldu: aşık oldum! 

yani aslında şöyle; aşık olduğumu istanbula dönünce anladım. anlatıcam durun kahvemi tazeleyeyim. diğer yazıya kalsın bu yazı hem çok uzadı hem de sanırım yaşadığım şey  böyle bir yazının altında kalacak bir şey değil:)) başlı başına bir yazıyı hak edecek bir aşk! 


devam edecek 



hayatımı toparlıyorum; ingilizce dersi, 45'ten sonra insan ilişkilerinde başka bir boyuta geçmek, izlediklerim, okuyamadıklarım...

22 Ekim 2020 Perşembe

 '' hayatımı toparlıyorum'' 
her sabah uyanıp önce yalandan 10 dakika yoga/spor karışımı bişey yapıyor ve asıl ne diyeceğim biliyor musunuz:) bu kot pantolona en az 10 yıl önce de sığıyordum şimdi sığıyor muyum diye giydim:))) ve evet, sığdım!... ahahahhaha boşverin yazıyı sabah uyanın, sevgiliniz yanınızdaysa onu öperek güne başlayın. ya da benim gibi video çekip ona yollayın:)))) 

evim şöyle; 


koltuk; mudo garage
mavi kilim: by canan  
çanta; beymen 
kitaplar; ben. sadece ben! 

evim işte böyle 


 kendi kendime ingilizce özel dersten sonra söylediğim bir şey. bu arada evde '' özel ders'' almak hiç havalı bişey değil. öğretmenim gelmeden önce evi cıncık gibi temizleyip toparlıyorum. oysa ilk ders ne güzeldi! iki taraf da birbirimizi tanıyalım diye starbaksta günlük ingilizce konuşmuş ve ikimiz de bir fincan kahve içmeden kimse bizi '' ne alırsınız'' diye darlamadan dersi bitirip evlerimize gitmiştik. 


45'ten sonra insan ilişkilerimde hakikaten başka bir boyuta geçtim. beş sene sonra beni arayanlara şüpheyle ( ne isteyecek acaba ) bakıyor, ingilizlerin '' small talk'' dedikleri konuşmadan yapıyor ve sonra engelliyorum! benim iletişimim ve sohbetim değerlidir! beş sene sonra arayanlara bu kıymeti vermem.  


uzun yıllardır iş ve işle ilgili sorunlarım hep oldu. çözdüm yoluma devam ettim. artık bitiyor. gerçekten bitiyor. ve öğrendiğim bir şey var ki; bişey öğrenemiyorsun, günün gelişine göre çözüm üretip devam ediyorsun. 


geçen hafta iki gece harbiye açık havada oyun izledim. birincisi ahududu diye bir oyun. melek baykal var diye gittim. mesaj kaygısı oyunu boğmasa ve sarkmasa çok daha iyi olacak bir oyundu; gece, yıldızların altında, hilton manzarasında  maskeli dahi olsa oyun izlemek bana gerçekten iyi geldi. 


sonra '' asi kuş'' ali poyrazoğlu; çenem ağrıdı gülmekten ve alkışladım hep! asi kuş tayfasına selam. iktidara göre pozisyon almadım, hep hukuk dedim karşılaştığım haksızlık ve maruz kaldığım mobbinglerde hep hukuka güvendim ve evet kazandım. şimdi bir dava daha açtım; tam yargı davası. 7 ay boyunca gördüğüm/maruz kaldığım bütün mobbing ve ötekileştirmeden ötürü açtığım bir manevi tazminat davası. sonuç, umarım seneye. 


bir şeyi söylemeden geçmeyeceğim; ali poyrazoğlu gerçekten muhteşem! yeşil kabare zamanlarını ve tiyatronun eski zamanlarını hep okuduklarımdan biliyorum ben. küçük bir kısmını ondan dinlemek çok güzeldi. 


2018'den beri sorunlarla boğuşuyorum ve buna mukabil yaşamımı  devam ettiriyorum. bu da sanırım benim sanırım yatılı okulda öğrendiğim bir şey; her şeye rağmen yaşamaya devam etmek! 


kırmızı şarap içip bu yazıyı yazıyorum. kendimi seviyor dahası kendime güveniyorum, yapacağım yeni seyahatlerin hayaliyle kendimi uyutuyorum bugünlerde. 


her ne kadar yalnızım desem de değilim aslında. ve burada isimlerini açık açık bile değil ima etmesem de bu yaşamımı toparladığım zamanlarda gerçekten gerçek handan'ı tanıyan, bilen ve destek olan insanlar var. bir elin parmaklarını geçmiyor


lar ama yeterliler. buradan bu yazıyla  onlara da teşekkür edeyim. 


okuyamadığım onlarca kitap var evimde. hepsini koltuğumda oturup richard ile sohbet etmekten arta kalan zamanda okuyacağımı düşünüyorum. 


size richard'dan hiç bahsetmedim, değil mi? o sonra yazacağım yazıya kalsın sadece su kadarını söyleyeyim; zarif, entelektüel, sabırlı ve çok yakışıklı bir adam. yeter sanırım:)))))) 





dalyan'da ne yenir ne içilir nerede oturulur? dalyan notları

26 Eylül 2020 Cumartesi

 gelin size hem denizle koyun koyuna olup hem de yemek için ekmek arası köftede panga, balık denince de levrek ve çipura seçeneklerinin her daim başrolde olduğu ama yine de yıllardır çok güzel kalmayı başarmış dalyan'ı anlatayım. 


bu mavi gömlek, canımın sıkkın olduğu bir gün kendimi akmerkez'e atıp 
zara'dan çok beğenerek epeyi indirimle aldığım zamansız bir parça:)
plaja giderken de giydim akşam mini elbisenin üzerine de 

önce dalaman'a uçuyoruz. biraz reklam yapayım:) kapres turizmin sevgili sahibesi canan'ı ararsanız size saati en uygun bileti şıp diye bulup alacaktır. ben öyle yaptım. dalaman havaalanına indiğinizde bütün yakın sahile ''paylaşımlı transfer'' tabelaları ile bekleyen adamlar göreceksiniz. mesela kaş 100 kağıt. usulca onların yanından geçip dalyan için taksiyi tercih edebilirsiniz. 135 civarı bişey. ya da önce dalaman ilçe merkezine gidip oradan ortaca'ya minibüs ( 6 tl ) oradan da dalyan'a minibüs yine 6 lira:) gözünüzde büyümesin, benim gibi kolunuzda plaj çantanız varsa sadece hiiç sorun değil 30 km yol zaten. 

dalyan bildiğiniz üzre tekne seferleri ile iztuzu plajına ulaşabildiğiniz muhteşem doğaya sahip bir kasaba. bu sene plaja gidiş dönüş 25 lira. bunu belediye belirliyor. plajda tek kişi şezlong şemsiye 15, iki kişi 25 tl. plajda atıştırmalıklar uygun fiyata ve temiz. nar suyu için mutlaka! bira yok:( 

mavi yengeç yemeden dönmüyoruz! plaja giderken dalko su ürünleri kooperatifine uğramasını rica edin kaptandan. ben öyle yaptım ve kocaman bir yengeç çıktı şansıma:)))) çok lezizdi, çok! 


bunlar teknik bilgiler, gelin biraz da dalyandaki turizmden bahsedeyim size. ağırlıkla ingiliz turiste ev sahipliği yapıyor dalyan. hemen hemen bütün cafe bar ve restoranlarda ingiliz kahvaltısı var. fiyatlar ingilizlerin sterlinine göre ayarlandığından bize bir miktar ( kibarlığımdan öyle diyorum) pahalı geliyor. mesela çok beğenerek yediğim, lezzetine ve servisine ve de elemanlarına hiç bir şey diyemediğim bir işletmede bir tabak kalamarın 100 tl olması biraz can sıkıcıydı:) ama sıkıldım mı, yoooo!::: )))) 

tekne turları aylardan eylül olunca artık 50 -55 liraya kadar düşmüş. ama 100 liraya olan da varmış. ben gitmedim. doğrusu karışık meze tabağı yiyip ''yağda alabalık'' dedikleri menüyü hele bu kovid zamanında yooo ben almayayım. 

otelimde kahvaltı yapıp dalko'nun ekmek arası balığını denedim bir gün.  buraya bir parantez açayım;  panga ile yapıyorlarmış. yıllardır söylüyorum dil şiş diye yediğiniz çoğu zaman panga diye kimseye anlatamıyorum. nihayet bir yer resmi ağızdan panga ile yaptıklarını söyledi. panga ucuz bir balık ve ithal. çok kötü olduğundan değil ( çok iyi de değil ayrıca ) sadece bizim üç tarafımız denizle çevrili iken neden panga? diyorum, başka bişey değil. sustum. sonra zaten vurdum bünyeyi kalamara yengeç denen afrodiz.ya..k yiyeceğe ne işim olur panga ile yapılan balık köftesiyle:) 


dalyan tam araba kiralanıp ya da tekne ile koy koy köy köy gezilecek bir yer. sarıgerme yakın iztuzu ve turtle beach görülmesi gerekenlerden. turtle beach aynı zamanda kaplumbağa hastanesine ev sahipliği yapan bir yer. gidin görün gezin, kamplumbağalara karışmayın! oradan bez çanta ve hediyelik eşya alın ki yardım olsun ufak bile olsa. sonra plajda karışık peynirli gözleme yiyip nar suyu için. plajı kalabalık basınca minibüse ya da tekneye binip dalyana geri kaçın. ben huysuz bir kadın olduğumdan yanında yöresinde patates kızartılan kafe ve barlarda oturmuyorum çünkü o yağ kokusu beni çok rahatsız ediyor. bunun için size önerim dalyan lounge bar. komşuları hediyelik eşya satıcıları olunca mis gibi oturup margaritaları yudumlayıp mis gibi kalkıyorsunuz, patates ya da döner kokmadan:) 


bir başka hoşuma gitmeyen şey dünya mutfağı denen ucube! arkadaş hangi ara biz ya da ingilizler bütün yemekleri kremaya bulanmış halde yemeğe bağladık!? ben yemiyorum, krema nasıl kullanılıyor onu bile bilmiyorum. döneceğim akşam güzel bir terasta yemek yemek için yer ayırdığımda ustayla pazarlık yaptım yahu karidesli makarnama krema koymaması konusunda! dünya mutfağı denen şey her şey var balık diye levrek çipura  var güveç var pirzola var tavuk var. ben sevmiyorum böyle. ben tabakta fazla kalabalık olmadan 8-10 tekir / barbun olsun belki kırmızı soğan bir iki dal da roka. bitti. balığıma krema koyanı ahahahahhaha!... olmaz öyle şey. ama ne yazık ki dalyan böyle, bunu işletmenin sahibi ile ayaküstü konuştuğumuzda ''sizi anlıyorum  ama sizin aradığınız bodrum'da,'' dedi. haklı. 

yemek işi böyle. şok'tan migrosa marketler açılmış dalyanda. dalko fiyat performans olarak iyi. fiska denilen kefal balığının yumurtasını da yapıyorlar ama benim yemediğim tek balık kefal olduğundan yumurtasını da denemedim. sıcakta  çok tavsiye etmiyorum zaten. china town servisi ve lezzeti ile başarılı bir mekan, bir şans verin derim. nehir kıyısında bir iki bira yuvarlayın mutlaka mekan mühim değil kızartma kokusu gelmesin, yeter. dalyan lounge rahat, güzel leziz kokteyller yapan bir yer. sokaktan gelip geçeni izlemek için ideal. biralar 20-25 marjında kokteyller 30-35 civarı. 


seyahat etmiş olmanın verdiği haz ile eski iş yerimdeki sorunları unutup cildimin ve ruhumun ışıltısını geri kazandığım bir tatil oldu.  bu hafta nasıl çalıştım nasıl bitti anlamadım bile ama bişey itiraf edeyim dalyan'ın bu kadar güzel olduğunu unutmuşum. 98 lerde gitmiştim ilk. kışa bir daha giderim ben. 


seyahat edin, güzelleşin:)))) vallahi bak! 

hayata dil çıkarıp çok eğlenip çok güzel zamanlar geçirdim:) 

günaydın 
iyi pazarlar 

ne oluyor, neler izliyorum, nerelere gidiyorum?

12 Eylül 2020 Cumartesi

 25 elbise, yazlık kışlık karışık.şimdi gardrobumda saydım da geldim. hiç bu kadar fazla kıyafetimin olduğu zaman olmamıştı. bir o kadar etek, tişört ve diğer giysiler var işte. fazla, çok fazla! bu kadar şeyi 5 sene giysem eskitemem. gerek yok. hele şu süreçte alıp da giyemediğim 3-5 parça bile var dolaplarda. tüketim kötü bir şey onun yerine iki şehir daha fazla gezerdim:) şimdi rüyamda görüyorum sadece seyahati. gerçekten, geçen gün rüyamda norveçteydim, mesela. 


ne izledim;

borgen; bir danimarka dizisi. izlerken bizden ne kadar farklı olduklarını gördüğüm bir politika & yaşam dizisi. başrol bir kadın. bir senedir evde hiç tv açmasam da bizim oyuncuların botokslu her şeye şaşıran gibi görünen kavun gibi suratlarından sonra gerçekten yaşını belli eden, yüzü normal oyuncuları görmek iyi geldi bana. zaten kışı severim ve sanırım kopenhag'a hiç yaz gelmiyor:) belki bahar. bizden yaşam, olanak, kişi başı gelir gibi kalemlerde fersah fersah önde bir coğrafya. çok uygar çok gelişmiş çok soğuklar. bütün bunları bir siyasi yarış sosuyla izlemek isterseniz iyi bir seçim derim. orijinal dilinde izleyin ama. ısrarla tavsiye 


young wallander; genç wallander bir polis memuru. isveç / malmö şehrinde geçen, göç, göçmenler, batılı toplumların göçmenlere bakışı, faşizm, idealist genç bir polisin adım adım düzenin içine çekilme çabası... ve dahası hepsi bir dizide. izleyin. 6 bölümlük mini bir dizi. 


atonement; türkçeye çevirisi neredeyse bir cümle olan durum; yapılan kötü bir şeyin bedeli, diye çevrilebilir. bazan böyle düşündüğüm zamanlarım oluyor. dün mesela hiç bir işimi halledemeden neye elimi atarsam atayım elimde kaldığı bir gün oldu. en son bir cafede nefis mücverleri yerken '' yahu bir insanın bir gününde her şey mi ters gider! dün birine kötü bir şey yaptım sanırım'' diyordum kafenin müdürüne. neyse, filme geleyim. açıkçası ilk bir saatinde epeyi sıkıldım, ilerlemiyor gibiydi. kafam dağınık olduğundan anlamlandıramadım. sonra sevgili aslı'ya mesaj atıp, filmde dair bir iki şey sordum. yanıtlarıyla kafam aydınlandı filme devam ettim. son bir saati çok iyiydi. izleyin. kimseye bilerek ve isteyerek kötülük yapmayın. 


I'm thinking of ending things; açık ara izlediğim en değişik filmlerden! ve yine açık ara hakikaten en zor anladığım, bitince ekşi'ye koşup ulan benim gibi anlamayan çoktur işalla diye diye entryleri okuduğum bir film:))) haneke'nin cache filmini izlediğimizde de böyle olmuştuk. filmden sonra beraber izlediğim arkadaşımla konuşmadan ekşi'yi açmış film üzerine yazılanları okumuştuk yine aynı duyguyla; bir ben anlamamış olamam değil mi? yalnız bu filmde bir sahne var, bütün filmi o sahneyi izlemiş olmaktan dolayı affedebilirim. bir kavga & dans sahnesi; şiir gibi bir sahne. iyi ki izledim. çok enteresan bir film arıyorum, diyorsanız biçilmiş kaftan. 


geçen gün aaaa yeter ev dizi iş üçgeni diye kendi kendimi azarlayıp boğaz hattına indim. ortaköyden bebek'e yürüdüm. arada kahve molasını arnavutköy'de verdikten sonra niyetim sarıyere gitmek olsa da istinye'de indim otobüsten. belediyenin sosyal tesislerinde bir zeytinyağlı tabak söyleyip karnımı doyurdum. iki konuda eleştireceğim sosyal tesisi. bir; soğuk tabaklar hazırlanıp koyuluyor tezgaha ve sipariş verince hoop diye geliyor masaya. mezeler kendi kaplarında kalsa üstleri öyle kurumaz. bir tabağı hazırlamak da ustanın bir dakikasını almaz. bir kaşık ondan bir kaşık diğerinden bir de minik enginar, oldu işte. önümüze gelen tabak da öyle içi geçmiş gibi görünmez. ikincisi, ki bu daha mühim olanı. maskem yere düştü ve tabii ki çöpü boyladı. sosyal tesiste maske yok! küçücük börekçiler bile tezgaha bir kutu maske koyuyor; olur ki unutan olur, düşüren olur versinler diye. kocaa belediyenin sosyal tesisinde maske yok müşteriye verecek. eko başkan bira da koydurmadı zaten oralara. hep bir ortadan ortadan sağa yanaşık politikalar. bu da genele dair bir eleştiri. ha tabii ikisini birleştirirsem eleştirilerin; eko başkan bir portreye onyüzmilyon verene değin bütün sosyal tesisleri maskeye boğar ve bizim mahallemizi de  çiçek gibi yapar o paraya derim. 


istinyeden sonra yeniköy son durak. yeniköy kitapçısı son zamanlarda en keyif aldığım keşiflerimden biri. ikinci el kitap, yeni kitap, kahve, müzik yani bir kitapçıdan ne bekliyorsam, hepsi var. iki saat kadar oturdum, kavgam diye norveçli bir yazarın karl ove knausgaard 'ın kitabı. norveç edebiyatını pek bilmediğimi böyle hiçç tanımadığım yazarlar çıkınca karşıma anlıyorum. dizilerden gözümü alabilsem bu ''sert'' denilen kitabı okuyacağım. ilk sayfaları yeterince enteresan bir romana giriş için diyeyim, burada  bir virgül koyup kitap bitince noktayı koyarım, deyip yazıyı da sonlandırayım. 


iş yerimdeki sorunlar iş yerimi değiştirmem ile sorunlar yerinde kalırken ben yer değiştirerek farklı bir çözüm üretmiş oldum, kendimce))) masam eski püskü ve tavanı akan bir köşedeydi. 6 ay bütün çabalarıma rağmen ne fiziksel koşulları ne de bir takım şimdi burada girmeyeceğim teknik konuları resmi başvurularıma rağmen değiştiremedim. bir haftada hem idari ceza alıp ( o da başka bir hikaye) hem de 6 ayda çözülmeyen sorunlara ''artık yeter bu fiziksel şartlara daha fazla katlanmak istemiyorum, yerimi değiştirin'' deyince bir haftada yer değişikliğim yapıldı! sanırım fiziksel ve diğer maddi şartlar zaten benim gitmemi sağlamak için özellikle düzeltilip iyileştirilmiyordu, diye düşünmemem için hiç bir engel yok. güzel olan artık şef ile beraber çalışacak olmam. kendimi öyle avutuyorum;) yoksa yılbaşına kadar bile dayanabilirsem ne ala çünkü çok ama çok sıkıldım, üzüldüm, kaygılandım. beş ay süren bir soruşturma süreci kadar insanı yıpratan bir şey yok! sorun da ne biliyor musunuz? mayıs ayında sokağa çıkma yasaklarının ve salgının en zor zamanlarında bir gün imza atmaya yetişememem! inanması zor ama  bu sebepten 19 kişinin ifadesi alındı, iş yeri huzursuz oldu ben kaygı ve  anksiyeteye varacak duygu durumları yaşadım ve sonuç; uyarı cezası. beş ay sonra sonuçlanan soruşturmadan çıkacak sonuç bu olacaktı zaten, çünkü bir gün işe gitmemenin ( ki özrüm olduğunu herkes biliyordu) cezası budur zaten. burada psikolojik baskı ve mobbing olan bunu beş ay gibi çok uzun bir zamana yayıp beni huzursuz etme çabası. başardılar. aldılar karşılığını, tayin istedim. daha fazla yazmayayım. sinirlerim bozuluyor çünkü. 


işte böyle bir yandan pandemi, bir yandan iş yeri handan kendini iyi ayakta tutuyor:))) yaşasın güzel yemekler, güzel filmler, güzel diziler... ve daha bir kaç güzel şey;) 


günaydın 

30 yıl! yok deve!

27 Ağustos 2020 Perşembe
of of yıllar yıllar önce 28 ağustos günü gencecik bir handan sarıkamıştaki bahçe kapısını açıp iş yerine girmişti... 30 yıl oldu! inanmakta zorluk çekiyorum. 17 yaşındaydım şimdi 47 

çok uzun zaman be! neler neler neler.. herkesin hayatı kendine roman. işe girmek gibi mefhum olmadığından yaşamımda işe başlamanın beni pek sevindirdiğini anımsamıyorum tek sevindiğim yatılı okulun bitmiş olmasıydı. hala da nefret ederim! işe girerken değil ama ayrılırken epeyi sevineceğimi biliyorum çünkü berbath bir iş yerim ve çalışma şartlarım var. daha önce yazmıştım boş verin, bi daha yazmayayım. bir de son aylarımı tutanak handan olarak geçiriyor olduğum gerçeği  var ki iş yaşamımda;  o çok başka bir hikaye ve elbette tutanak handan'ın hikayesini de yazacağım emekli olup döt büyütürken:) ahahahahahha evde oturmak üzere çok güzel planlarım var. 

50 ye merdiven dayamak çok garip. bu sene  mart ayından bu yana seyahate gidemediğim için ruh halim daha garip. güzel olan hala leziz yemekler yapıyor olmam. bak sonunda ben de plaza türkçesi konuşur oldum, mutlu musunuz? 

canım çok şeyi çok fazla istiyor. uçağa binmeyi, yunana ispanyaya olmadı soğuk almanyaya bile gitmeyi, saatlerce sokaklarda yürümeyi, kahveler, biralar, cavalar içip tapaslar, ahtapotlar, kalamarlar yemeği, meydan meydan gezip ikinci el mağazalarını kurcalamayı, kafasını gözünü yara yara harita okumaya çalışıp becerememeyi boş verip kafama göre gezmeyi... ve daha çok şeyi çok özledim ulan! 

işte böyle, evde film izleyip yemek yapıp, işe gidip gelip hemen hemen her gün hala çamaşır yıkayıp erkenden uyuyup sabahları yalandan 10 dakika spor yapıp zaman geçiriyorum. canım bodruma falan değil daha uzaklara gitmek istiyor. 

haaa bir berbath bişey var ki; pegasus. ne paramızı veriyor ne de aynı bileti veririm diyor. gözlük ali benim paramı vermeyerek devran sürüyor, iş adamı oluyor ve ben buna gerçekten kızıyorum. bir yerde denk gelirsem yumurta atacağım gözlüğüne. pegasus çok  kötü berbath paralarımızla şirketim diye geçinen bir çıkrık makinası. bilet almayın, binmeyin. işalla batarla. 


cihangir hattında neler oluyor?

2 Ağustos 2020 Pazar
tuğrul eryılmaz  

istanbulda en sevdiğin semt hangisi diye sorsanız, cihangir derim hiç düşünmeden. efsane leyla zamanlarından beri seviyorum ben bu semti. kaç semtte oturup tuğrul ile sinema dedikodusu yapabilirsiniz ki? 

en sevdiğin gazeteci diye sorsanız tuğrul derim. ama yanına hiç tanışmasam da sanki tanışsam arkadaş olabileceğim gibi hissettiğim mehmet tez'i ekler, hasan cemal'i çoğu kimse sevmese de benim en azından karizmasını sevdiğimi, asu maro ne yazsa altına imza atabileceğimi, yine radikal zamanlarından yıldırım türker'in bizim için efsane olduğunu, sonradan iletişimimiz kopsa da ahmet tulgar'ı da çoğu kendine gazeteci diyenden ayrı tuttuğumu ve kıymet verdiğimi bir çırpıda yazarım. gazete okumayı seviyorum ben, her sabah da okuyorum. şimdilerde tuğrul için cuma günlerini iple çekiyorum, daha çok yazsa keşke. t24'teki yazılarını toplasa bir yayınevi ne güzel olur. bugünlere düşülmüş en ince tarih ve mizah var o yazılarda kendisi düzeyli magazin dese de. 

ahmet hakan isim vermeden eleştiri sınırlarını aşan bir kaç satır yazmıştı eryılmaz için. twitterdan yanıtını -üstüme vazifeymiş gibi- ben verdim ama engellemiş beni, hakan. ay ben buna gülerim işte. tuğrul'u her daim savunuruz savunuruz da kendisinin cuma yazısında neden ahmet hakan'a yanıt vermediğini sorduğumda efsane bir yanıt verdi, tuğrul. yanıt bende gizli. bir gün yazarım belki. 

sinemadan, gazetecilerden, gazeteci görünümlü tetikçilerden,  ödüllerden ve çoğu  şeyden bahsettik. uzun zamandır mekan mekan gezmemiştim cihangirde, tatilin başlangıcını fırsat bilip attım kendimi oradan oraya:)))) güzeldi vallaha. 

mekan mekan demişken, ben hala kaktüs sevenlerdenim. ama kaktüs'ün esas ve en eski ekibinden ayrılacak isimler olduğunu öğrendim. bilmem ki eskisi kadar sık gider miyim, artık. 22 kahvelerini beğendiğim bir mekan. kuaföre artık cihangire gitmiyorum, onu taksimle güncelledim:) leyla'nın yerine açılan mekanların hiç biri leyla efekti bile yaratamadı. o güzel günler geçti gitti. doğa balık'ta yediğimiz efsane jumbo karidesler ve ızgara barbunlar da... tadı hala damağımda. çok güzel zamanlarını yaşadım cihangirin, şimdi o kadar uzun saatler geçirmiyorum. yağmur ve annesi ile votkaları yuvarladığımız akşamlar efsane olmuştu. geyik zaman zaman içeri girmeden kapıda / sokakta bir bira yuvarladığım yer hala. white mill akaretlere taşındı. cihangir zamanlarında çok kahvaltı yaptım orada. çok rakıya mezeye abandık:) şimdi akaretlerde, pek yolum düşmüyor vallaha. akaretler bir türlü girmedi benim gezi rotama. işte böyle anlattığım mekanlar cihangirin 10-15 yıllık geçmişi. 

tatil demişken; bu bayramdan esas olarak hoşlanmıyorum ben. etraftan gelen etlere ve kokulara tahammülüm yok doğrusu. 
hisardan 

anneme bile gitmiyor senelerdir yunan hattında geçiriyordum bu zamanı. ve fakat şimdi kovid dedi ki heyy nereye otur evinde! ben de evimde oturuyorum üç gün oldu. tatil öncesi klasik metro market ziyaretimi yapıp dolabı dondurma çerez meyve ot kök ile doldurup yeni koltuğumda yeni kitabımla yatıp yuvarlandım vallaha! 

nişantaşı hattında gezerken uğradığım üç beş yerden biridir iş bankası yayınları. diğerleri remzi kitabevi, tchibo, beymen ve reasürans pasajı. bu yazarı bırakın tanımayı varlığından bile bihaberdim. sadece farklı bir yazar ve tarz okuyayım diye aldım. ilk bölümünü okudum; henüz bir şey söylemem için erken. 

işte böyle. bir tatil evde geçiyor. bol uyku bol yemek bol kitap bol meyve. dinlendim. tavsiye ederim arada bir böyle evde durmak iyi geliyor bünyeye.  iç ses; 
( fakir tesellisi:))) bir teknem olsa hiç fena olmazdı:)))) 

iyi pazarlar. 


yemek üzerine

28 Temmuz 2020 Salı
Çoktandır yemek üzerine yazmıyordum, zorunlu olan hiç bir şey zevk vermediği için geçen beş ayda zorunluluktan yaptığım yemekleri yazmak istemedi canım pek. Ama son günlerde keyfim yerine geldi, zevkle yemek yapıyorum ve dışarıya da çıkmaya başladım. İlk gittiğimiz yer doğum günü yemeğim için boğaz kıyısında bir mekandı. Yok onu yazmayacağım herkes öğrensin istemiyorum şaka yahu bir kamu kurumunun tesisi herkes rahat edemez içki de yok zaten, boş verin:)

Dün ilk kez tatlı patates pişirdim. İlk defa yedim ben bu tatlı patates denen şeyi ama adı patates değil de kestanenin amca oğlu da olabilirmiş:) Migros kasap reyonundan bir parça dinlendirilmiş yağı mermer gibi ete yayılmış bir parça aldım.
Tavaya sızma zeytinyağı koyup bir kaç dal biberiye ekledim aromasını vermesi için. Tava kızınca eti mühürledim. Ateşi kısıp tek patatesi yıkayıp soydum ve ince dilimler halinde etin etrafına dizdim. Sonra sarımsak, bolca. Kısık ateşte et orta pişinceye kadar patatesler de pişti, ocağı kapatıp bi 10 ek dinlendirdim. Yanında soğan salatası ile zevkle yedim;)))

Gelelim yeni pizzacı keşfime. Beşiktaş'ta ufak bir işim vardı, onu hallettim çarşıya doğru yürürken tam da öğle yemeği zamanı eee canım kaç gündür pizza istiyordu aaaa dilim pizza var tezgahta! Durdum, dilimler güzel görünüyor, fiyat makul. Bir dilim 6.5 olalala ver bakim oradan bi dilim sucuklu peynirli, aaaa bu küçük çörekler ne? Sarımsaklı ekmek, ay ay ay ondan da bi tane
Derken iki dilim pizza bir ekmeği götürmüştüm.
Hamuru ince, malzeme kesinlikle ortalamanın üzerinde, iyi pizza.
Willion pizza.
Bugün Akdeniz pizzasını denedik.
Bırakın iki kişiyi üç kişiyi bile doyuracak boyutta! Fiyat kalite performansı yüksek. Tavsiye ederim.

İşte böyle son günlerin lezzet duraklarında mutfağım ve Beşiktaş var.




bu kaçıncı ev?

26 Temmuz 2020 Pazar
ev ile ilişkiniz nasıldır? hiç bir eşyasını atamayan biriktiricilerden misiniz yoksa benim gibi eskiyi fazlayı kullanılmayanı hemen çöpe koyan aidiyet duygusu olmayanlardan mı? 

sabah,  yıllar sonra ilk defa bir koltuk takımı aldım, 

diye ev ile ilişkimi gözden geçirirken hem başlık çıktı ortaya hem de eve dair iki satır yazı. 

ailemden ayrı yaşadığım ilk ev, üç  bekar kadın olarak aynı anda üçümüzün ayağa kalkamadığı! bir odada üç yatak ve ortada masanın olduğu sarıkamış ellerinde kısa bir süre kaldığım ev. sonrasında o şartları! hiç sevmediğimden iki parça eşyamı bir at arabasına ( ahahahha valllahi lan) bir oda, banyosu odanın içinde, ev sahibi teyzenin gelin geldiği, neyse ki tuvaleti de içeride bir ev bulup taşınmıştım, at arabasıyla! sene 90'da ahahahhahaha o evde bir televizyon almıştım. sonra taşınırken yatağı vs bir arkadaşıma vermiş, televizyonu ve kıyafetlerimi toplamda 5 kutu eşyayı kargoyla tayinimin çıktığı kasabaya yollamış ben ailemin yanına gitmiştim.  

sonra bir de mudanya'da ev kurdum ben yıllar sonra. yine çok az eşya ile, kocaman salonda kitapları hep duvar kenarına beşerli onarlı üst üste koymuş kitaplık bile almamıştım. 

bu evdeki kitaplık zaten by esmer marifeti. o aldı ölçüleri, yaptırdı getirdi, sağ olsun. 

demem o ki benim eşya ile ilişkim bildiğin nefret ilişkisi! sevmiyorum eşyayı hele fazla eşyayı, hiç! ama bu koltuk takımı şarttı. sizi değil kendimi ikna etmeye çalışıyorum. bir maaş verdim lan ben takıma!:)))) eşya bu kadar pahalı olmamalı. aylardır rahat ve spor bir takım arıyordum, nihayet o gün doğum günümden bir gün önce bunu gördüm, işte bu handan dedim ve hesabımın sınırlarını zorlayarak da olsa aldım. çünkü efendim bu huysuz ve yaşlı blog yazarınız kredi kartı da kullanmıyor. ya yaaa 

bu kaçıncı ev, handan? son beş senedir oturduğum bu ev ile beraber 8 ila 10 evde geçmiş yaşamım 17 yaşından sonra. 30 senede 10 ev, ortalama üç seneye bir ev. 

ev ile aidiyet  paylaşamamazlık, terk edememezlik ilişkisi kurmuyorum ben. büyük manalar da yüklemiyorum. rahat olmalı, aydınlık olmalı, kahve yapabilecek, ayağımı uzatıp kitap okunabilecek ve rahat uyunacak konforu olmalı, yeterli. yarın hadi manzarası daha güzel teraslı bir başka eve deseler hay hay der ev taşıma şirketlerinden birini arar taşınırım. mahalleyi seviyorum, o başka mevzu bahis o değil şimdi. 

siyah, antrasit ağırlıkta bir ev oldu, masa sandalye de yine mudo ve çok beğenerek aldığım bir takım. kullanırken çok iyi ama taşınacak olsam cam olması sorun yaratacak. kim bilir belki buradan taşınırken çok daha zengin olurum da hiçç eskileri götürmem hatta evde bile yaşamam bir otelin suitinde yaşarım:)))) neden olmasın. 

eviniz rahat olsun, içkinizi rahat için, kahvaltınızı rahat yapın. hayalimdeki ev; sırtını dağlara yüzünü denize vermiş bir ev. ispanyanın bir köyünde de olur akyaka'da da ikisini de çok seviyorum ve keyifle yaşarım her iki coğrafyada da. 

ev konusu bu kadar. size son izlediklerimi yazıp,kaçayım. 

hustlers: jennifer lopez oynuyor. gerçek yaşamdan. yalnız film için tek cümle görüş belirtip kaçacağım. jennifer lopez filmden güzel. 

the tree of blood: ursula corbero oynuyor. tanıdık başka yüzler de var. pazar günü çok dikkat gerektirmeyen çıtır çıtır bir ispanyol filmi. 

işte böyle, haaa en mühim şeyi en sona bıraktım. arkadaşlar, tekstil işine giriyorum. ahahhahahaha kimi köşecilerin ağzını büze büze yani yazıda yazıyı büze büze ''sektörün büyük oyuncuları'' diye yazdığı gibi şaka lan şaka öyle değil, emekli olucam ben ya artık, elbise satmaya başlayacağım. kendimde severek  giydiğim uçuş uçuş, çiçekli elbiselerden buldum, kendime, canan'a, yeliz'e aldım hatta anneme de. beğenen olunca onlara da satacağım. instagram adresimi bilen şanslı arkadaşlarım ilk elbiseyi bu sabah çektiğim videoda gördüler. sonra giydikçe çekip paylaşacağım. sektörün büyük oyuncuları ahahahahah korksun benden ahahahahhaa 

çok cıvıdım ben hadi kaçtım 

elbise ciddi, beğenenlere elden teslim ederim profilo avm'de. 

iyi pazarlar 

48 yaş, çalışma hayatı ve sıkılan handan

18 Temmuz 2020 Cumartesi
17 yaşında başladığım iş hayatından artık nefret etmeye başladım! 30. sene! ulan  30 sene önce doğanlar büyüdü belki öldü belki evlendi, 30 yıl önce evlenenlerin çoğu boşandı ikinci tura döndü bir çoğu ben hala çalışıyorum. seneye temmuz ayında emekli olmaya hak kazanıyorum ve fakat o kadar sabredebileceğimi sanmıyorum. her ay biraz daha dişimi çıkayım diye geçiyor. fiziksel koşulları çok kötü bir binada ( tavanı akan bir oda ve sürekli rutubet kokusu ve uçuşan boyalar eşliğinde ) bir odada 6 kişi çalışıyoruz. bilgisayarım yok, masam eski püskü bişey. daha fazla yazmayayım. 

*** 

21 temmuz 47 bitiyor 48 başlıyor. 2020 den nefret ettim, yaşını da sevmiyorum:))) ocak ayında gelecek senenin baharını özgür yaşamak istediğimden muhtemelen dilekçemi verip ayrılacağım. temmuz ayına kadar elimdeki az biraz birikimim ile geçinebilirim, sanırım ve umarım. konfor alanımdan çıkmazsam hasta edecek işim beni. 

*** 

ne okuyorum; jack london okuyorum. can klasik eski beyaz kapaklı kitaplarında indirim yapmış ben de feribota binmeden bitişikteki kitapçıda vakit geçireyim diye girdiğimde, gördüm. kaptım iki kitap, çevirileri harika. okurken gerçekten zevk alıyorum. 

*** 

ne izliyorum; dark desire diye bir dizi izliyorum. çok iyi sayılmaz ama günlük ispanyolca öğreniyorum bu dizileri izleyince. ilk fırsatta da kaçacağım ispanyaya neresi hangi şehri olursa olsun. 

*** 

pegasus berbat bir şirket olarak bilet paralarımızın resmen üstüne yattı. bir berlin gidiş dönüş biletim vardı. nisan ayında uçuşlar iptaldi zaten, bu çok kötü yönetilen pegasus almanya uçuşları açınca iki ay sonra paranızı vereceğim, diyor. bildiğin çöktüler paramıza. umarım batarlar da ben de sevinirim. kim bilir kaç kişiyiz böyle paramızla sabancı ailesinin devran sürdüğü. allah belanızı versin. almanyanın uçuşu açması ne mantık ondan sonra iki ay ne mantık?! yok bir mantığı tabii ki paralarımızı çalıştırıyorlar işallah batarsınız. sinirimi alamıyorum arkadaş sabancılardan. 

*** 

bahar geçti gitti. yaz da geçip gidiyor işte. covid hayatımızı altüst etti, eskisi gibi marketten getirdiklerimi silmesem de yine evde kolonyalı mendil kullanımı had safhada vs vs vs 

seyahate çıkarmıyorum. delirezeim. 

*** 

halim budur; pek iyi olduğu söylenemez tabii ev iş geçip gidiyor, köye gittim bir kez deniz kenarına bile inmedim. kalabalıktı hafta sonuydu çünkü. yürüyüş yolunun sonuna kadar bile gidemedim, çünkü semaverin dumanları yükseliyordu. çay sevmiyorum ben artık. 

*** 

iyi tatiller 


ne yapıyorum?

28 Haziran 2020 Pazar
minik güzel kahvaltı tabakları hazırlayıp, erken kahvaltılar yapıyor 

çıtır çerez filmler izleyip, öğle uykularına uyuyor 

mesela juanita filmini tavsiye ediyorken size ben çoktan başka bir filme geçmiş oluyorum

şef'i görmeye gidiyor bazan sokağa çıkma yasağından hiç haberim olmuyor:) 

sonra koşa koşa -şaka tabii ki- gayet rahat eve dönüyorum 

evi sıkça havalandırıp, temizliyor 

basit yemekler yapıyor 

yeni çıkan az sayıdaki kitabı takip ediyor 

ne 2020 yılıymış arkadaş! diye sıkça şaşırıyor 

bu sene doğum günümde kendime seyahat ısmarlayamayacağımı hissediyor 

güzel, teraslı, püfür püfür bir yerde yemek ısmarlayıp belki konaklarım bile düşünüyor 

okuyor, yazıyor, izliyor, bol bol kiraz karpuz dondurma ve çikolata yiyor 

buna rağmen ''aaa zayıflamışsın sen'' tepkileri alıyor 

çünkü her sabah yaptığım nefes ve esneme hareketleri artık beni fit gösteriyor 

eylül serinliğini şimdiden özlüyor 

seyahat gözümde tütüyor 

ben marinaleda'da iken hamile olan alba'nın ablası, doğurdu. çocuğu instagamdan izliyor böylece marinaleda'ya ne kadar süre gitmediğimin hesabını tutuyorum. umarım çocuk okula başlamadan bir daha giderim. 

artık marketten gelince her şeyi silmiyorum sadece poşetlerini atıyorum ama ben hala sokaktan eve gelince duş alıyorum. buna devam edeceğim sanırım artık

3-4 aydır korkmadan sımsıkı sarıldığım tek canlı; şef:) 

en kısa zamanda ki bu da sonbahardan önce değil, seyahate çıkmak istiyorum. 

işte böyle 

günaydın 

iyi pazarlar 


ferzan özpetek / bir nefes gibi; çok iyi olmayan bir roman üzerine

25 Haziran 2020 Perşembe
ferzan özpetek'in hayranı değilim. 

kendime hayranım:) 


filmlerini de kitaplarını da denk gelince izleyen alan biriyim. kendisini biraz murathan mungan'a benzetiyorum; çok basit günlük olayları dahi allayıp pullayıp yazıp kitap / şiir / film olarak pazarlıyor ikisi de yıllardır. başarılılar mı? e vallaha evet, bak ben bile niye beğenmediğimi / sevmediğimi yazmak için klavye tıkırdatmaya başladım. ben bile derken kolay kolay kimseye ve bir şeylere kıymet vermeyen bir yapım olduğundan. 

neyse, geleyim romana. evvela, çeviri kötü. dün gece benim için geç saatte başladım kitaba ilk sayfalarda daha bir yerden bir yere '' geçtim'' diyen karakterler gözüme batmaya başladı. bir yerden bir yere geçilmez. gidilir. bu geçmek ilk ne zaman hangi dizide kullanıldı ve günlük dile girdi, bilmiyorum. geçelim. dere geçilir, konudan konuya geçilir ama ben eve geçeyim, ofise geçtim vs. vb. kullanımı yanlış. eve gidilir, ofise gidilir, ofisten eve gidilir. 

sonra 70 yaşındaki italyan bir kadın sanmıyorum ki 70 lerde '' aşırı rahat'' tabirini kullansın. '' çok rahat'' doğru kullanımı. bu da gözüme battı. 

bir diğeri daha romanın başında iki kız kardeşin koca ya da sevgililerini
 '' paylaştığı'' o kadar barizdi ki... romanın girişinde finalini hissetmek ve bunun doğru olduğunu bilmek sıkıcı bir iş gününde okurken haklı çıktığını da görmek romandan bırakın zevk almayı hadi bitireyim demeye getirince insanı, başarısız oluyor işte okur gözünde. 

aceleye gelmiş düşüncesi bana çok doğru gelmiyor sanki ikinci kitap ya da kitap filme çekilirse son anda attığım düğümün çözülüşünü görmek için alınır / izlenir düşüncesi planlanmış ve en sonunda o düğüm atılarak '' nasıl'' sorusu sordurulmuş, okura. 

işte, bütün bu yazdıklarımdan sonra diyorum ki; ferzan özpetek pek iyi olmayan bir yazınını sürmüş piyasaya. 

*** 

ferzan özpetek'in kitabını alacağıma samimiyetinden hiç şüphe etmediğim epi topu bir kez yüz yüze görüşmeme rağmen ve blogundaki yazılara zaman zaman sert eleştiriler getirsem de gülümsemesini ve '' haklısın handan'ım'' deyip yine de bildiğini yazmaktan / yapmaktan çekinmeyen sezen'in ( sezen türker) yaz romanı olsun, diye hiç de iddialı olmadan yazdığı romanını alsaydım:)))) o zaman sezen'e  '' oyyy bu cümle hiç olmamış!'' diye eleştirilerimi
 ( olacaksa) ilk elden ulaştırırdım:))))) online satıştaymış sezen'in kitabı, ben internetten kitap almayacak kadar yaşlı ve huysuz bir kadın olduğumdan, remzi kitabevi'nden ferzan'ın kitabını aldım çıktım; şu günlerde hiç kafamı yormayayım, öylesine roma istanbul hattında geçen bir uzun yazı okuyayım diye. ama ne roma ne istanbul ne de gizli eşc,insel karakterlerin açılımının yapılmadığı, her şeyin yarım yamalak kaldığı bir 160 sayfa okudum. kötü mü? yok değil. zamanım bol benim. eleştiri yapabilmek için de ( kitaplar için) okumak gerekli diyen eski huysuzlardan olduğum için. bu yazıyı bana yazdırması için o kitabı okumam gerekiyordu. bu benim için artı. bitti. 
*** 

şu anda biralı tavuk pişiriyorum. dün can sıkıntısından yine deniz türkali'nin yemek kitabını okurken gözüme takılan bir tarifti. tavuk birada pişiriliyordu. sanırım o tarifi hale soygazi vermiş deniz hanıma. ben de tencereye en alt katına soğanları salata doğrayıp üstüne maldon deniz tuzu serpip üzerine tavuk butlarını yerleştirdim:) sızma, tane karabiber, en üst sıraya da pembe domates ve sivri biberleri dizdim.kendi içtiğim biradan bir bardak da tencereye boca ettim.  şu an kısık ateşte pişiyor. sonucu yazarım:) 
*** 

yemek, bundan sonraki iş yaşamımda da üstüne bir şeyler yapmak istediğim geziyle birleştirip hayatımın merkezine koymak istediğim bir zevk. benim zevkim. 

*** 

siz okurken ben yemeğe bir bakayım, biramı tazeleyeyim. sonra yine yazarım. 


son anda gelen edit:
umarım özpetek kitabının ikinci baskısında bu geçelim ve aşırı sözcüğünün aşırı yanlış kullanımını düzelttirip öyle okura sunar. 



post korona

14 Haziran 2020 Pazar
hayatımızdan çıkanlar; 

*sinema. sinema aslında uzun zamandır çıkmıştı hayatımdan. yanlış anımsamıyorsam en son ahlat ağacı filmini izledim, beyoğlu fitaş'ta. sinema izleyicisine katlanamıyorum ben; sinema ile bir sorunum yok yoksa. sürekli telefonunu açıp kontrol edenlere, sinir oluyor, konuşanlara deli oluyor, mısır yiyenlerden nefret ediyorum! o yüzden sinemaya gitmeyi bırakalı yıllar olmuştu ama korona bunu tek sebep haline getirdi; sosyal mesafe. bitti. 

seyahat ve kahve hiç çıkmadı hayatımdan 

* tiyatro. tiyatroyu da uzun zamandır çıkarmıştım hayatımdan yine son kez -yıllarca aradan sonra- sadece evime yakın ve bu imkanı kullanmalıyım, bir havasına bakayım diye devlet tiyatrolarının şimdi adını bile unuttuğum bir oyununa gittim, mecidiyeköy sahnesinde. küçük salon sanırım artık kimsenin tercih etmeyeceği bir salon olarak kapanır. zira oyuncunun nefesini hissedecek kadar sahneye yakın ilk sıradaki koltuklar. bu da korona sonrası yine ne gerek var insanlarla bu kadar yakın olmaya, diye yaşamımdan zorlanmadan çıkaracağım bir eğlence / sosyalleşme. 

* sahaf. ne yazık ki artık başkasının okuduğu kitabı almaktansa gıcır gıcır tertemiz bir kaç kitapçıdan yapıyorum kitap alışverişimi. favorilerim, yky beyoğlu, iş bankası yayınları nişantaşı, kanyon avm remzi kitabevi. 

* sokak köftecisi. ah ah işte bunu özleyeceğim. ekmeğin içini çıkarttırıp, biraz kızarttırıp ekmeği yarım ekmeğe 1.5 köfte isterdim. bol soğanlı bol biberli! tezgahtaki abi gülümseyerek bir kaç tane böyle müşterisinin olduğunu söylerdi. bazan hemen oracıkta bazan da sarıp eve getirip buz gibi bir birayla yerdim. tek tek ürünlerin hijyenine emin olamadığımdan, bir süre - bir yıl kadar- gitmem. evde köfte ekmek yapacağım:) 

* küçük mekanlar. beyoğlundaki küçük  bar ve mekanları da yine uzun zamandır çıkarmıştım hayatımdan hem beyoğlunun önlenemez kalite olarak gerilemesi hem de artık dışarı çıkma kritelerimi biraz yükseltmiş olmam etkendi buna. şimdi hiç gitmem artık. beyoğlunda, şişhanede gidersem bir iki mekan var, aklımda. biri divan teras diğeri iksv üst kat barı. yıllar önce iksvnin üst katında bir beyaz şarap içmiştim,  tadı hala damağımda. sürekli işletmecisi ve doğal olarak ismi değişen bir mekan orası. şimdilerde monkey olmuş sanırım. bir gitmeli, istanbulun en güzel manzaralı birine sahiptir şişhanedeki iksv binası. aklınızda olsun. 

* tokalaşmak. unuttuk. artık öpüşmek tokalaşmak yok. zaten yazın dayanılmaz bir durumdu. çok uzatmadan buna sevindiğimi  söyleyebilirim. 

* kocaman avmler. avmye gidiyorum. bundan da rahatsızlık duymuyorum. çünkü o eskiden aman küçük esnafı koruyalım, dediklerimiz hep kazıkladı bizi. ilk giyişimde su çeken botları beşiktaş çarşıdaki aldığımız yere götürdüğümde ''aaa hiç böyle bir şikayet almadık, ilk sizsiniz'' diyen dükkan sahibi aklıma geldikçe hala sinir oluyorum. bir gün zaten ikinci olsam dişimi kıracam, falan demiş sinirle çıkmıştım dükkandan. ha büyükler çok mu iyi? eh  işte küçük esnaftan biraz daha iyi. o yüzden avm ye sabah emekli teyzeler gibi açıldığı zaman gidip her yer temiz fresh iken çalışanlar henüz yorgunluktan delirmemiş maskeden nefes alamamış hale gelmeden, alışverişimi yapar çıkarım. kocaman avmler değil tabii bunlar.benim butik avm dediğim profilo ve akmerkez bir de tchibo olduğu için kanyon. bu arada en şanslıları kanyon; açık alanı çok. 

sabah sabah erkenden uyanınca pazara erkenden giderim diye düşünürken yav neler neler çıktı hayatımızdan diye bu yazı çıktı elimden. 

korona sonrası bişey değişmeyecek değil, çok şey değişiyor. çıkıp bir yürürseniz semtinizden bir başka semte bunu daha çok görüp hissedeceksiniz. 

adaların dip dibe plajları; hayatında olanlar da çıkarsın bence. 
 ben şezlong + happy hour olayından zaten hiç hazzetmediğimden sezonda da kolay kolay kalabalığa karışmadığımdan sahiller pek ilgi alanıma gitmiyor. ekim hatta kasım olmadı yılbaşında sınırlar açılırsa -ki açılır diye umut ediyorum- yunan yaparım bol meze bol balık için. 

* şaka yollu olsa dasürekli  evden çıktığım için epeyi eleştiri alıyorum. açıklayayım. ben kimseyle hele yaşlılarla hiç temas etmiyorum. evden çıkıp şef'i görmeye gidiyorum. gelince duş alıyorum. evden çıkıp işe gidiyorum. gelince yine duş. biz hiç tatil olmadık, dönüşümlü de olsa çalıştık. dönüşümlü çalışma bitince ben iki hafta yıllık izin aldım. çünkü birden kalabalık olacaktı iş yeri. toplu taşıma çok az kullandım genelde taksiyi tercih ettim. evde yemek yaptım üç ay dezenfektan ve kolonyalı mendil tüketimim had safhadaydı. yani aslında kontrolsüz gibi görünen aslında çok kontrollü bir üç ay geçirdim. ve en önemlisi uyku düzenimi hiç bozmadım, bu dönemde özellikle market alışverişinde alabileceğimin en iyisini aldım, ucuz katkılı boyalı yiyeceklere ( bir iki kutu cips hariç:) para harcamadım, meleklerin içkisi viski bu dönemde en çok içtiğim içkiydi, mesela. uyku düzenimi bozmadan,kilo almadan, çok yemeden, günden 10 dakika bile olsa spor yaparak 4 ay geçti. yani bence zaman zaman ''bugünler de geçecek handan, sakin ol'' diye salonda tur atsam da bağışıklık sistemimin güçlü olduğuna inanıyorum. bunu yazmıştım ama bir daha yazayım; her sabah bir limonu sıkıp suyunu içiyorum, bir kaşık sızma zeytinyağı yutuyorum, bazan sabah bir taşköprü sarımsak ( bir diş) yutuyorum. en azından plesebo etkisi:) bunlar vücuda iyi gelen şeyler. hormonlu et ( dana mesela ) pek yemiyorum, kuzu ve beyaz et olarak zaman zaman hindi alıyorum, şeker tüketiyorum bol dondurma ve çikolata vazgeçilmezim ama öte yandan meyveyi de bol tüketiyorum. bugün enginar alacağım mesela. işte böyle. bu yaz böyle geçer. sonbaharı o zaman gelince düşünürüm. 

günaydın. 




yeni istanbul 2

13 Haziran 2020 Cumartesi
yeni istanbul yazıma parıldayan çiçek yorum bırakmış, avm dışında nasıl istanbul, diye ben de yorum yazmaktansa hazır kağıthane - göktürk - şişli hattını gezmişken yazayım dedim. 

sabah bir heyecan şef'i görmeye çıktım evden. iki fincan kahve yuvarlamış çantama da bir muz atmıştım. niyetim şef'i sevdikten sonra kallavi bir kahvaltı yapmaktı; okuyun bakın neler oldu:) 

şef bir heyecan karşıladı beni. tabii bahçedekiler epeyi şaşırarak izlediler bu durumu. oynadık, özlem giderdik sonra ben evin içinde kaybettiğim okuma gözlüğümün yerine yenisini almak için kağıthane merkeze gittim. gözlük yenilendi. 

şen kardeşler pandemi sürecinden önce devretme kararı almıştı; üzülmüştüm. bugün gördüm ki devralmak isteyenler süreçten ötürü vazgeçince kardeşler yine geçmiş işlerinin başına. sevindim. masa sayısı azaltılmış, yıllardır cam şişe su kullanan şen kardeşler ne yazık ki pet şişe suya geçmiş. maliyet hesabı hep bunlar işte. masa sayısı azalınca doğal olarak yemek çeşidi de azaltılmış. kuzu haşlama, deyince hah tamam işte budur, dedim. vallahi sabah sabah öğle yemeği niyetine ince kıyım soğan ile bir incik yedim, o kadar olur! 

şen kardeşler kağıthane sadabad meydanda. yolunuz düşerse kaçırmayın. 

buralara kadar gelmişken hadi göktürk pazarına gidelim dedim, gittik. pazar kapalıydı:( 
ben mi günleri karıştırdım, pandemi mi sebep bilmiyorum. buralara kadar gelmişken koçulu kasap da uğrak noktalarımdan. bir selam da oraya verip kaz fiyatlarını öğrendim, tek başıma pişiremem ben onu da yine de bilmek iyi:) hala aklımda bir kars-sarıkamış seyahati var var da ne zaman, bilmiyorum. 

minibüse falan binerken maskemi takıyorum, kimseyi rahatsız etmemek için. fakat iner inmez açık havada çıkarıyorum. nefes alamıyorum. sonra şişli. 

bizde de çoğu mekan kapalı. sanıyorum ve okuduklarımdan bildiklerim, bazı mekanlar günlük dezenfeksiyon işleminin pahalılığından dolayı kimileri de süreci görmek / hazırlıklarını tamamlayıp öyle açmak için bekliyor. şişli'nin eski kalabalığı yok. hiç bir yerin eski kalabalığı yok. aslında ben bu masa azaltılma işi sürekli olsun isterim, müşteri olarak. çünkü, mesela ben nevizade'de falan gerçekten o sıkışıklıkta oturamıyordum son senelerde zaten; ruhum bunalıyordu, insanların sigarasından içim daralıyordu. ya gündüz erken saatlerde oraları sevdiğim için bir tur atarken bir soğuk bira yuvarlıyor yoluma devam ediyordum ya da gitmiyordum. gece falan o sıkış sıkış halini çekemiyorum artık.  

şişli dediğim gibi. cevahir'e girmeyi aklımdan bile geçirmiyorum! eve yaklaşırken şok marketten karpuz vs. alıp eve girince koşarak duşa!:)))) 

dışarıda bir şey yok, gerçekten yok. bir yanım biraz çıkıp yürümenin iyi olduğunu söylüyor, erken kalkmanın avantajını kullanıp pek kimseler sokağa çıkmadan yürüyüp alışveriş yapıp eve dönüyorum. 

aaa unutmadan mecidiyeköy'deki son favorimi yazayım; buket lahmacun. 
ben eskiden bir kere eve söylenmişti lahmacun buketten ve pek beğenmemiştim. aradan epeyi zaman geçti, bir gün aç ve seçim için şımarıklık yapamayacak kadar yorgun iken buket lahmacunun önünde hadi bir şans daha vereyim deyip durdum ve içeri girdim. bingo! lahmacun gayet başarılı soslu soğan ise hakikaten pek lezzetliydi. seyahatten dönüp evde yemek pişirmekten sıkıldığım için bir gün lahmacun bir gün de pide söyledim ikisini de beğendim. fiyatlar normal; lahmacun 7 lira ya da 7.5 emin değilim, kuşbaşılı pide 26.
servis hızlı. tavsiye ederim. 

evet, istanbul semtlerini gezip gözlemlerimi yazacağım. bakalım yarın bizim pazarımız nasıl olacak. 

görüşürüz 

yeni istanbul

10 Haziran 2020 Çarşamba
şehri yeni haliyle keşfetmek için çıkıyorum evden. 
evin yeni hali; 

hep kitaplığınızı gösteriyorsunuz, diyorlardı ya! al, kitaplık yok arkada o saçma sapan kocaman camlı hiç perdelerini açamadığımız ama evi aydınlık yapan cam&perde tarafa geçtim. 


 dün sabah döndüm güney marmara ellerinden. sabah feribota yürürken o saatte işe giden, evde canı sıkılan, acıkan kim varsa kahvehaneler ve börekçilerde çay-börek-sigara keyfi yapıyordu valla! feribot az yolcu ile sanırım %50 doluluk oranı ile çıktı yola, ferah feza vardık istanbula. amanın! ne sosyal mesafe ne başka bir kural. ay ay ay çantalarım sırtımda ( üç çanta, üç! yav ben 19 gün ispanyada kalmış totalde 45 gün gezmiş biri tek çantayla idare etmişken bu seyahatte nasıl üç çanta ile gezdim, muamma!) buradan kurtulayım da nereye gidersem buradan iyidir, diye düşünürken bingoo! kurtuluş otobüstü göründü ufuktan:) tabii benim de aklımdan sun markette yiyeceğim nefis sandviç geçti, atladım otobüse:))))

sun markete girerken '' aç ve yoldan gelmiş bir müşteri kabul ediyor musunuz?''' diye takıldım, serkan beye. murat şefim yokmuş ama yokluğunu hiç hissettirmediler, bol peynirli turşulu ( tarama hala yok:( ) sandviç ve kocaman bir ayranla servis hazırlığı yaptıkları masaya kuruldum; çok mutluydum:)))

sonrası, çok gerekli su gibi bir iki ufak şey alıp eve girmek, dinlenmek. bugün ise şöyle bir akmerkez turu yapayım ben ya, diye çıktım evden. çünkü hakikaten kitapçıya gitmeyi, macrodan alışveriş yapmayı, tuna ile sohbet etmeyi, vakko bistroda espresso içmeyi velhasıl çok şeyi özlemiştim. gözümü kararttım, maskemi taktım, gittim. 

zen pırlantada yüzük baktım:))) tabii ki yakut! bayılıyorum bu kırmızı taşa. 
macroda tuna ile sohbet edip şarap aldım; tomai, moldova menşeili, gayet başarılı bir şarap. 
remzi kitapevi'nden iki kitap aldım; stefan zweig / bir kadının yaşamındaki 24 saat 
diğeri yakınımda değil şimdi, sonra yazarım:) 

zara'dan çiçekli, sağlıklı kumaştan elbise baktım, gayet güzel ilgilendiler ama aradığım elbiseyi bulamadım. daha gelecek ürünler varmış. bir ay sonra bir daha uğrarım. bana çiçekli, keten bir elbise gerek. her yaz bunu arıyorum yine ve yeniden. 

vakko bistro sevdiğim bir yer. kahveler nefis, çalışanlar enerjik. yok, vakko'dan elbise bakmıyorum. sanırım bundan 4 kat fazla maaş almam gerekiyor vakko'dan elbise için:)))) 

aaa macro'dan salata da aldım. ben ne yaparsam yapayım onların yaptığı kadar lezzetli patates salatası yapamıyorum, mercimek köfte hiç denemiyorum. 

eve gelince hiçç el yıkamak falan ile uğraşmayıp hemen duşa girdim. aldıklarımı artık vallaha silmeden buzdolabına koydum. ayhhhh yeter yoruldum ben bu pandemiden. 

biraz kitaplara baktım, bir kadeh şarap yuvarladım. uyudum. 

uyanınca daha uyandığım yerde ben bu salonu şöyle değiştiririm diye, düşünürken koşar adım üstüme bir şort giyip saçlarımı toplayıp yerleri çamaşır sulu su ile silerken yemek masasını balkona yaklaştırıp, koltukları çiftleyip salona yeni bir şekil verdim. 

iş bitince bir daha duşa girdim! etti 3! 

yurt dışı açılır açılmaz -şaka şaka artık erkenden bilet almak yok- bilet alayım diyorum; 

paris. 

hazır az turist varken henüz ayak basmadığım fransız topraklarına bir giriş yapayım, diyorum. günler ne getirir, bilmiyorum. 

yarın boğaziçinin en manzaralı restoranında yer ayırttım kendime. 

bundan sonra hayat; keyif keyif keyif. 

bitti. 

yeni istanbul deyip tek cümle yazmadan yazıyı attım ya! 
yeni istanbul ürkek ama heyecanlı, kitapçıda sohbet ettiğim çalışanlar da müşteri de sıkılmıştı. çalışan müşterinin azlığından, müşteri hiç bir şey yapmadan hayatını geçirenlerle aynı kefeye girmiş olmaktan zorunluluktan olsa dahi. 

yeme içme yerlerindeki çocuklar tam birer kahraman! maske + siperlik ile çalışıyorlar ve hala ( akmerkez için diyorum) çok kibarlar. 

fiyatlar henüz olanları müşteriden çıkaralım, diye arttırılmamış ama zamlar yakındır.  

yollar boş sayılır, uzun uzun yürümek için iyi zamanlar. 

kendinize dikkat edin, sevdiğiniz yerlere gidin, çocuklara bol bahşiş bırakın, kalabalık basmadan eve dönün, duş alın, limon suyu için, mevsim meyveleri yiyin,bencil olun, önce kendinizi düşünün, çünkü günün sonunda yastığa kafanızı koyduğunuzda bir tek siz varsınız kendinizi idare edecek. 

yeni istanbulda en kurumsal en insancıl en vakti zamanında ( gezi ve 1 mayıslarda) kim sizin yanınızdaysa şimdi de siz onların yanında olun. divan'a gidin mesela bir kahve için, aklıma ilk o geldi aha da misafirim geldi ben kaçtım.