2020 akıllı ol!

23 Aralık 2019 Pazartesi
güzel bir gündü
kardeşimi evlendirdik 


ocak; kos ve bodrum 

şubat: 

mart: malaga, fuengirola, estepa, marinaleda  tapas ve deniz ürünlerine doyduğum, tekrar tekrar gelmekten vazgeçmeyeceğim bir coğrafya; ispanya. ayrıntılı yazılar için tık tık 

temmuz: bükreş, belgrad. belgrad da bir daha yolumu düşüreceğim şehirlerden; çok ışıklı çok güzel çok rahat 

ağustos; bodrum, kos, kalimnos 

*** 

bu sene ortalama 3 ayda bir seyahate çıkmış ve en az iki şehir olmadı 3 ada gezip dönmüşüm. yetmez ama kabul edilebilir. 

şimdi seyahat haftasına girdim yine. bugün çıkış harcını yatırıp para mara gibi işleri hallettim. şimdi baktım hamburg beni yağmurla karşılayacak. çok az ama üşümeyecek kadar kıyafet almayı düşünüyorum yanıma. dönüşte valizimi kozmetik, yiyecek ve içecek ile doldurmak için. 

*** 

yeni yılda şunu yapacağım bunu yapacağım vs planlar için yeterince büyüdüm. daha fazla seyahat edip, daha uzun saatler yemek masasında geçirip, çok fazla bir şeyi kafama takmadan, şehrin sevdiğim noktalarını daha sık ziyaret ederek, esmer ve canan ile daha uzun zamanlar geçirip daha çok gülüp eğlenerek, akyakada ramazan şefi, izmirde madalyalı arkadaşımı:), bursada birsel ve nurayı daha çok görerek, belki birsel ile bir seyahate çıkarak 2020 yi geçirmek istiyorum. 

kendime daha çok kıymet verdiğim zamanlardan geçiyorum. evimi de yaşantımı da hafiflettim. üstünde yazılı şehirlerden henüz hiçbirine gitmemiş olsam da çok içime sinerek aldığım masada çok leziz yemekler yiyip leziz şaraplar yudumlayarak her bir parçasını özenle seçtiğim battaniye ve koltuk örtülerimle sıcak evde film izleyerek geçirdiğim zamanlara da evden dışarıda sergi, yeni mekanlar, açılışlar, alışverişler, kokteyller ile vakit geçirdiğim zamanlara da bayılıyorum. 

*** 

cumartesi günü gittiğim fikret adana ocakbaşı için de iki satır yazıp kaçayım. 

vedat milor yazmadan önce de gidiyorduk. kardeşim ocakbaşını sever; o geldiğinde farklı yerleri deniyoruz. daha önce ocakbaşı karşılaştırmaları diye yazdım, merak eden ona da bakar. fikret adana ocakbaşı evime yürüme mesafesinde; bu cuma cumartesi akşamları için paha biçilemez bir rahatlık. cumartesi sabah erkenden saçlarımı serkan, ellerimi ebru şıkır şıkır parlatınca eh dedim handan önce bir cihangir keyif içkisi. 

kaktüs kahve cihangir 
istanbulda yaşamadığım zamanlardan bildiğim, geldikçe gittiğim bir kahve burası
hep sevdim, içkisini de yemeğini de kahvaltısını da 





sonra artık mahalle ve ocakbaşı. 


fikret ve sezai usta harikalar yaratıyor! telefonda rezervasyonları zaman zaman fikret usta alıyor, işler yoğunlaşıp ocağa geçince ''100 den sonra durdurun'' dediğini duydu bu kulaklar. ben, adana ile başlıyorum. sumaklı soğan, lavaş, turp, roka salatası ve ezme geliyor. yavaş yavaş keyifle hepsini mideye indiriyorum. sonra gelsin kuzu gibi kuzu pirzolalar. buna bayılıyorum. 

etler leziz, pişirme güzel, ocakbaşına kurulup etten yemekten sohbet ede ede kebapları yuvarlamak harika:)))) 

tatlı, çay ikramlarını geri çeviriyorum. çünkü bence bunlar iyi bir yemekten sonra gereksiz. tatlıyı açken yiyorum zaten ben, yediğim zamanlar. 

restorandan çıktığımda keyifle bir ıslık tutturup eve yürüyorum. bir film izlemiştim; yedikleri muhteşem yemekten sonra dışarı çıkıp elele tutuşup şarkı söylüyordu, davetliler. yemek üzerine olan filmleri de seviyorum, eve gelip en sevdiğim müzikleri peş peşe açıp salonda dans ediyorum. 

işte böyle. pazar günü ise hiçç evden çıkmadan yumuşacık pandufları ayağıma geçirip elmalı tarçınlı mandalinalı çay demleyip kahvaltı yapıyor, yine film izliyor, öğle uykusuna uyuyup akşama yine basit ve leziz yemekler yapıp haldun dormen'in anılarını okuyorum. bu kitabı iyi ki almışım; istanbul tiyatrolarının ve istanbul gece hayatının arka planı var kitapta. geçen gün devlet tiyatrolarının 70. yılı kokteylindeydim; televizyon açık ve ben de içinde oturmuşum gibi bir histi yaşadığım. bütün dizi oyuncuları oradaydı. meyve suyu içip, defne yalnız hanımefendi ve buket ile sohbet edip 70. yılını kutladık, devlet tiyatrolarının. oyuna kalamadım, ben. bir gün mecidiyeköy sahnesinde bir oyun izleyeyim, diye kendi kendime söylenip gecenin karanlığına karıştım:) ne afili değil mi? evime gittim yani. 

hadi bakalım, 2020 herkese sağlık  ve para getirsin, gerisini biz hallederiz. 

iyi seneler. 



günaydın leylek

27 Kasım 2019 Çarşamba
kendime yeni bir oyun icat ettim; her sabah uyandığımda 
- günaydın leylek, seni nereye götüreyim bu yılbaşında?

diyordum, sonra yine ben 

- düşünüyorum, deyip kahve makinasının düğmesine basıyor kahvemi içiyor, işe giderken şef'i özlediğimi hissediyor ona bazan bir kemik çıkarttırıyor oynaması için (ama o hiç oynamayıp bahçeye gömüyor) bazan da ekmek peynir ile gidiyorum. 

tabii ki bu arada her gün canan ile nereye bilet alsak avrupanın muhtelif şehirlerine bakıyor bakıyor bakıyorduk.

sonra, önce bremen'e gideyim ben ya deyip karar verme süreci ile bileti alalım dediğim zaman arası 700 lira oynayınca!... boşver bremen'i başka yer bulalım dedim leylek'e. bişey demedi.


aldık bileti; hamburg'a 

leylek leylek havada bileti mail kutusunda!  

diye, şarkı söylüyorum, bir kaç gündür işe giderken:)))) o kadar çok hamburg yazısı okudum ki, görmüş kadar oldum. 

seneye nisan sonu  almanyaya gidiş biletini saymazsak ki saymayalım bence ilk kez tek kelime almanca bilmeden hamburg yolcusuyum. 

leylek, hamburgda ne yapacağız?

bolca sosis yiyip bira içip insanları izleyeceğiz. 

leylek leylek havada bileti mail kutusunda 

almanyaya tek kelime almanca bilmeden gitmenin rahatlığı, orada türk çok olmasından ziyade hiç bir ülkenin dilini bilmiyordum ki ben giderken, rahatlığı var bende. 

hadi ben the irishman izliyorum, siz de hamburg önerilerinizi yazın bana. 

edit piaf; evde gerçekten bir leylek var! yıllar yıllar önce bir eskiciden aldığım bir bankanın leylek'i; ahşap hem de:))) 


sirha izlenimleri; en sevdiklerim 2019

14 Kasım 2019 Perşembe
istanbulda çok organizasyonu seviyorum ama en sevdiğim hangisi diye kendime soracak olursam, sirha bunlardan biri. 

yine hoplaya zıplaya sirha fuar alanına gittim. ilk izlenimim kahvecilerin çıkartma yapmış olduğuydu. her yer kahveci!... kağıt bardakta kahve içmekten hoşlanmıyorum. önce porselen fincanda bir iki espresso  ve filtre kahve yuvarladım. 

must espresso italiano 

en sevdiklerimden biri oldu 
bu sene tanıdım kendilerini 
deneyin, bana da yazın görüşlerinizi 
sonra fuarı rahat rahat dolaşmaya başladım; nasılsa kahve gözlerimi açmıştı:))) 

irem hanım çiftliği 
yöresel demirköy körili sos 
demirköy çiçek balı 
biber-patlıcan ezmesi 
irem hanım çiftliği ürünleri benimle beraber eve geldi. bu hafta mutfakta irem hanım çiftliği rüzgarları esecek. 


ve en sevdiklerimden biri daha! sızma, yöre yöre sızma 
anatolian evoo selection çatısı altında; 
tarhala, tayga, orfion, elea antiocheia, gıda ormanı 
hepsini denedikçe yemekleri ile yazacağım 
*** 

hayfene benim en sevdiğim baharatçı 
her fuarda yeni bir ürün koyuyorlar mutlaka tezgaha 
bu sene deniz mahsulü baharatı var handan hanım, dediler
ilk fırsatta deniz ürünlü makarnada kullanacağım. 
heyecanlanıyorum bu yeni baharat için:)))) 

*** 

yine zevkle deneyeceğim bir kahve 
*** 

açık söyleyeyim ben espresso ve filtre kahve seven biri olarak net tadları seviyor ve aroma vs. başka tatlandırıcılardan  çok hoşlanmıyorum. 
ancak must kahvenin baristası hafif fındık aromalı bir şey deneyin lütfen handan hanım, deyince kıramadım, denedim ve sevdim. her zaman olmasa da zaman zaman içebilirim bu tatlı güzelliği:))) 

*** 

sadece bu kadar değil tabii ki sirha. 15-16 kasım'da da devam edecek. gidin, gezin, tadın. 





şehirde neler oluyor?

9 Kasım 2019 Cumartesi
eylül gibi hareketlenmeye başlıyor istanbul; sergiler, yeni mekanlar, kitaplar, lokantalar... şehre dönüş zamanına denk getiriyorlar açılışlarını, çıkışlarını. 

kasım geldi çattı. havalar hala benim sevmediğim şekilde, lodos. sıkıcı ve baş ağrıtıcı. 

buna rağmen iş yerinden çıkınca yeni açılan bir mekana gitmekten kendimi alıkoyamıyorum. en son vakko bir cafe açtı yine akmerkez'in içinde; daha önce kahveciydi orası. bu sefer daha genç bir kitleye hitap edecek bir yer açmışlar. can hakko işin başında duruyor. son günlerimi hep burada geçirdim, derken mutluydu. ayaküstü sohbet ettik, neşeli ve enerjikti. 

sade bir menü yapmışlar. zaten artık almanak boyutunda menüler değil insanların istediği; kısa net ve elbette lezzetli. akmerkez'de değişim rüzgarları esiyor. bu butik avm diye tariflediğim yer aslında kitapçısı ( remzi ) marketi ( macrocenter ) ve diğer mağazaları ile aslında tam bir mahalle avmsi. mecidiyeköy' deki profilo da öyle mesela. bütün mahallenin ihtiyacını karşılayacak marketi, kuaförü ve üstüne üstlük mudo garage mağazası var. üç otuz paraya güzel şeyler aldığımız. 

***

planlı bir seyahatim var; seneye! şaka yapmıyorum, kampanyalı biletlerden hakikaten çok ucuza berlin bileti aldım. yani canan aldı. 625 liraya gidiş dönüş. mayıs gibi berlinde olacağım. o zamana kadar gitmemişsem almanyaya ilk gidişim olacak. ne ayıp! 

*** 

eskiler yeniler derken sene bitiyor. aralık ayında son bir seyahat ile seneyi kapatmak istiyorum. her zaman olduğu gibi küçük, ulaşımı kolay, leziz yemekler yiyebileceğim, görmediğim bir şehir arıyorum. şehir çok tabii ki ama seçim yapmak zor. 

*** 

vakko cafenin açılışında berkay sordu; sen nerelere gidiyorsun, handan? diye. şöyle bir yokladım kendimi; balık için aklımdan geçen yer balat sahil lokantası, iyi kahve iyi çikolata için bütün divan'lar, sahilde kıyı tarabya, alışverişte semt pazarları, beymen club, kozmatikte balea hala favorim, evde dizi izleyip kanepeyle aşk yaşarken göreme muhallebicisinden sütlaç ve yoğurt... listem böyle, benim gibi değişken bir beğeni listesi. 

*** 

sonbahar demek film demek, kitap demek, birinin elimden tutup beni kuaföre götürmesi demek... yoksa saçlar aldı başını gidiyor, demek. 

*** 

günaydın 


edirne'den yunanistan'a; sınırı yürüyerek geçmek

3 Kasım 2019 Pazar
hadi gelin sizinle biraz sohbet edelim. aynen böyle benim yannis'nin kahvesinde oturup keyifle kahvemi yudumlarken siz de kahvenizi içkinizi alın. 

üç saatte üç şehir; bursa- mudanya- istanbul hattından evime geldim. bir film yarım kalmıştı, bitiremedim; klavye tıkırdatasım geldi. 

bursada çok sevdiğim arkadaşlarım var. cumartesi akşamı onlarla kahkahalarla kahvelerimiz içerken bir arkadaşımızın kınası varmış; hadi sen de gel, dediler. kalktık alelacele hesabı ödeyip arabaya doluştuk. gittik kınaya. neyse ki benim yine bu elbisem vardı üzerimde. yoksa kot tişört gidecektim:) hepimiz 45 lerin ortalarında kadınlarız; kimimiz işte ilk kez evleniyor, kimisi ikinciyi denemekte, kimisi de ayyy kocayı boşadım handan, deyip hoş geldin diye halimi hatırımı sorarken baktım ki çoğumuz artık ufak ufak botokslu ve estetikliyiz. eh benim de gözlerimin üstü ve bir iki daha başka müdahalem var. geçelim:))) ayrılanların hemen hemen hepsi çocuklarını almış, kendine yeni bir hayatı çok zorlanmadan kurmuş. niye? çünkü zaten evliyken de hep evi çekip çeviren kadınlar. adamları önce anaları sonra da ne yazık ki gençken karıları şımartıp, her işlerini yapıyor. sonra işte 38-40 gibi bir aydınlanma geliyor. (bazan her iki tarafa da) gezmek, yemek, içmek (su bile olsa) keyif alınacak şeyleri ve istekleri yapmak hayatın geçiyor oluşu, dank ediyor kafalara. sonra gelsin kavgalar, boşanmalar. o arada atlatabilen düze çıkıyor, ama üzgünüm bu çok az. 

botokslu, hepsi birbirinden şık kadın arkadaşlarımla sohbet ederken aklımdan bunlar geçiyordu. biri bir ara bana da sordu her zaman sordukları gibi '' ee sen'' ben de ''ben imza atmıyorum'' deyip, gülümsedim. o da ''en iyisi'' deyip, gülümseyerek gitti. 

adamları, kocalarınızı şımartmayın. her işlerini yapmayın. paylaşın, zevklerinize kendinize hobilerinize zaman ayırın. hayat uzun, evlilik zor; birbirinize yaşam alanı tanıyın. 

bu, bu kadar. 

geleyim son seyahatime. 

''sınırdan yürüyerek geçiyorsun yunana'' cümlesinin peşine düştüm anacım. bir seyahat bu cümle ile şekillendi. şekillendi dediğime bakmayın; edirneye bir bilet aldım, epi topu bu yani. 

bir şehre gittiğinizde, o şehirde yaşayan birinin elinizden tutup gezdirmesi kadar konforlu bir şey yok! indiğimde otelim ayarlanmış ve beni almaya gelmişlerdi. bu arada ben edirneye 95-97 yılları arasında bir kaç kez gittim ve fakat selimiye camii dışında açıkçası pek bir yer kalmamış aklımda ha pardon bir de artık şimdilerde kapalı olan öğretmen evi. 

klasik olarak önce ciğer  yiyip şehri turladık; meriç kıyısında biraları, sonra gazi baba da yine içkilerimizi içip araya bir iki mekan daha sıkıştırıp en son türkçe pop yapan bir yerde bağıra çağıra şarkılara eşlik edip, lannn kitle çocuğumuz yaşında ama boşverrr, diye diye kahkahalarla geceyi sonlandırdık. 

sabah ver elini pazarkule sınır kapısı. hah işte şimdi buradan çıkıyorsunuz, bir kilometre yürüyüp işte o sınırı yürüyerek geçtiğiniz yer epi topu bir kilometre! sonra yunandasınız. 
yunan kapısında giriş yaptırıp  geçip hoop kastanies köyüne geliyorsunuz! 

sınırı yürüyerek geçmek fikri neden bilmiyorum beni cezbediyordu. yaşadım. köye geldim, ilk kahveye oturup kahvemi içtim, soluklandım. çantamı kahveye atıp, köyü dolaştım; küçücük ve tertemiz bir köy. yaşayanların yaş ortalaması yüksek; gençler okulda, avrupada, atinada, çalışmakta... bir iki taverna var ama henüz saat öğlen bile olmadığından herkes mutfakta, hazırlıkta.

istikamet bir yan kasaba; orestiada. 20 bin nüfuslu bir kasaba. köyün meydanı bizim taksim meydanından daha işlevsel. internet free meydanda, kahveler meydana bakıyor bir de kasabanın en büyük oteli. kahve içenler, banklarda oturup laflayanlar, çocuklar, gençler... bütün sokaklar meydana açılıyor; tavernalar biraz daha ara sokaklarda. bir ikisini dolaştım ilk gittiğim yerdeki kızın tavırları ve güler yüzü hoşuma gitmişti, oraya attım çantayı. kalamar ızgara söyledim. ve bütün bir kalamar ızgara edilmiş halde önüme gelince, gülümseyerek bir de soğuk bira istedim. keyfim iyice yerine gelmişti. 

orestiada'da tarihi bişey falan yok anacım. ye iç otur kahve iç insanları izle.  iki yıldızlı bir otel bulup çantayı oraya atıp muhtar gibi yürüdüm yürüdüm yürüdüm. yorulunca otele dönüp uyudum. 

her iki köy için de iki saat yeterli ama ben dinlenmek için gittiğimden bir gece kalmıştım. sabah  dedim ki yürü handan deniz kenarına, dedeğaç'a 

170 km. dedeağaç, 78 yaşındaki bir amca ile sohbet ede ede ( tarzanca ) dedeağaça vardık. 

dedeağaç artık benim kaç kere gittiğimi saymadığım bir şehir. ve bu sefer ilk kez bu kadar pahalı gördüm. istanbullular masa donata donata esnafın fiyatlarını en az iki katına çıkarmışlar. 

daha önce çok yazdığım için özet geçeyim. sahildeki tavernalar çok pahalı ve süslü püslü tabaklara geçmiş ( bakınız istanbullu faktörü) siz içerideki dedelerin teyzelerin oturdukları yerlere gidin. füme uskumru mutlaka yiyin. sabah ana caddede en çok yaşlı teyze nerede kahvaltı yapıyorsa, oraya oturun peynirli börekleri yiyin, kahve için. deniz kenarında argo var; şehrin en manzaralı kafesi, içkisi kahvesi, deri koltukları, servisi her şeyi gayet güzel bizim bebek otel tandansında bir yer. orada öğlen birası akşamüstü şampanyası işte canınız ne istiyorsa için. 

biz yemek için yan kasabaya komotiniye gittik. stelyo sağolsun, bize makarnaları füme uskumruları ahtapotu aynı anda getirip, gözün doydun der gibi bıraktı gitti. şaka şaka ekmeği bile kızartıp getirdi, benim çok açım nidalarıma aldırmadan:)))) 

yedik içtik döndük. 

yunana gidin, anacım. yiyin için yürüyün, sonra istanbula dönünce yazın, yazın ki biz de gitmek için tekrar istek duyalım. 

hadi ben filmime devam edeyim, siz okurken. sonra alayım yorumlarınızı. 


yazılacaklar, okunacaklar, izlenenler...

13 Eylül 2019 Cuma
instagram çıktı çıkalı bloglar atıl kaldı. hatta judy bu yüzden blogunu instagrama taşıdı, iyi de yaptı. ben hala burada klavye tıkırdatmaya devam ediyorum çünkü sık yazamasam da seviyorum burayı. 

geçen hafta sonu evden tek bir kez o da cumartesi günü su ve dondurma almak için çıktım! bütün gün en yumuşak pijamalarım ve belgraddan aldığım yumuşacık sabahlık ile dolandım durdum; dizi izledim, öğle uykusu uyudum, basit ve leziz yemekler ile karnımı doyurup bolca nane çayı içtim. pazartesi sabah sanki yürümüyordum da hafiften yaylanıyordum. öyle bir dinlenmek öyle bir dinlenmek ki; trafik yok koşturma yok konuşma yok yok yok yok. tavsiye ederim. ben haziran ayından bu yana hep bir şeylerin içindeydim, seyahat bayram vs vb ama geçen hafta sonu fişi çektim. iyi de yaptım. 

film izlemek, dizi izlemek sezon sezon dizileri bitirmek son zamanlarda edindiğim hobi. eskiden netflixin yüzüne bile bakmazdım ki ortak aboneliğimiz bir kaç yıldır var. yeni yeni sardım. 

geçen gün contemporary 
dedikodu yaptık 

fotoğrafı da hasan abinin sevgili eşi ayşe hanım çekti 
açılışına gittim. bu sene öyle herkese selfie çektirecek ''çarpıcı'' bir eser yoktu. bunu yeni küratöre bağlayanlar var. geçen sene fuarda olup bu sene olmayan en az bir kaç galeri vardı. kim bilir belki işleri kabul görmeyenler en ''çarpıcı'' işlere sahiplerdi. 

senenin bu zamanı tanıdık yüzler görmek için contemporary ve bienal var. hele ön gösterim! en az ünlü bendim:))) istanbulun en ünlü avukatlarından biriyle tanıştık, garip olan benimle tanışan herkesin '' bir yerden tanıyacağım ama..'' diye söze girmesi. benzerim mi var lan bu şehirde benim tanımadığım. 

erdil ( yaşaroğlu ) kalabalıktan şikayet ediyordu. kalabalıktan şikayet eden başka dizi oyuncusu az ünlüler de olmuş, erdil modern satannatn anlayan ve sergi açan, eser sahibi bir insan, belki rahat gezemediğinden benimle sohbet ederken yanlış gün mü geldik, acaba? deyip espriyle kapattı konuyu da o az ünlü dizi oyuncuları burnu büyüklük yapıyorlar. istiyorlar ki herkes onların etrafında dönsün. eh belki tanımadı bile kimse:) ondan delirmiş olabilir az ünlü oyuncumsu. vallaha modern sanat almak için henüz yeterli bütçem yok ama ben oraya eğlenmeye yeni ne var diye görmeye gidiyorum. kimsenin de haddi değil aaaaa alacaklar gelsin caanım, diye boş boş böbürlenmeye. orada alıcıları zaten dışarıda jilet gibi takım elbiseleri ile şoförleri bekliyordu. o hanım kızımız sanırım ancak taksi aramıştır çıkınca. 

vis a vis son zamanlarda izleyip 3 sezonu da bitirdiğim ispanyol hapishane dizisi. 1. sezon çok iyiydi, ikinci ve üçüncü sezonu yakışıklı ispanyol oyuncu roberto enriquez için izledim. bu nasıl bir yakışıklılıktır! ispanya bileti baktım tabii ki diziyi izlerken canım tapas istedi, cava istedi, salsa sos istedi estepaya gitmek istedi istedi de istedi. 

ben fransaya geçemeden daha avrupada hep ispanya portekiz tarafını gezeceğim, sanırım. her paris aklıma geldiğinde ya paris orada duruyor bi barselona oradan girona valensia yap diyor iç sesim. ya işte böyle. emekli olunca tek yön bilet alayım bari paris'e de oradan geze geze geçeyim ispanyaya. almanya falan beklesin, tabii. 

işte böyle; elimde okunmamış onlarca kitap, izlenecek bir kaç film, gidilecek iyi bir iki restoran ve galeri bir de düğün var. yok, ben evlenmiyorum; ev arkadaşım ( kardeşim) evleniyor. hadi bakalım, şehre eylül geldi. 

serinleyelim biraz, yiyelim içelim eğlenelim, gençleri evlendirelim, sonra ben seneyi bir seyahat ile kapatayım. aklımda deniz kenarı, az insanlı, bol yemekli bir yer var adı yok hayali var sadece. 

kahve demleyeyim ben ve yarı bırakıp bu yazıyı yazdığım ''un prophete'' filmine döneyim. 




bodrum notları

17 Ağustos 2019 Cumartesi
kos kalimnos blog yazılarını okurken kendi yazımla karşılaşıp okuduğumda bayramda gelmeyin, diye uyardığımı gördüm ve kendi uyarısına kulak asmamış/unutmuş biri olarak sıcak tepemde yine kos için gümrük sırasındaydım! dönüşte önce kaptana sonra canan'a ya ben bayramda bir yere gitmek istersem dövün beni ya, şu anı anımsatın, dedim ama her ikisi de güldü bişey demedi.  

demem o ki böyle tatillerde evde oturmak daha iyi gibi o yüzden ben de bu yola sen çıktın şimdi hiçç sızlanmadan sıraya gir, kosa git oradan başka adaya kaç dedim kendi kendime, kulağımı dışarıya cüzdanımı duty free alışverişine kapatıp, hemen kaptan köşküne çıktım, hiç inmedim aşağı. önce kos sonra nisiros hayalleri yer yok diye suya düşünce kalimnos. 

kalimnos her daim yer bulunabilecek bir ada nisiros ve lipsi kadar küçük değil çünkü. canım lipsi'ye bile gidemedim, yer bulamam kaygısından. kalimnos bildiğim bir ada, merkez köy sıcak masuri koyuna geçin. la playa restaurant barın plajı ücretsiz, içkiler 5-10 euro civarında. işletmeciler düzgün. otelinin de manzarası harika, aslında kalimnosun en güzel yeri masuri koyu diyeceğim de lafı uzatıyorum işte. 

kos kalimnos 16 euro bu sezonda, canım dedakonisos dolaşıyor adaları. saatleri takip edin ama. 

kalimnosta deniz ürünü yemek için koylara gidin. limanda ben iki denemede de başarısız oldum, ilki lastik gibi bir kalamar öteki makarnası ayrı pişmiş karidesi ayrı bir makarnaydı onu da bıraktım, kalktım. 

yemek için maria'nın yeri var ermous koyunda. deniz kenarında değil, yol kenarında. orası çok daha iyi. 

deniz ürünü demişken kos'ta kapanış yemeğini yorgo'da yaptık ve geçen dört senede yorgo'nun mutfağını haklı olarak ( adamın bütün müşterisi türkler desem olacak, en azından yazın)  türkiyelilerin damak tadına uydurduğunu gördüm. yunanda hiç bir yerde bu kadar yumuşak bir ahtapot yemezsiniz, ahtapot biraz serttir çiğnersiniz ve şanslıysanız denizin tadını kokusunu alırsanız, lipsi'deki amcanın ızgarasında yediğim gibi. bizimkiler ''lokum gibi'' sevdiğinden yorgo da pişirmiş pişirmiş yumuşacık olmuş işte. makarna da öyle üstüne kocaman jumbo karidesler koymaya başlamış ki ben ilk sene yediğimde daha küçüktü karidesler ama daha çok nüfuz etmişti tadı makarnaya. ha bir de o karışık balık tabağı tam bir bizim tabaktı yani kocaman bir kayık içinde balıktan patates kızartmasına karışık ve evet hepinizin aklına gelen espriyi biz de yaptık. 

yunanda her şeyin yanına patates konmaz.  neyse, bütün masalar türkiyeli idi, herkes peynir kızartması ile başlayıp karışık meze tabağı ve ahtapot ve kalamar yiyordu. üstüne de ''bayram tatlınız yok mu?'' dedi yan masadaki emekli teyzeler, yan taraftan sanırım baklava alıp geldiler. kos böyle, çok da yunana gitmiş sayılmıyor insan artık orada. 

biraz plansız çıktım ben bodrum kos kaimnos derken epeyi gezdim. bodrumda gümüşlük favorim biliyorsunuz. akademide kaldım bir gece ve o manzara için bir daha giderim. gümüşlük akademisi latife'nin emekle büyüttüğü bir yer. kalınca bir değişim yaşıyorsunuz, topraktan  düşünmekten kitaptan üretimden neyi nasıl yapacağınıza kadar kafanız açılıyor. gidin, tanışın kalın. yer için müsaitlik durumunu sormadan gitmeyin, lütfen. 

bodrum, biraz bildiğiniz gibi her sene daha pahalı oluyor gibi. gümüşlük köyünde kurulan pazar çok keyifli. özellikle sabah erken saatte her şey taze iken. bu sıcakta biz bile öğleden sonra buruşuyoruz ayol:)))) 

yalıkavak ve turgurteis marinaları gezilecek yerler benim için, süper manzara, macrocenterlar ve dahası. gidiyorum geziyorum ufak tefek alışveriş yapıyor sonra koşa gölgeye kaçıp öğle uykusuna uyuyorum. 

bu tatil öyle keşif duygusu tatili değildi. bilakis tanıdık bildik yerler. çantamı attım mesela bir de üç gün sonra topladım. öyle bir rahatlık bodrumda. 

işte böyle, deniz ürünlü gyroslu, koslu kalimnoslu, kaptan köşklü, hostelli, yürümeli, denize girmeli, yunan biralarını devirmeli bir tatil yaptım, döndüm. kendimi de yıkayacak bir makina olsa diye düşüne düşüne bütün valizi yıkadım. evde bişey yoktu gelirken iki üç biber iki üç domates biraz kıyma alıp geldim ve bir makarna yaptım; yıkılıyor! 

:))) istanbuldan günaydın. 

sezonda yerinizi ayırmadan bir yere gitmeyin. 
bodrumda bu sezonda bodrum mandalinası yeşil yeşil satılıyor, alın evde dilimleyip buzluğa atın, sonra cin tonik içerken buz diye onları atın. 
yalıkavak giysi pazarında ben almadım ama siz peştemal alın, kışın evde bodrum havası yaratın. 
bolca mythos için yunan adalarında. 

aaa siricos kafeyi nasıl unuturum! bu kafe kalimnosta limanın tam karşısında; kos kalimnos yolculuğu bir saat sürüyor. bu kafede soluklanın katerina var garson kız, atinada yaşıyormuş kışın yazın buradaymış, nefis kahveler, sıkma portakal suları, yoğurt - bal- fındık gibi seçenekleri ile bütün gün oturup geleni geçeni izleyebilirsiniz. biralar 4 euro, yoğurt 3 euro, minik pizza 5 euro. pek güzel kafe müzikleri çalışanları ile. 




harbi adana ocakbaşı

7 Ağustos 2019 Çarşamba
daha önce ocakbaşı karşılaştırmaları diye bir yazı yazmıştım; şimdi ona ek gibi olsun bu;  harbi adana ocakbaşı. 

ortaköy'de harbi adana ocakbaşı; yerimizi ayırttık, gittik. püfür püfür esiyordu vallaha ilk o çok hoşumuza gitti. sonra mezeler geldi; humus, közlenmiş patlıcan ve muhammara seçtik tepsiden. sonra annem beyti biz adana / kıyma söyledik. şimdi burada ufak bir uyarı / not yazayım. kebaplarınız söylendiği zaman hazırlanıyor yani hazırda şişe saplanmış dolapta bekleyen kebap yok. annemin kebabını ilk getirmeleri gayet şık bir davranıştı; hanımefendi içki içmiyor, canı sıkılmasın diye önce onun kebabını getirdik, diye açıklayınca gönlümüzü zaten baştan kazandılar. biz yeni rakı yudumlayıp mezelerden tırtıklıyorduk. sonra kebapları söyledik o arada ben masamızla ilgilenen muzaffer beye hangi salata ya da mezeyi yemeden gitmememizi sorunca ''tablacı'' dedi. onu da söyledik. domatesli nar ekşili soğanlı gayet lezzetli bir salata. en son ekmekle sıyırıyordu kardeşim kayık tabağı:)))) 

adana hakikaten güzeldi. 

yanında yöresinde bulgur mulgur yok, adana, közlenmiş sivri biber sıcak pideler zaten masaya oturunca da pideler sıcak gelmişti ama onu da kaldırttık; kebaba yer kalsın, diye:))) 


adana'nın dağılmasını kimi müşteri sorun ediyormuş, biz etmedik kıyma kebabın özelliğinin o olduğunu bildiğimizden; sumaklı soğana sarıp sarıp yedik vallaha. 

sonra ortaya pirzola sonra bir adana daha diye diye gittik. 

mekan tertemiz, çalışanlar sizi yormuyor onu da vereyim bunu da vereyim olayı yok, aaa şalgamı nasıl unuturum! acılı acılı içtik. yediklerimizin hepsi lezzetli ve istanbul standartlarının üstündeydi. sarı renkli daha acı şalgam suyunu adanada süs biberinden yapıyorlarmış. lezzetliydi. 

rakılar mezeler derken mekan 12 de kapanıyor, meyve ve kahve ile kapanışı yapıp bir de üzerine ortaköy turu attık, bu kadar insanın bir bildiği vardır herhalde gece 12 de burada oluyorsa diye ama manzarada fotoğraf çektirmekten ve sonra taksi arama çabalarımızın sonuçsuz kalması dışında bişey yaşamadık. 

adana 45 tl diğerlerini anımsamıyorum, rezervasyonsuz gitmeyin, gidip mezeye çok düşmeden bolca kebap yiyin diye bitireyim yazıyı. ama tablacı salatasını söyleyin. 

şimdi bir yaz güneş sahil tatili de ben yapayım; önce bodrum sonra adalar. adalar ve bodrum yazısı 2 hafta sonra. 

iyi tatiller herkese 

zemun

30 Temmuz 2019 Salı
bir önceki yazıya zemun sonraya kalsın diye son vermiştim; ve zemun geldi hanımmm:) 

zemun, belgrad'ın ilçesi; daha önce osmanlı belgrad'a hakim olduğunda, zemun'a habsburg hakimmiş o avusturya esintisi mimari oradan geliyormuş. bu teknik bilgiden sonra gelelim benim zemun'uma. 

otelden taksi çağırtıyor ve 700 sırp dinarı tutacağını öğreniyorum, taksici her yerde taksici anacım, o yüzden tedbiri elden bırakmamak gerek. evet, hakikaten 15 dakikada gidiyor 730 dinar gibi bir rakam yazıyor taksimetrede. 

nehir kıyısına inmiş oluyorum böylece. iki gündür tepeden bakıyordum tuna'ya. 


sıra sıra cafeler restoranlar kocaman ağaçların altında; henüz sabah hepsi hazırlık yapıyor ve hepsi birbirinden güzel. bir uca kadar yürüyüp bir espresso yuvarlıyor sonra taksiyle geldiğim yöne doğru geri yürüyüp ikinci el ve diğer küçük butikleri geziyorum. bir çanta ve elbise beğeniyorum ama hemen almıyorum biraz pazarında gezip kahve alıp sonra nehir kenarında yine yürüyorum. dikkatimi çeken bir şey oluyor; nehrin bir tarafı restoran ve kahveler ile dolu iken diğer tarafında kocaman ağaçların altında sadece banklar var. koşanlar, banklarda oturup nehri izleyenler, yeşil çay tanıtımı yapan genç kızlar, sokak müziği yapanlar... yani demem o ki nehir sadece restoran / bar / kahve müşterilerine manzara sunmuyor tam aksine hiç para harcamadan da nehir kenarında gününüzü geçirebiliyorsunuz. iyi şehircilik. sevdim. 

ismi çok neşeli değil mi ya 
gugutka 

bir yere gittiğimde hiç bilmiyorsam bile yolu izi japon turistleri takip ediyorum anacım:) hiç yanılmadım henüz. yine iki japonun peşine takılıyorum döne dolana taaa o yukarıdan manzara izleyeceğimiz yere kadar çıkıyorum. hava sıcak dinlene dinlene çıkıyoruz. 200 dinar verip teatar gardos'a çıkıyorum. ve bütün tuna ve sava ayaklarımın altında! 
dünyanın merdivenini tırmanıyorsun döne döne 
sonra işte buraya çıkıyorsun 

iki saat gezip dönerim dediğim zemun'u öyle çok seviyorum ki akşama kadar o kahve senin bu yerel bira benim ay bir de pazarın karşısında oturayım insanları izleyeyim diye diye akşamı ediyorum. gezerken buraya bir daha geleceğimi hissediyorum. ikinci el mağazadan beğendiğim çanta ve elbiseyi alıp, sahibesi zarif kadın ile birbirimize iyi günler diledikten sonra zemun'dan ayrılıp belgrad sokaklarına atıyorum kendimi. 

zemun, küçük güzel bir kasaba. hostel de var, gördüm ama girip sormadım kaç paradır nedir ama belgraddan çok daha ucuz olacağı muhakkak. buraya rahat rahat 3 gün ayrılabilir, nehirde gezinti, deniz ürünleri ile uzun akşam yemekleri, iç kısımlarda yerel barlarda vakit geçirilip gayet güzel alışveriş yapılabilir. 

üç gün kaldın handan belgradda hiç mi olumsuzluk yaşamadın, derseniz vallaha çok ufak bir iki şey dışında, biri bilmem kaç yıllık restoranız biz diyen yerde alelacele yemek yemek için  sipariş verip masaya yöneldiğimde yalnızım diye beni zaten sokaktaki masaların en arkasına yani yayalarla en yakın masaya yönlendirmek istemelerine hiçç kızmadan popomu sallaya sallaya o masaya oturmam ben canım, diye elimi sallayıp uzaklaşmak, oldu.lan ben istanbuldan gelmişim, hizmet sektörünün ciğerini biliyorum, sen kimsin ki ben yalnızım diye en kötü masa örtüsü lekeli servisi açılmamış masaya yönlendireceksin!. hahayyyt güleyim bari. başkasına yap canım bu ayakları benim gibi huysuz kadına yapamazsın bu numarayı. ay epeyi sinirlenmişim bak yaza yaza... bitti 

ben bir kahve içeyim artık belgrad yazılarına son vereyim. 

en son aldığım kitap mehmet yaşin'in yumurta nasıl kırılır, diye esprili bir isim verdiği yumurta üzerine kapsamlı bir kitap. eğlenceli, kolay okunur ve okurken canınızın yumurta çekmesi garanti. mehmet yaşin'i ben daha yemek bu kadar moda olmamışken hürriyette okurdum, o zamanlar bir de tuğrul şavkay vardı. oy yaşımız da iyice çıktı ortaya. neyse. kitap eğlenceli güzel. menemen garantili. 

yeni rota benim haz coğrafyama ( bu tabiri susan sontag'tan yürüttüm! haz coğrafyası, ulan nasıl güzel bir tanımlama) benim haz coğrafyam tabii ki yunanistan. adaları özledim, kalamarı ahtapotu soğanlı peynirli salatayı alfa birayı yani bütün yunanı. önce bodrum biraz arkadaş eş dost sonra hoop kos oradan artık rüzgar nereye eserse. bu sefer çekçekli valiz değil anacım o valiz yolu kaldırımı düzgün yerler için, yoksa dağ taş in çık kim kimi taşıyor belli değil:))) sırt çantama iki elbise iki bikini bir kimono bir de işte her zaman olduğu gibi bakım ıvır zıvırları atıp, adaları gezeceğim. denize bakıp öğle uykularına uyuyup sadece denizden çıkanları yiyeceğim. 

kaçtım ben. 

ışıklı şehir; belgrad

29 Temmuz 2019 Pazartesi
hadi gelin size ışıklı belgrad şehrinden sonra okuduklarımdan bahsedeyim, biraz. 


bükreş'i öyle aman aman çok benimsemediğimi yazıdan da fark ettiniz, zaten. ama belgrad öyle değil, gezerken seviyor insan belgrad'ı; böyle sevecenlikle ay bu sokağa da gireyim, anammm bu parkta ürkünç evsizler var hızla uzaklaşayım, anam burası açık hava yatakhanesi gibi her bankta bir evsiz, aaaa mama shelter.. tamam tamam başa sarıyorum; belgrad'ı çok sevdim. bir daha gideceğim. 

bükreş'ten belgrad'a en zahmetsiz uçak ile gideceğim gerçeği ile yüzleştikten ( 100 euro bu yüzleşmenin bedeli:)))) sonra yine kahramanım canan en uygun saatte biletimi aldı. 

ben insani saatte uçmayı doğru buluyorum, gecenin 3'ünde 100 lira daha ucuz diye uykumdan olup, taksiye binip, uçmayı hiç tercih etmedim. uygun saat biraz pahalı gibi görünse de değil; rahatlık, gün ışığında şehre varma gibi artılar paha biçilemez şeyler, çünkü. 

öğleden sonra bükreşteki hostelimden valizimi çeke çeke çıkıp meydandaki otobüs durağına 15 dakikada vardım. yarım saatte havaalanına varıyorsunuz. sonrası işte o küçük uçak ile maceralı belgrad uçuşu. 

belgrad sokakları
belgrad'da hatırı sayılır bir türk nüfusu var; turisti yaşayanı. inince beş euro bozdurduk otobüse bindik hoop belgrad meydan. kafamı bir kaldırdım hilton. ya bir lüks vereyim kendime desem de, günlük bb 100 euro biraz fazla geldi. bir arka sokağa geçin, dedi resepsiyondaki kızlar, uslu bir kadın olup geçtim:) ve bingo! nasıl güzel bir sokak; kafeler, restoranlar ve üç yıldızlı park otel. belgrada giderseniz gönül rahatlığı ile tavsiye edebileceğim bir otel; oda & kahvaltı geceliği 50 euro, sokak güvenli, tertemiz, italyan restoranı da var cafesi de tasarım mağazası da. kahvaltı leziz, omlet yapıyorlar, odalar her gün temizleniyor. hadi dedim hostel ekonomisinden sonra bu lüksü satın al, handan:) 


o arada tabii ki otel resepsiyonunun para bozdurmak için yanıma birini verip döviz bürosuna kaybolmadan gidip gelmemi sağlaması da gönlümde ayrıca yer etti. sokağı dönünce kaybolabiliyorum ya ben. neyse 


odaya attım çantayı, hoop sokağa! yürü yürü yürü işte belgradın kalbi kale meydanına (kalemegdan) çıkan sokak; mağazalar, restoranlar, sokak müziği... 


omg 



isimli restoranı tamamen tesadüf buldum; buz gibi biranın yanına tavuk çok güzel dediler, e hadi tamam dedim ve çocukluğumun tavuk lezzetini o jelatinli tavuk kanat ve butlarını buldum bu iddiasız görünen restoranda! nefisti, nefis. kalemegdan meydanına girmeden soldan aşağı inen sokağa bakın, tahta masalı bir yer var hah işte orası omg restoran. üç çeşit et var zaten; tavuk, köfte ve sosis ve tabii leziz biralar. 

belgrad eğlenceli ve güvenli bir şehir. birazcık tren istasyonu kısmında ürktüm ben, gece orada hostelde falan kalamazmışım. benim yerim süperdi! eğleniyor geziyor yiyor içiyor en son sokağa demir atıyordum nasılsa otelim 10 adım diye. şahane bir güvenlik duygusu. 

3 gece kaldım belgradda, bir gece hiltonun barında nefis canlı müzik ile eğlendim ki öncesinde mama shelter'daydım. bir gün öğle sıcağında 800 dinar verip şehir turu attım gezi otobüsü ile. yok in bin olan değil, o yok belgradda, 70 dakikalık bir tur var şehrin bütün ana hatlarını gezdiren. 800 dinar 42 lira falan ediyor. 

pazarını gezdim tabii ki ve kuru fasulye aldım:) meyveler bol ve ucuz, pazarcılar genelde yaşlı kadınlar. şehirde evsiz çok. kızlar çok ama çok güzel. erkekler uzun boylu ve yakışıklı. 

bir yarım gün diye gidip akşama kadar kaldığım zemun bölgesinden sonra bahsedeyim, olur mu? çok uzun oldu bu yazı. 

zemun bölgesinde en sevdiğim kafe

belgrada kampanya ucuz bile kovalayın anacım bulunca bana da haber verin.  



yeni seyahat rotası oluşturuldu, eskisine dair iki satır yazayım bari

24 Temmuz 2019 Çarşamba
yeni seyahat rotası oluşturulduğuna göre unutmadan instagrama baka baka bükreş için bir kaç satır yazayım. 


bol kahkahalı bol içkili yarım saat havada turlamalı bir yolculuktan sonra  şakır şukur yağmur altındaki  bükreşe indik. yol arkadaşlarımın en yakışıklısı;)  beni şehrin merkezine bıraktı; ki hakikaten şehrin göbeği olduğunu ertesi sabah fark ettim:))) 

çok rahat bir şehir bükreş; merkez çok güvenli, periferisini bilmem; ben 4 günde turist turist tur otobüsü dahil gezdim. 

şehir old town bölgesi ve oraya açılan büyük geniş ferah caddeler ve etkileyici yapılardan oluşuyor. her mutfak var; ben ilk gün yunan mutfağına dayanamayıp bir gyros götürdüm vallaha hiç yerel mutfak aramadan. ki aslında ben buraların yerel mutfağını biliyorum daha önce yaptığım üsküp, ohri, arnavutluk, saraybosna vb. şehirlerden. neyse her mutfak var en çok vietnam şaşırtsa da beni, tanıştığım bir türk almanyada türkler neyse burada da vietnamlılar o, deyip noktayı koydu olaya. 

bükreşte hosteller 10 euro civarı. tavsiyem old town içinde kalmamanız, zira orada gece 3 lere kadar müzik var. benim kaldığım antik hostel nehir kenarındaydı, o yüzden mışıl mışıl uyudum istediğim saatte. 

para birimi lei / ley. meydanda dönercinin yanında döviz bürosu var, çalışanlar türk, güvenilir çocuklar. dönercide de türk gençler var çok doğal olarak. yunan, arjantin, türk her mutfak var. kahveler güzel, fiyatlar 2 leiden 10 leiye kadar bir skalada. yemekler de öyle. o çok turistik restoranlar bir yana en güzel yerlerden biri bira fabrikası denen yer; 

beraria; kocaman bir bira bahçesi; lokal bira, biralık atıştırmalar, yemekler, farklı barlar. bir yarım gününüzü buraya ayırabilirsiniz. 

hard rock cafe de bunun yanında aynı bölgede ama orada lokal bira yok. bildiğin hard rock cafe işte:) 

bir de kulüp arayanlar için boa kulüp var yine bu eğlence kampüsü diyebileceğim yerde. ben saat 11 de uyuduğumdan benlik değil ama meraklısına, güzelmiş müzikleri. 

köfte, sosis, bira en çok yenen şeylerden. bir de benim hiç sevmediğim nargile var! herr yerde herrr! kaçtım durdum nargile kokusundan, arkadaş. buldum tabii ki nargilesiz kahveler, vietnam restoranları vb. saigon diye vietnam birası içtim; vietnam nereeee bükreş nere diye diye. 

bükreş çok güzel bir şehir mi? daha güzellerini gördüğüm muhakkak. 3 gün fazla fazla yeter. çavuşesku zamanında yapılmış devasa binalara bakarken sinir olmamak elde değil tabii. parlamento sarayına giden ağaçlı yolda çok güzel kahve satan yerler ve inanılmaz güzel mağazalar var, oralar gezilir bak. 

3 gün yiyip içip gezin, sonra benim gibi ay ben buradan belgrada trenle geçerim nasılsa deyip dönüş biletinizi belgraddan almadan tren var mı yok mu diye bakın bir zahmet! 

bükreş belgrad arası tren yok. 

aklıma bükreş için pek çarpıcı bişey gelmiyor, sadece otobüste yanıma oturan beyin telefonu çalıp türkçe konuşunca, ben de bükreşte ne kadar çok türk var, diye lafa girince adam bana türk müsünüz? ben sizi israillilere benzettim demesi, sonra memleketimi söyleyince de ''orijinal mi'' demesi ve kahkaha attığımı anlatabilirim. orijinal diyarbakır'lıyım, evet:))))) hay siz çok yaşayın emi, yol arkadaşım. 

acıktım ben, siz bükreş notlarını instagram fotoları eşliğinde okuyun da ben bir yemek yiyeyim. 

gelsin bakalım yeni yaş, heybesinde ne var bir göreyim

1 Temmuz 2019 Pazartesi
geldik yine doğum günü ayına. haziran bitti ya bu güzel. 


kendime seyahat hediye ettim yine her yıl olduğu gibi; bükreş ve belgrad; bakalım bu başkentler nasıl. sadece bilet var vallaha başka ne otel rezervasyonu ne de başka bir şey. bir kaç blogdan yeme içme noktalarını okudum ama tabii ki gittiğimde yine kafama göre takılacağım; gölgeden serin serin uzun uzun meydanda oturmalı insanları izlemeli 
yaz, sıcak; hosteli pek kaldıracağımı düşünmüyorum yazın biraz daha konfor arıyorum, otel ama hangi otel olur onu bilmiyorum. şehir merkezinde temiz düzgün bi otel olsun yeter. 

diğer yazıda haziranda yaşadığım / yaşadığımız üzüntülerden bahsetmiştim; daha iyiyim. kendime iyi gelecek şeyleri biliyorum; spor, yürüyüş, kitap, müzik; evet çok bilinen zevklerim var:) buna ek olarak tam olarak nerede ve nasıl öğrendiğimi bilmediğim bir ''sıkıntılarla hayatı beraber götürme'' özelliğim var benim; hırslı ve mücadeleci annemden mi aldım bu özelliği yoksa 4 sene yatılı liseden mi, bilmiyorum belki her ikisi de. hayatımın en sıkıntılı dönemlerde dahi sabah uyanıp beyaz keten elbisemi giyip kırmızı rujumu sürüp akşama da dışarıda yemeğe gittiğimi anımsıyorum. buna benzer onlarca gün var yaşadığım; çünkü sıkıntıların beni alt etmesine izin vermemeliyim, çünkü geçecek evet hasar da verecek en az hasarla atlatmanın onlarca yolu var. 

bu ara en çok mesela semtimizdeki mudo garage oldu kafa dağıtma mekanım. niye? çünkü mudo zaten senelerdir rahatlık ve doğallığı ön planda tutan ben için ahşap ve pamuk dokumaları ve envai çeşit neşeli eşyaları ile tercih ettiğim bir marka, çünkü garage mağazası inanılmaz ucuz; tabaklar, fincanlar, kilimler alıyorum ödediğim paralar komik paralar! çünkü bu mağazada %80 indirimli ürünler evet defolu ama ne olacak o kadardan canım benimle yaşamayacak ya 3- 5 liraya balık tabak aldım daha ne olsun:) 
mudo garage profilo avm zemin 1 de. 

kitaplar yine aklımı korumam için yardımcılar; remzi kitabevi de sevdiğim kitapçılardan. kanyonda hem karnımı doyuruyor hem soğuk bir bira yudumluyor hem kitap hem de giysi alarak günü keyifle bitirebiliyorum. zula her daim kalabalık bir kez hamburger yedim ben harbiye şubelerinde (aslında merkez harbiye)  ama kanyonda henüz kalabalık olmayan saati tutturamadım. iş saati kaçayım bir gün de bira & hamburger yapayım. 
nejat işler'i severim. ikimizin yerine diye film çekmiş en son onu da izledim, kitabını da okudum; çarpıcı. okumaya başlayınca bitirip bırakılacak bir kitap. 

son yıllarda ne giymekten hoşlandığımı bildiğim için bir kaç markanın indirim zamanını kolluyor oradan alıyorum. hangi markalar bunlar; beymen club ve yargıcı en çok alışveriş yaptığım giysi markaları, ikisinde de keten, pamuk gibi sağlıklı dokumalardan giysi bulabiliyorum. sentetik giymekten hep kaçındım. ayakkabıda ceyo ve gabor. ceyo ekonomik gabor biraz pahalı olsa da çok rahat o yüzden indirim zamanını kaçırmadan bir iki atıyorum dolaba. 

açık hava pazarlarına sıkça denk geliyorum, ikinci el giyinmek benim gibi titiz birinin işine pek gelmiyor kuru temizlemeye ver vs. uzun iş, ama bu açık hava pazarlarında kimi zaman etiketi üstünde giysiler de olabiliyor. geçen hafta sabah erkenden istiklal caddesini son sarhoşlar terk ediyor dükkanlara mal ikmali yapılırken kuaföre gidip işlemler erkenden bitince maçka sanat parkında denk geldiğim pazarda etiketi üstünde bir elbise buldum mesela, e aldım da. istanbul bu her yerde farklı bir şeye denk gelebiliyoruz, bu şehri bundan seviyorum en çok. 

yemek işine gelince haziranda pek dışarıda aman test edeyim diye yormadım kendimi, güvenli kollarda yedim yemeklerimi tanıdık bildik mekanlarda. keşif duygumu  bükreş ve belgrad için saklıyorum. istanbulda yazın yeme içme sektöründe pek bir yenilik olmuyor zaten. eylülde başlarım keşiflere.

bu ara bir caz konserine gideceğim. 

bir de sevan bıçakçı var benim istanbula hayran olduğum kadar takılarına bayıldığım! zorludaki mağazalarına gidip gidip bu kırmızı taşlı yüzüğe bakıp duruyorum ve onu alacağım! 

sevan bıçakçı 


sevan bıçakçı 

işte böyle, bu ay bir yaş daha büyüyorum. kafam 25 te kaldı:) bakalım 

günaydın 

kalbimi kıracak bir şey daha varsa o da gelsin; dağlandı kalbim daha fazla acı çekemem! arada çıkar iyi olur

21 Haziran 2019 Cuma
ne bitmez bir haziran! bitse de gitse ve bu sıkıntılı ayı hafızamdan silsem... 

çok sıkıldım çok üzüldüm neresinden başlayıp anlatsam; anlatmasam yazmasam kafada dönüp duruyor kımıl kımıl beynimi yiyor olanlar. 

önce jön hastalandı. geçer dedik geçmedi, bandırma, bursa veteriner fakültesi bir takım özel klinikler... ki bu işin kötülerine dilemediğim kötülük kalmadı! olmadı, iyileşmedi yavrumuz. en son bulduğumuz veteriner çok iyiydi ama geçen üç hafta ve yanlış tedaviler jön'ü bitap düşürmüştü. kaybettik. acımızı anlatacak sözcüğü bulabileceğimi, cümleyi yazabileceğimi sanmıyorum. evimizin bir ferdiydi ama en çok deniz'in oğluydu. 40 yaşında dalyan gibi kardeşimin çektiği acıyı görmek tarif edilemez bir acı yaşattı, bana. umarım bir daha böyle bir acı görmem. kardeşlerime ayrı içim yandı, jön'e ayrı. 

bu kayıp bana şunu öğretti; yok, hayat kısa yaşayın falan demeyeceğim. o değil, bir kaybın en büyük acısını onun en yakınındaki çekiyor. ikinci üçüncü beşinci halka insanlar değil. evet, onlar da çekiyor kayıp esas en yakınını vuruyor. bir twit vardı kimin yazdığını anımsayamıyorum şimdi kusura bakmasın '' yas evinde normal davranıyorsun, acı çekmiyorsun sanıyorlar.'' diye, uzun uzun babası ölünce büyük abi olarak hoca, cenaze vs. işlerini hallederken takındığı vakur tavrın etraftaki bakışlardan sanki  babasına üzülmediği gibi algılandığından bahsediyordu ki... çok doğru. birinin normal davranması gerekiyor. birinin yapılacakları yapması gerekiyor. 

bir iki söz de veterinerlere ve  veteriner olmak için okuyanlara edeceğim. önce işinizi iyi öğrenin sonra para gelecektir. iş bilmeden hemen para kazanmak isterseniz sonrasında bolca beddua alacak ve hatta dava açılacaktır size. neden mi? jön' e yeteri kadar ilaç verilip adam gibi röntgen film neyse işte adı çekilse bizim hergele oğlumuzun çorap yuttuğu için sıkıntı yaşadığı anlaşılacak, operasyon yapılıp çorap alınacak  şimdi koşup oynuyor olacaktı. ama iş bilmeyen hekim ve nöbetçi bursa veteriner hastanesi  stajyerleri sürekli parazit üstünde durup tam bir teşhis koymadan serum + antibiyotik ile hayvanı gerekli tedaviden mahrum bırakmasa şimdi yaşayacaktı, oğlumuz. 

bu bilgileri de en son ulaştığımız veteriner hekim mehmet bey verdi bize, otopsi yaptıktan sonra. 

içim yanıyor. tek tesellim jön'ün bir senelik kısa yaşamının gayet güzel keyifli ve bütün ailemiz tarafından çok sevilerek geçmiş olması. 

*** 

bu ay yaşadığımız bu kayıp yetmemiş olacak ki; dün akşam benim zamanında sakinliğine yavaşlığına takılıp ''hımbıl'' lakabı taktığım uzun yıllardır tanıdığım bir çok şey paylaştığım bir arkadaşımın son bir senedir mücadele verdiği hastalıktan kurtulamayıp yaşamını kaybetmesi oldu. yusuf öldü. bunu görünce vücudum beynim sanırım bir saatliğine uyuştu, bir süre gözümü açmadım, açtığımda 1 saate yakın bir zaman geçtiğini gördüm hayretle. yusuf benden sadece 2 yaş büyüktü. 

*** 

esmer hasta. esmer iki ay oldu yüzünü göstermiyor bana. sesini duyuyorum. ameliyat oldu. direniyor, savaşıyor. esmer iyileşecek. 

*** 

annemi aradım dün gece, yusuf'u tanımıyor ama yakınlarını tanıyor. annem bana izmirdeki anneannemin yaşıtı fatma teyzenin nam ı diğer fatma baco'nun öldüğünü söyledi. üzüldüm. 

*** 

kalbim kırıldı hayata karşı. bu kadar acı... bu kalp kırıklığı hissini en son prag^da iki büklüm dilenenlere karşı yaşamış; dilenin, hırsızlıkta yapın, karnınızı doyurun, olan olmayanla paylaşacak, başka yolu yok ama gözünüzü seveyim kimsenin karşısında iki büklüm eğilip, dilenmeyin. bu kalbimi kırıyor, demiştim. kimse kimsenin önünde eğilmemeli. işimizi yapıyor ekmeğimizi kazanıyoruz, ne işsizlik ne çıkarılan savaşlar ne de siyasi krizlerde hiç bir dahlimiz yokken işsiz evsiz ekmeksiz bırakabiliyor / kalıyoruz. eğilmeden yaşamımızı sürdürmeliyiz. 

şimdi kat be kat fazla kalbim kırıldı. iyi miyim? hayır. kötü müyüm? evet. normal iş ev hayatımı devam ettirebilmem iyilikse bir nebze iyiyim, evet. ama neşem yok, keyfim yok. 

*** 

işte böyle. kendimi onarmam, gerek. bunun için dün bana seyahat iyi gelecektir, diye bilet aldım bükreş - belgrad hattına. yani ben almadım tabii sevgili dostum canan sağ olsun kartlarımın alışverişe kapalı olması, benim tarih değişikliği vs. gibi bütün kafa karışıklıklarıma sabırla yaklaşarak bir kaç denemeden sonra biletleri aldı. teşekkürler canan. 

istanbul - bükreş 
bükreş - belgrad 
belgrad - istanbul olacak gezinin rotası. yine iki başkent yani. bükreş için notlar alırken bıraktım not almayı ve bu satırları yazdım. yoksa kafamın içi kıvıl kıvıl bu cümlelerle... 

*** 

45 yaşındayım, seyahatin son günü olan 21 temmuzda 45 bitiyor 46'ya giriyorum. hayatımda bu kadar üzüldüğüm bir zaman olmamıştı. yaşlanıyoruz ve yine eski bir ekşi sözlük yazısı geliyor aklıma, carlos'un yazdığı, mealen yaşlanmak ve ceketin yakasındaki toplu iğne deliklerinin çoğalması gibi bir başlıktı. yaşlandıkça gittiğin cenazeler artıyordu anlatılan. ne yusuf'un ne de fatma baco'nun cenazesine yetişemedim. 

*** 

şimdilik kendimi tamire uğraşıyorum. ne kadar sürer bilmiyorum. 

sevdiklerinize iyi davranın ve tabii ki kendinize.