tavsiyeler tavsiyeler tavsiyeler...

13 Aralık 2017 Çarşamba
bilet almak benim için zor bir iş; bütün bilet işlemlerimi kapres turizm'in sevgili sahibesi canım arkadaşım canan hallediyor. insani saatler, uygun fiyatlar seçimlerini;  online check-in işlemlerini hep o yapıyor. sene sonunda kocaman bir teşekkür de buradan yollarken;

kapres turizm adını aklınızın bir tarafına yazın; facebook sayfaları var oradan iletişime geçebilirsiniz. 

*** 

ura sızma zeytinyağı, ura nar ekşisi ve en son ura pekmez; mutfağınızda bu ürünlere yer açın. sızması harika! 

internet siteleri için tık tık 

***

matraş deri; ister ayakkabısını ister çantasını isterseniz de cüzdanını alın; bilin ki senelerce kullanacaksınız. cüzdanım kaç yıl önce doğum günümde hediye gelmişti hala severek kullanıyorum ve hiç bir şey olmadı; taş gibi. şimdi botlarımı da bu sene oradan aldım. günde kaç saat yürürsem yürüyeyim yorulmuyorum; ayakkabıda rahatlık budur. 

matraş

*** 

rossmann; son bir iki senemin favori markası;  duş jeli, şampuan ve rival serum ve nemlendiricileri ile bakım kremleri hepsi rossmanda üstelik inanılmayacak fiyatlara. en favori mağazam mecidiyeköy ve kurtuluş mağazaları. gidiyorum, dünya kadar alışveriş yapıyorum az bir para ödeyip çıkıyorum:) hele indirim dönemlerinde iyice lokum oluyor fiyatlar. kaçırmayın. 

*** 

daha aklımda çok şey var ama bu seferlik bu kadar yeter. yüzünüze ve elinize ayda bir kaç gün en azından nemlendirici niyetine sızma zeytinyağı sürün. sigara içiyorsanız her sabah bir kaşık sızma için. sofranızdan salatayı şimdi roka kereviz zamanı, eksik etmeyin. kuzu eti lezizdir, kokuyor bu yeaaa diye ön yargılı olmayın, kısık ateşte pişirip yiyin; kırmızı ete vücudumuzun ihtiyacı var. tereyağı yiyin, korkmayın. ayyyy ay ay durun; tereyağı ve peynir için de bir tavsiye vereyim;

erzincan merkezli akyazım gıda. ben buradan tereyağı almıştım; kahvaltılık olmasına rağmen kuru fasulye pişirdim ve inanılmaz lezzetli oldu. üstelik asıl gurme damak olan annemden de geçer not aldı akyazım gıdanın tereyağı. daha ne olsun. siparişinizi verin, gelen kutuyu açıp yemek yapınca bana hak vereceksiniz. peynirde de isim biliyorsunuz koçulu peynircilik. yanda link var; ilhan abiye ulaşın oradan da karş gravyerinizi alın sonra da mutfakta harikalar yaratın. 

akyazım gıda için tık tık 

akyazım gıda 

kısa kısa dizi de var gezi notları da; çukur, erzincan hepsi aynı yazıda

12 Aralık 2017 Salı
biraz erzincandan bahsedeyim size; erzincan gitmesi ve gezmesi kolay bir şehir. pegasus da thy de uçuyor. havaalanı miniminnacık bir alan; inince belediye otobüsü ile 5 liraya şehir merkezine yani dörtyol durağına kadar gidebiliyorsunuz. zaten her sokak o dörtyola açıldığından ben kaybolmadan gezdim ki herkes gezebilir demektir bu. 

berenizi atkınızı kış montunuzu giyip gidin: soğuk. istanbuldan gittiyseniz ''orası uzak, otobüse binin'' uyarılarını pek dinlemeyin, yürüyün; bütün şehri olmasa da şehir merkezini yürüyerek gezebilirsiniz ki ben öyle yaptım. 

peynir yiyin, döner yiyin, et yiyin, istanbul benzeri kafe ve restoranları pas geçip daha erzincan erzincan olan yerlerde yiyin, çayınızı kahvenizi için ( başka bişey pek yok da ondan) evet, bir anadolu muhafazakarlığı var elbette ve içkili mekan sadece çağlayan kasabasından yukarı girlevik şelalesine giden yolda 6 tane var; evet, 6 tane. 

girlevik şelalesine en azından 2 saat artı bir yemek zamanı ayırın. sabah kahvaltınızı yaptıktan sonra minibüslerin nereden kalktığını sorun, yürüyün oraya, kurulun minibüse 5 ya da 7 lira -sanırım ben iki minibüsle gittiğim için tam bilemedim rakamı- ödeyerek girlevik şelalesine çıkın. minibüstekiler kasaba meydanında inecekler, panik yapmayın oturun yukarı kadar çıkacak minibüs. şelale restoranı gördünüz hah işte orası son durak; akşam saat 5 e kadar minibüs var yalnız aklınızda olsun sonra kalırsınız kasabada. şimdi şelaleyi görün, sesini dinleyin şelale restoranda da kahvenizi için. size oraların hikayesini anlatsın çalışanlar; pek sevimli bir hikaye değil. daha hes nedir ne değildir pek kimse bilmezken 68 - 70 lerde hes inşaatında çalışan işçilere çay çorba yemek verirken kendi kahvesinde kasabadan ali doğru, gelen giden de yemek isteyince lokantalar açılmış. kısaca bu dediğim gibi o zaman hes nedir ne değildir yapanlar dışında kaç kişi biliyordu acaba türkiyede ve erzincanda?! 

erzincan dümdüz bir şehir; munzur ve ergan dağı ise şehri sarmakta ve günün her saati başka manzaralar ile dağ seviyorsanız sizi hayran bırakmakta. 

düz ve düzenli ve dahası temiz bir şehir. 2 gün şelale, şehir merkezi, kayak tesisleri, bir kaç restoran ve yeme içme keşifleri için yetecek bir şehir erzincan. 

yakınında tunceli ve kars var ilginizi çekerse gidebileceğiniz. benim gibi peynir sevenlerdenseniz kars iyi bir şeçim. 

bir seyahat notları daha bitti. yeni seyahatin nereye olacağını şu anda ben de bilmiyorum; henüz bilet almadım. 

*** 

pek bir şey okumamakla birlikte yeni çıkanlardan haberim var dergileri karıştırıyor ama pek zevk almıyorum dergilerden uzun zamandır o bilinçli kaybeden taraf olan tavırlar, o sürekli mütemadiyen defalarca kendini anlatmalara doyamayan insanların egolarını şişirdikleri sayfalar artık ilgimi çekmiyor; 20 likler özenebilir o zamanlar biz de her basılı yayında yazısı çıkanı yazar sanıyorduk, ne var:)))) elli bin kere aynı şeyi yazan insan tanıyorum ben, yazanı da bizzat tanıyorum ama bişey demiyorum; okumuyorum ha göz gezdiriyorum canım yoksa nasıl eleştiririm. 

*** 

çukur izliyorum; diziyi izleyip eleştirmiyorum zira izlediğim dizi, bunun farkındayım. sabun köpüğü / yarına anımsanmayacak. çukur ise ayrıca eleştirmekten kaçınacağım oyuncular barındırıyor içinde; o yüzden reklamdan sonra 1-2 dakika geriden başlatıp zaman doldurma çabalarını görüyor, sürekli arka planı gösterip anlamadıysanız hani böyle böyle oldu tarzı bizi aptal yerine koymalarının da, oyuncuların aksanının zaman zaman normal türkçe ile oynadıkları karakter arasında gidip gelmesinin de farkındayım ama dediğim gibi bendeki kredisi yüksek arkadaşlarım oynuyor dizide o yüzden gayet keyifli hiç bunlara takılmadan oturup izliyorum  hatta arada twit bile atıyorum: 
yürü be vartolu! diye:))) 

vartolu demişken ya ben muş, dersim ve bitlis gezmedim hala oraları da bir dolaşsam ne güzel olacak. 

*** 

böyle kısa kısa iyi oldu.  e hadi yeni bilet bakayım ben 




bizde michelin rehberi gibi bir rehber çıkmaz!

28 Kasım 2017 Salı

dünden bu yana kafamdan ''bizden mişlen /michelin  rehberi gibi bir rehber çıkmaz'' diye bir cümle geçip duruyor. niye? niye olacak en son incili gastronomi rehberini incelerken hiç sürpriz olmadığını görünce içinde, diğerlerinden bir farkı dahi olmadığını, az çok gazete okuyan birinin mekanların en azından yarısı hakkında zaten vedat milor, mehmet yaşin ve ali rıza kardüz (güngör uras) yazılarıyla vakıf olabileceğini görür de ondan.
 rehberi ben 



 sıradan buldum, demekle yetineyim; üstelik arkalarında karaca ve hürriyet gibi güçlü şirketler varken bu tarz bir toplama metni ben almam mesela. peki neden bizde bilinen, reklamı olan, şefleri ünlü, gazete eklerine konu olmuş, ünlü blogger ve instagram fenomenlerinin reklamını çokça yaptıkları yerlerin dışında bir yer girmiyor bu rehberlere? sorunun yanıtı burada işte. bizde gizli müfettişlik olmuyor / olamıyor.

 incili gastronomi rehberi, köpürtülen / övülen, verilen bütün röportajlarda (müge akgün ayşe arman'a röp. vermişti) ''biz gizli müfettişler ile çalıştık'' gibi bir cümle etmişti ama açın bakın instagramı ve rehber üzerinden dönen  tartışmaları, müfettişlerin neredeyse ayakkabı numaralarına kadar var! hani gizliydi? soru retorik tabii ki, dursun burada. 

biz ''bişey'' olmayı seven bir toplumuz; hiç tanımadığımız insanları tanıyormuş gibi yapmayı, bir kere merhaba dediğimiz insanlar için ''yakın dostum'' demeyi seviyoruz. ortadoğulu olmamızın bir sonucu bu, en azından ben buna bağlıyorum. işte bu yüzden sektörle en alakasız insanlar dahi damak tadıma uydu / uymadı, hoşuma gitti / gitmedi üzerinden ''değerlendirme'' yapıyor instagramda, bloglarda; işletmeler de bu coğrafyanın işletmeleri, yöneticiler de çam kovuğundan çıkmadı, buranın insanları; fotoğraf çeken, not alan insanlar hemen dikkatlerini çekiyor. sonrası malum; 
neden çekiyorsunuz / bloga yazacağım 
neden çekiyorsunuz / instagramda paylaşacağım 
siz kimsiniz? ben handanın_kaleminden 
ve böyle uzayıp giden konuşmalar. kimse gizlenemez bizde. hele bir de böyle bir  rehberde ''müfettiş'' olacak! 

şöyle konuşmalar olası; 
neden çekiyorsunuz / abicim-hanfendi-beyefendi ya kimse bilmesin ama biz gazete mekanların toplandığı bir rehber hazırlıyor. aman ha aramızda ben de sizi beğeniyordum zaten.... 

ooo hoşgeldiniz! 
ve sonrası mutfağa haber uçurmaca, eşe dosta biz rehberde çıkacağız ha diye haber vermece vs vs vs 

herkesin görünür olmak için çabaladığı zamanlardan geçiyoruz; görünür olmak demek yırtmak demek çünkü; para kazanmak demek, mekan kapısından çevrilmemek, magazin haberlerine çıkmak, davetler davetler davetler ve tabii ki davetlerin paraya çevrilmesi. böyle bir döngü; yüzün göründükçe çağrılıyor, çağrıldıkça kapında koli koli hediye ve tanıtımlar, biletler, yılbaşı sepetleri ve yeni davetler.  hiç bir şey olmazsa hesap ödememekten gelen bir artı değer; yiyorsun içiyorsun ama paylaşımının çok insana ulaşacağını bilen işletmeci ve/veya sahibi sen hesap istesen dahi olur mu abicim/ablacım ikramımız olsun, deyip uğurluyor. n'oldu; para vermedin, paylaşım da yaptın; reelde cebine nakit girmedi ama bir sonraki yemeğin parası  da çıkmayacak. tanındın çünkü. 

işte böyle incili gastronomi rehberi de çıktığı zaman pek bir ses getirmedi ama radarlara arda türkmen'in eleştirisi ile girdi. kısaca; arda türkmen mekanı hakkında yazılanları eksik ve hatalı bulmuş; tek tek düzeltmiş. müge akgün ise özrü kabahatinden büyük bir savunma tarzı ile ''asistanlar bilgileri telefonla aldılar / menü de zaten sıkça değişiyor. biz ne zaman yazsak değişecekti zaten '' gibi bir şeyler yazmış yanıt olarak ki hiç tatmin edici değil. ah be müge akgün koskoca hürriyet ve karaca var arkanızda, asistanların telefonla bilgi alması ne demek yahu! gönder asistanı yemeği yesin, mekana baksın, mekana hesabını ödesin, faturayı rehbere kessin, diyesim geldi okuyunca. sonra ben bunu demeyeyim de yazayım dedim. bahsi geçen tartışmayı arda türkmen'in instagram  hesabında okuyabilirsiniz. 

işte böyle, bırakın gizli müfettişi  asistanların telefonla bilgi alması ile kotarılmış bir basılı şey var şu an  kitapçılarda. ne kadar rehber siz karar verin artık. ben fikrimi en başta yazdım. bu yazı çok uzadı. son bir şey yazıp ikinci kahvemi içmeye kaçayım. 

ben hislerimle ilerliyorum; mekanı esnafa ''siz nerede yiyip içiyorsunuz'' diye soruyorum; son zamanlarda kendime pazar turları uydurdum:)) her cumartesi ya da pazar hatta hafta içi istanbulun farklı semtlerinde pazar geziyorum, alışveriş yapıyor semtin lokantasını soruyorum. dışarıda ise daha kolay; nerede en yaşlılar yemek yiyor ona bakıyorum. yanıltmadı daha tonton amcalar beni; ne rodosta ne de granada da. rodosta bugüne kadar yediğim en leziz çizkeki yedim o tonton amcalar sayesinde ve granada da yaptığım bol peynirli sızmalı kızarmış ekmek ve jamonlu kahvaltılarda hiç yanılmadı beni yerel, genç kahvaltı yapıp işe giden insanlar. ah ahhh jamon dedim de yahu jamon olan menüsünde bir yer var mı bildiğiniz, bir yazsanız ne güzel olur. telefonla sormayın ama ha!:)))) 

ayyyyyyy 

seyahat edin, yemek yiyin, aşık olun. 

günaydın 




marinaleda'ya bir daha!

23 Kasım 2017 Perşembe
geçen sene yılbaşı yemeğini marinaleda'da yemiştim. bu sene de aynısını yapmak istiyorum. çünkü o köyü ve endülüs ispanyasını çok sevdim ben. 

ocak ayında marinaleda ve madrid seyahatinden sonra iskeçe, semadirek, makedonya, arnavutluk, bodrum, tekirdağ ve sıkça mudanya olmak üzere 10 u geçen seyahat ile geçmiş 2017. daha aralık var ama bu sene bu sıralar yeni bir seyahat için deliriyorum desem yeri. seyahat virüs gibi bir şey zaten bir kere girdiği zaman bünyeye artık çıkarıp atması zor. zaman zaman kendimi fazla değil 2 yıl sonra istediğin yere istediğin zaman gidebileceksin, diye avutmaya / kandırmaya çalışıyorum ama ıhh olmuyor şimdi gitmek istiyor canım. bana hediye bilet alın, lütfen. 

*** 
bu sıralar aynı anda bir kaç kitap okuyorum yine; biri, 

''aslında'' ercan kesal'ın hepsi olmasa da kimi röportajlarının bir araya getirildiği bir metin. kesal'i tanımak için iyi bir seçim. şu sıralar kesal, çukur adlı dizide idris koçovalı karakterini canlandırıyor. tanıdığın birini dizide izlemek enteresan bir duygu; zaman zaman ercan bey kendi diline dönmeyip,   koçovalı karakterini zaman zaman çok didaktik oynamaktan çıkarabildiği gün çok daha iyi olacak. ancak dizi sinema gibi değil, kesal ve aslında bütün oyuncu dünyası sinemada daha çok hazırlanacak vakti buluyor, dizi ise her hafta bir film uzunluğunda olduğundan çok büyük beklentiye girmemek gerekiyor oyunculuk adına. 
 dizi başarılı mı derseniz; dizi izlemeyen ben izliyorum, daha ne olsun! 

diğer kitaplar  genel olarak son çıkanlar, tarihi romanlar ve yemek / seyahat kitapları. 

*** 

yemekler yemekler yemekler... gezmek yemek ve okumak en sevdiğim şeyler defalarca yazdığım üzere. 2018 de daha çok seyahat daha çok sofra daha çok sevgi istiyorum:) 

günaydın 

kanlıca mantarı nasıl pişirilir? ben nasıl pişirdim?

10 Kasım 2017 Cuma
şiştt toplanın bakayım, bu alırken bişeye benzemeyen pişirince lezzetinden keşke çok alsaydım dedirten kanlıca mantarını nasıl yaptığımı yazacağım. 


mantarlar sırt çantamda eve geldiğimde tok olmama rağmen tadını merak ettiğimden hemen sirkeli suya koydum mantarları. kimse bana mantar yıkanmaz, demesin lütfen;  yıkanır. 

iki kere değiştim suyunu, sonra bir kere de akar suyun altında yıkadım. tavayı ocağa koyup biraz ısıttım o arada bir kaç tane mantarı kurulayıp tavaya koydum. üstlerine deniz tuzu atıp pişirmeye bıraktım. pişirmek dediysem 4-5 dk suyunu salıp çekmeye başladı o süre içinde ve çevirdim mantarları çevirince üstlerine 2 kaşık sızma zeytinyağı gezdirdim. 3-4 dakika da sızma ile çıtırdadılar. kapattım ocağı. bunları sıcak sıcak tabağa aldım yedik. güzeldi. 

diğer yarısını ise bir çok tarifte okuduğum gibi tereyağı ekleyerek biraz da baharat karabiber, ipek pul biber ve ev yapımı pul biber takviyesiyle yine aynı yöntemle, suyunu salıp bırakıncaya kadar sadece tuz sonrasında baharatlar, tereyağı - küçük bir parça- ve en son bir tatlı kaşığı krem peynir koydum tavanın ortasına. hepsi eridi dağıldı, kapattım tavanın altını, üstüne de bir kapak kapattım, dinlendi. az önce soğuk soğuk yedim, olmaz böyle bir lezzet! akşam yediğimiz ılık zeytinyağlıdan çok daha leziz bişey olmuştu tereyağı ve baharat ve de labne peyniri eklemesi ile. işte bu yüzden yazdım bu yazıyı. 

pazara çıkın, kanlıca mantarını satan tezgah varsa biraz sohbet edip  kendisi toplamışsa nereden topladığını kendisi toplamamışsa kimden aldığını bu işi bilip bilmediğini bi öğrenin bakim. sonra da girin mutfağa sızma / tereyağı / baharat / peynir  eşliğinde leziz bir yemek yapın yanına bir de ya soğuk bira ya da bir kadeh beyaz şarap açın. hadi bakim sonra da... ay onu da mı ben söyleyeyim size. 

***


tekirdağ lezzet durakları, ayhan ocakbaşı ve dahası

7 Kasım 2017 Salı
bir kaç sene önce 
saçlarım yine kısaydı 

neler oldu? 

kitap hediyeleri bu sabah yola çıktı. instagramda, en son okuduklarımdan ''beni asla bırakma'' kitabını hediye ettim. 
bir kitap da en eski bloggerlardan özge için yola çıktı; umarım kitaplığında yoktur bu öykü kitabı. 

*** 

tekirdağ gezisi yaptık pazar günü: ben sabah herkesten önce uyanıp her zamanki gibi kahve demleyip medya turu yaptım. sonra ver elini tekirdağ. daha önce merkezi ve şarköye kadar sahilini gezmiştim tekirdağın ama olsun gezmenin sayısı olur mu allasen! 


bilmediğim sokaklardan yürüye yürüye sosyal tesisleri buldum önce; ancak pazar günü kapalılarmış; sadece otel müşterilerine hizmet veriyorlarmış. halbuki bahçe ne güzeldi...  devam ettim yürümeye ve macar anı evi / müzesi sokağında buldum kendimi. anı evini gezmedim ama biraz daha yürüyünce tekirdağın iyi meyhanelerinden birini keşfettim; bodrum59 cavcav'ın yeri; tam bir esnaf meyhanesi. tekirdağda yaşayan ve oralı arkadaşım ''10 numara mekan'' dedi, ben böyle bir yer keşfettim oturuyorum, diye mesaj atınca. giderseniz macar anı evi sonrasında aşağı doğru yürürken solda. kaçırmayın. 

köfte yedik, şar pastahanesinden peynir helvası ve dünyanın kurabiyesini aldık, tekira avm de en son  dinlenmek için kitapçıda bu ayın dergilerini okudum ve evet bizim çocuklar çok ağlıyor ya! neden bilmiyorum ama avaz avaz içlerini çeke çeke ağlayan onlarca çocuk vardı etrafta... 

*** 

ara ara böyle kitap hediyeleri vereceğim. maksat okusun herkes; paylaşalım. 

bir de zoi'nin bloguna bir göz atın; blog ve yılbaşı etkinliği için tık tık 

***

kesinlikle zayıflamam gerekiyor. spor yetmiyor bu ara gitmiyorum zaten; fırsat bulamıyorum. haftaya yulaf ve yulaf ve yulaf:))) başka yolu kalmadı.  


*** 

tekirdağda bir de ocakbaşına gittik; ayhan ocakbaşı: mezeleri, ortamı, etlerin lezzeti ve istediğimiz gibi pişirmeleri ile istanbulda bile zor bulacağımız bir kalitede bir mekan. sahibi ayhan bey ile de tanıştık. gayet kibar bir beyefendi. 4 kişi içki ve et+meze ödediğimiz hesap 280 tl!  bir daha gideceğiz o kesin. hiç mi eleştirilecek bir yanı yoktu handan, derseniz var derim; etler pişirilmeden biraz tuz atılmalı. sonradan attığımız tuz yeterince lezzet vermiyor. 



aklımda kalanlar bunlar geçen haftaya dair. 

yeni seyahat ve rotalara hazırlık yapmaya gidiyorum ben 


salata aşkına!

31 Ekim 2017 Salı
bir salata yaptım, olmaz böyle bir lezzet!

malzemeler;

pancar yaprağı 
taze soğanın beyaz kısmı 
tere 
turp 
sızma zeytinyağı 

elma sirkesi 
ızgara hellim peyniri (soslu) 
muratbey burgu peynir 
bir domates  
hayfene ipek pul biber
havrano nar ekşisi

bir gece önceden dilimleyip suda bekletip tuzunu aldığım hellim peynirlerini kurutup sızma zeytinyağı, kekik, ipek pul biber ve karabiber ile beklemeye bırakmıştım dolapta. ertesi gün pancar yapraklarını, taze soğanın beyaz kısımlarını, turp ve tereyi bol suda yıkayıp kurulayıp salataya başladım. domatesin kabuklarını soymadan büyük kaseye doğradım, üstüne taze soğanların beyaz kısmını doğradım üstüne  turp rende değil incecik dilimlenerek girdi kaseye, pancar yapraklarını ve tereyi doğradım çok ince olmadan dokusu hissedilir şekilde, marinedeki hellimden iki dilimi ve muratbey burgu peynirini de doğradıktan sonra sıra sos yapmaya geldi. 

sızma zeytinyağına bolca nar ekşisi ve sirke ekledim ve evet tuz koymadım; peynirlerin tuzu yeterli geldi çünkü. ve karıştırdım karıştırdım karıştırdım. bütün sosu kasedeki malzemenin üstüne döküp bir daha karıştırdım. 

dolapta dinlenmeye aldıktan sonra... bir kadeh kırmızı şarap koyup... 

sonra işte bu leziz salata çıktı ortaya; 




küba bar, bodrum bir de makarna tarifi

25 Ekim 2017 Çarşamba
bodrum yolunda bırakmıştım bir önceki yazıyı, oradan devam edeyim. minibüs ile rahatça hoop diye bodruma gelince önce marina tarafına bir yürüyüş tutturuyorum. bodrumun bence klasiklerinden olan küba bar ilk durağım oluyor. henüz servis açılmamış ama bir kahve ikram ediyorlar ben de hem laflıyor hem de menüyü inceliyorum. kum midyeli makarna takılıyor gözüme. bu dursun burada 

sonrası bir de halikarnas tarafına yürüyüş; yine bodrumun klasiklerinden mavi barda bir mola, bodruma dair sohbet... 90 larda çok revaçta olan, sabahın ilk ışıklarına kadar eğlendiğimiz çoğu yer kapandı gitti. onları konuşuyor yeni bodrumu anlamaya çalışıyoruz. 

artık otelime dönmeliyim. ayaklarım benden boşanacak yoksa! 

sonrası sabah erken ve hafif bir kahvaltı ver elini istanbul. çantamda bodrum mandalinası, peştemali ile... 

*** 

gelelim küba barda aklımda kalan kum midyeli tagliatte tarifine; 

önce kum midyesi gözüme ilişti macrocenterda, sonrası geldi zaten. iyi bir makarna, bolca sızma, az biraz tereyağı, deniz tuzu ve içme suyu 

su kaynar, bolca tuz atıp makarnaları oraya haşlamaya atarken, tavadaki sızma ve tereyağına bir avuç dolusu sarımsak ekleyip çevirdim, ev mis gibi sarımsak koktu:) sonra çok az karabiber, bir-iki damla acı sos ve bir miktar labne peynir ekledim tavaya ki hepsi çok sevdiğim şeyler. makarnalar haşlandı ben sosu çevirirken, makarnanın suyundan bir kaç kaşık ekledim sosa. birlkte tıkırdasın hemhal olsunlar diye:))) haşlanan makarnayı tavaya alıp üstüne kum midyelerini ekledim ve 2-3 dk kadar sonra altını kapattım, niye, çünkü kum midyesi hemen pişecek kadar minik ve cansız bişey de ondan. dinlenmesini zor bekledim:)) kocaman bir tabak yedim. mutlu mesut uyudum. 

bugün dünya makarna günüymüş hem bodrumu hem de kum midyeli makarnayı yazdım size. bodruma gidince; 

küba barda bir akşamüstü oturmak 
turgutreis pazarında gezmek 
gümüşlük belediye çay bahçesinde köfte&bira yapmak 
yürüme yürümek yürümek 
yapılacaklar arasında. bir başka bodrum koyunda başka yapılacaklara kadar, bilet bakın:) 


gümüşlük vizesi almak için gerekenler, turgutreis pazarı, 48 saatte bodrumda ne yapılır, ne yenir, ne içilir?

16 Ekim 2017 Pazartesi
ev hali 

toplamda 48 saati bile bulmayan bodrum gezini tek bir sözcük ile anlat handan derseniz; yürümek, der çıkarım işin içinden. yürüdüm yürüdüm yürüdüm 

şimdi gelin yürürken gördüklerimi anlatayım size. 

*** 

çantalar çiftlenince 
yolculuk var demektir. en hafif çanta hazırlamakta üstüme yoktur. yatılı okulda okumanın kazandırdığı özellikler. geçelim. 

yolculuk öncesi lounge ( salon işte yav) sohbetleri; keşke bir eleman olsa da bira doldursa en azından biz yarı bira yarı köpük ziyan ediyoruz canım içkiyi, yazık. 

bodrumda kalmak için bu kez tercihim turgutreis; niye? sabah erkenden meşhur pazarını gezeceğim de ondan. otele yerleşiyor çıkıp bir tur atıyor sonra uykuya teslim ediyorum bünyeyi; haftanın ve uçuşun yorgunluğunu atmak için; sabah gözümü açtığımda horoz sesleri duyuyorum. mandalina bahçesine bakıyor oda. izliyorum biraz. sonrası hoop aşağı, hafif bir kahvaltı ediyor gazetelere göz atıyor pazara gitmek için minibüse biniyorum. 

turgutreis pazarı giysi ve yiyecek olarak ikiye ayrılmış; giysi pazarında yürümeye başlıyorum. örtüler, ketenler ve peştemal peştemal peştemal renk renk çeşit çeşit çeşit doku doku. incelerden elbiseler dikilmiş, yaz için ideal. biraz daha dokuması kalın olanlar ev tekstili gibi.  ikinci el kıyafet tezgahları da çok. pazarı gezen yaş ortalamasından turgutreisin yaş ortalamasının epeyi yüksek olduğunu anlayabiliyorum. bir an bu kadar çok örtüden sıkılıp yarısında bırakıp geri dönüp yolu karşıya geçip yiyecek pazarına giriyorum; asıl aradığım yer burası zira. evet, sabah her şey taze, çıtır çıtır, esnaf güler yüzlü ama dikkat edin yaşlı amcanın bana yarım kilo limonun ( 5 lira) üzerine 2 limon bir nar atıp ''10 lira oldu'' çabukluğuna ( daha hafif bir tabir bulamadım) kanmayın. zaten bu tavır karşısında bıraktım gittim poşeti amca arkamdan seslenerek bakakaldı, eh be amca kandıracak beni mi seçtin sabah sabah. istanbuldan geldiysem de meyve görünce  aptallaşanlardan  değilim:)) boşverin amcayı. yine de en güzel tezgahlar hep amca teyze / ana oğul / baba kız köyden ne  buldularsa getirip tezgah açanlar. zeytin çok, en çok ama pancar yaprağı; otlu gözlemede, otlu köy ekmeğinde, börekte ve tazesi, dağ taş tezgah pancara kesmiş. 

fiyatlar hiç ucuz değil, ona göre. taze almak, o havayı solumak için gidilir yoksa pazar = ucuz diye değil. bir çay içiyor insanları izliyorum. gözlemeyi orada pişirmeyi yasaklamış belediye, kızgın yağ kokusunun olmaması güzel olsa da kızartılıp gelen soğuk gözlemeyi ısıtıp yemek hiç cazip değil benim için. yemiyorum. 
turgutreis pazarı cumartesi günleri 
mavi saçlı pazarcı 
ayşe arman pozu verelim, diyorum;) sibel hanım iyi bir gazete okuru ki biliyor ve bu eğlenceli pozu veriyoruz. 
sevgiler 

sanırım bodrumdan başka yerde bu kadar zarif ve farklı pazarcıya denk gelemeyiz. sibel hanım ve oğlu tezgahta; reçelden tarhanaya ne ararsanız var tezgahlarında. giderseniz, kaçırmayın. 

tekrar giysi pazarından yürüyüp en sonunda deniz kenarına ulaşıp  marinada alıyorum soluğu. hava süper, aaa macrocenter var! giriyorum ve bingo otlu börek burada da var. hemen bir tane alıyorum; çıkıp koltuğa kurulup ekim güneşine yüzümü verip kedi gibi mayışacakken... hoop böreği yiyor ve hadi handan istikamet  gümüşlük deyip minibüslerin kalktığı yerde alıyorum soluğu. 

burada bir parantez açayım; bütün iyi niyetli çabalara rağmen -ki bunu hissediyorsunuz- ulaşımında bir sorun var bodrumun; belediyenin araçları var; otobüsten küçük minibüsten büyük, temiz düzgün araçlar ama saatler tutmuyor işte, geleceği söylenen gümüşlük otobüsü gelmedi mesela. kimse bişey bilmiyor! özel minibüslerin şoförleri kaba biraz, sorulara el kol ile bağıra çağıra yanıt veriyorlar. bir garip hal  var ulaşımın üzerinde, ki başkana kolaylıklar diliyorum; bodrumun nüfusu 160.000 civarı imiş resmi rakam olarak. bir de kaydı orada olmayıp orada yaşayanları düşünürsek bu rakamdan daha fazla insanın bodrumda yaşadığını bilmek için müneccim olmaya gerek yok. 

nihayet gümüşlük; yıllar önce gelmiştim bu köye; pek bir şey kalmamış hafızamda kocaman bir bakır tencerede sıcak sıcak gelen ve parmaklarımı  yediğim leziz tereyağında karidesten başka:))) soruyorum, hala yapan yer varmış öyle. ancak hem gelmeden hem de geldikten sonra kısa sohbetlerden ve geçerken göz attığım menülerden gördüğüm, gümüşlük çok pahalı! neye göre kime göre diyeni; bana göre canım, bana göre diye yanıtlarım. en makul yer belediye çay bahçesi ve aynı işletme içinde köfte&ekmek yapan yer. 
yarım ekmek köfte & ekmek; 12 tl 
türk kahvesi; 4.25 
bira; 12 de başlayan fiyatlar ( 50lik) 
patates; 8 normal 9 elma dilim 

gayet temiz, siparişinizi veriyorsunuz, elinize bir sıra kağıdı tutuşturuyorlar, köfteci abi seslenirim ben diyor, biranızı yudumlayıp tavşan adası manzarası ile keyif yapıyorsunuz. 

tavşan adası 

yazın bu kadar keyifli olmayabilir, baştan söyleyeyim; bu mevsimde az insan olduğu halde 10-15 dk köfte bekleme sırası vardı ki yazı düşünemiyorum o yüzden de ben yazın gitmiyorum ya bodruma. 

gümüşlük için bir kaç söz edeceksem; yapışık nizam restoranlar, arada yürünecek yol sonra ara ara nedendir ve ilk kim yaptı bilinmez, soba borularına astar diye bir beyazımsı boya ile boyarlardı bizimkiler ( sobalı evde büyümüş çocuk) hah işte ondan boyanmış mekanlar var. kuru ağaç dallarını da boyamışlar bu beyazımsı boya ile ve kabak asmışlar üstlerine. nerede sordum kim yanıtladı yunan özentisi diye anımsamıyorum ama 10 adadan fazla gezdiğim yunanda bir tane bile böyle boyalı mekan görmedim ben. 

bir de eğer 50 yi aşmış erkek iseniz ve gümüşlük'e yerleşecekseniz önce saçınızı uzatıp at kuyruğu yapmalısınız.  saçınız yok mu? o zaman sakalınızı uzatıp öreceksiniz. gümüşlük vizesi sonra. kadınsanız; en az bir şile bezi elbise, kafanıza saracağınız bir çok renkli fular ve kocaman gözlükleriniz olmalı siz de ancak o zaman vize alabilirsiniz:))) şaka bir yana tipler hep böyle ama. bir de sahilde ''bitli'' dediğim tipler var ki onu ancak bilenler anlar; ben yazmayacağım:) 

envai çeşit boncuk, kabak, gümüş hepsi birbirinden ''özel'' ve ''tasarım'' ürünler satan dükkanları da gezdiyseniz en azından günübirlikçi olarak gümüşlük bitti efendim. 

şimdi istikamet bodrum. 

yalnız çok uzadı bu yazı. bodrumu bir sonrakine yazayım. ben bir kahve içmeye çıkayım. 


babıali'de cinayet; bir medya romanı; haluk şahin yazdı ben de okudum; iki satır da kitap üzerine yazdım

11 Ekim 2017 Çarşamba
risotto yaptıktan sonraki yorgun halim 
bir daha yapar mıyım? yapmam 
malzemesi az olsun ne yapayım -lizbondaki gibi bol malzemeli risotto nerede bulacağım istanbulda- çıkar dışarıda yerim. 
iyi risotto yapan mekan bulmam gerekiyor. 

evde deniz ürünlü pilav yapmak kadar yorucu bir şey yok! dışarıda deniz ürünü az ve zeytinyağı istediğim gibi (sızma) olmadığından iki gün boyunca eksikleri tamamlayıp risotto işine giriştim. benim tarifim;

kocaman bir kuru soğan ve yine çok ama gerçekten çok bol sarımsağı sızmada kavururken diğer ocakta tavuk kanat ve butlarını kaynatıyordum ki bilahare ekleyeyim pilava. soğan ve sarımsağın üzerine bir kaç yeşil biberi de ekleyip sonra bir kase risotto pirincini ekledim ve biraz kavurdum. tavuk suyunda hopp bir kepçe, karıştırmaya devam. sonra bir bardak beyaz şarap yine karıştırmaya devam, tuz karabiber az ama çok az ipek pul biber. bir bardak daha tavuk suyu, karıştır ayyy yoruldum bir yudum şarap sonra bir bardak şarap. yayla marka risotto pirinci bir arborio değil açıkçası, onun kadar yumuşak kremamsı dokuya ulaşmıyor ama ne gam başladım bir kere dağ gibi karides ve midyem var; kocamanlar balık'tan. son dokunuş olarak onları tencereye ekliyor az biraz daha tavuk suyu ve şarap ilave edip ocağı iyice kısıp ayyy yorgunluktan bayılıp koltuğa kuruluyorum. fazla değil 5-6 dk sonra kapatıyorum altını karidesin midyenin canı ne ki, pişer sıcağında tencerenin. 

demleniyor, tabağa alıyorum tam sıcak sıcak yiyecekken telefonum çalıyor. arayan uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım açmasam olmaz. açıyorum, uzun uzun konuşuyoruz gözüm risottoda:) kapattığımda telefonu soğumuş artık ama olsun yiyorum; beğeniyorum. sonra tencereden sıcak sıcak bir tabak daha.... 

*** 

gelelim romana; babıali'de cinayet; haluk şahin imzalı bir roman ve tabii ki haluk şahin'in uzun yıllar emek verdiği medyanın göbeğinden bir roman. en sevdiğim konu medya ve dedikoduları olduğundan bir çırpıda ve çok zevk alarak okudum kitabı. 

mesela sayfa 175 te babıalinin efsane yazarlarından birinin işten çıkarılması anlatılıyor; herkesin böyle bir hikaye vardır medyaya dair dinlediği; ben de bu satırlara bir ismi yapıştırdım ama yazmam buraya. yazık yaşlı bir amca  o da artık. zaten röportajlarında da çok doğal olarak haluk şahin medyadan beslenerek yazdığını, insanları kimi anlatılanları birilerine benzeteceklerini bunun da normal olduğunu kendisinin tek bir kişiyi yazmadığını bir kolaj yaptığını söylemiş. eh tabii ki böyle diyecek; bu budur şu da şudur  desin de bu saatten sonra sakin sakin  yaşadığı bozcaadada  '' sen kimsin de benim ihale takip ettiğimi yazacak'' diye açacağı  mahkemelerle mi uğraşsın, medyanın ağır toplarının! 

medyada çalışan hatırı sayılır sayıda en azından üzerine dedikodu yapabilecek kadar arkadaşım var. off the record anlattıklarını yazsam başım belaya girer. iyisi mi ben bu roman güzel roman, eğlenceli roman; içinde, gençliğinde sosyalist olup paranın ucunu görünce hoop liberalizm ile dansa başlayan yazarları tanıyabileceğiniz, o fularların arkasında ne boş adamların olduğunu görebileceğiniz, şarkıcı - gazeteci aşklarına uuu beybi diye tepki vere vere okuyup basındaki yakışıklı gazetecileri şöyle bir aklınızdan geçirerek okuyacağınız bir kitap deyip...   ay tamam sustum içimdeki dedikoducu susmuyor:)))) 

şunu yazmadan geçmeyeyim; gazeteciyi kimin öldürdüğünü değil ama gazeteciliği kim/kimlerin öldürdüğünü gayet iyi biliyorum. bu başka bir yazının konusu. 


bodruma gidiyorum; cumartesi günü turgutreis pazarını gezeceğim/alışveriş yapacağım. yüksek sezonda uzak durduğum bodrumu bu sezonda seviyorum. 

hadi handan çanta hazırlasın, siz de okuyun 




taşra güzellemesi koca bir yalan!

29 Eylül 2017 Cuma
üsküp 
özledim yahu 

bir taşra güzellemesidir almış başını gidiyor. sanki gitse köye yerleşse, iki günde toprağı ağacı tanıyacak kendi kendine yetebilecek! yok tabii ki öyle bir şey ama bu bir moda aynı twitterda hiç uyumadım, yine uyanamıyorum, çok sakarım, çok şaşkınım hallerinin prim yapıyor olması gibi. 

taşra güzellemesini yapanın da zaten kökeni taşra, bütün açmazlarını bildiği halde istanbulda moda ya taşra hasreti çekiyor gibi yapıyor, yoksa kasabasından çıkıncaya kadar neler çektiğini bir anlatsa...  

taşraya güzelleme yapanların büyük çoğunluğu zaten taşralı, kaçımız kentliyiz ki zaten!  ya okumak için geldiği istanbulda kaldı, ya okudu sonra başka yerde iş bulamayınca istanbula geldi ya da ailesi göç etmişti buraya burada doğdu büyüdü ama hala köyüne güzelleme yapıyor! niye? yalandan yav vallahi yalandan moda bu diye, gitse iki aya kalmaz topukları götü.ne vura vura para bitti iş desen yok, ben geldim istanbul, der döner. 

taşra boğucudur arkadaşlar; hele hele bekarsan bir kat daha boğucu olur. 

taşrada önce bir yoklarlar seni; ne kadar paran var, necisin, kimsin, nesin, ne yersin, ne içersin... ne kadar diş geçirebileceklerine bakarlar. paran yoksa baştan kaybettin zaten; emlakçısı arsa satamadığı eski istanbulluyu n'apsın? 

yazları 1 haftalığına gidip ayhh çok şirindi, köylü amcalarla kahve içtik çınarın altında, diye attığın instagramlar gerçeğe dönüşünce o yaşlı amcaların bitmek tükenmek bilmeyen soruları olacak hayatında sabah kahvesini içerken, benzemez yani instagram şirinliğine! adamların soruları canını sıkar; günde beş kere karşılaşacağın için sert çıkamazsın. sinirlendiğinle kalırsın. 

ha tabii günde 5 kere aynı -tek- caddeden geçince ''ne arıyon ki sen'' diye sesli sana sorulurken, yapılacak/yapılan dedikoduları aklın hayalin almaz. 

üstünde hep gözler olacak; niye? e iş yok oralarda fazla, o senin ayyy zaman burada ağır akıyor ne güzel lan! dediğin şeyin adı orada başkalarının yaşamını konuşmak, yani dedikoduya denk geliyor. zaman uzun mevzu bahsi kişi yeni geldiğinden merak uyandırıcı. bir de hayal güçleri geniş ki! 

evine gelen giden ilk sırada olmak üzere, evine aldığın ekmekten suya, her şey ve her birey mercek altındadır taşrada. 

evlisin, çocuğun var, kocan/ karın var; tek ebeveyn değilsin. bak bu şekilde biraz kafanı dinleyebilirsin. ama tersi tek ebeveyn ve çocuk ya da aman aman tek kadın ya da tek erkek, köyün/kasabanın en ama en ilgi çeken bireyidir. haberiniz olsun. 


yani kısacası taşra hasreti  bir balon arkadaşlar. bir ay ben de kaçsam gitsem ne güzel olacak lafının uyandırdığı ilginin ekmeğini yeme çabası:) yoksa, ne taşrada iş var ne de öyle tatlı hayat. 

ama bu ilginin ekmeğini yiyenler yok değil mi? elbette var. o da sosyal medyanın bu modalarını iyi takip edenlerin kendilerine açtıkları kazanç kapısı. takdir ediyorum. sanki pariste büyüdü de şimdi köyde yaşamaya başladı gibi millete deneyimlerini anlatmıyorlar mı, vallahi şapka çıkarıyorum ama dinleyenleri de az biraz ne bileyim saf buluyorum. niye, saf? e çünkü o da köyden kalkıp gelmiş dinlemeye! yaa yaa 

işte böyle, taşra güzellemesi kocaman bir balon. bu balondan para kazananlar da var.  köyde yaşayıp '' köy yaşamı deneyimi'' dinlemeye gidenleri  üzülüyorum ben onlara. yazık. 

taşra taşrada kalsın. istanbul iyidir. bu kalabalık bu kaos bu trafiğe verdiğimiz saatler bize özgürlüğümüzü veriyor. aklınıza başınıza devşirin. yoksa ben de düşünüyorum ulan bodruma tayin istesem gitsem ne güzel olur diye de, sonra işte o de, yerinde dur diyor yerinde. 

*** 

başım ağrıyor, deniz ulaşımı iptal ahahahha köye kaçacaktım şaka yav şaka bursaya gidecektim ama deniz iptal, otobüs ıhh çekilmez. kaldım şehirde. 

iyi tatiller 

önce kitap sonra bilet; yeni rota paris

24 Eylül 2017 Pazar
hıfzı topuz 
akmerkez remzi kitabevi 

erkenden uyanınca, bu saatte (09.23) medya turunu yapmış, kahvemi içmiş ve hatta spor öncesi hafif kahvaltı yapmış halde kitap mı okusam yoksa iki satır yazsam mı diye düşünürken önce yazayım sonra okurum deyip başladım klavye tıkırdatmaya. 

saçlarımı boyattıktan sonra bir süre hangi tarafa yürüyeceğime karar veremeden semtimde bir tam tur attıktan sonra çoktan beri akmerkeze gitmediğim gelince aklıma dümeni kırdım o tarafa.  

iyi ki gitmişim akmerkeze; stefanelden çok güzel bir kaç parça giysi alıp matraşın yeni modellerine baktım ama henüz benim istediğim siyah klasik botlardan gelmemiş, yakınmış ama bir aya gelirmiş. bir de istediğim siyah deri pantolonu bulabilirsem sonbahar geçer gider. üstüne kışı bile geçiririm. 

remzi kitabevine soluklanmak için girdiğimde raflardaki hıfzı topuz kitaplarının fazlalığı dikkatimi çekti. nişantaşı kitabını karıştırırken aaa hıfzı bey imzaya başladı. usulca gidip kitaplarından,  paris'te bir türk ressam / fikret mualla'nın yaşamı adlı kitabını seçip imza için sıramı bekledim. parisi sizden okumak istedim, dedim  kitabımı uzatırken, hıfzı bey de  
'' fikret mualla'dan çılgınlıklarla'' diye imzaladı. 

şimdi önce sahaflardan hıfzı topuz kitapları toplama sonra da yeni rota paris deyip select kahveyi ve diğerlerini görüp bütün gün paris sokaklarında yürüme zamanı. 

önce kitaplar sonra bilet. 

bir güne hem giysi, hem mutfak hem de kitap alışverişi sığdırmış olarak eve döndüğümde bir mesai süresi kadar ( 8 saat ) sokakta kaldığımı fark ettim ama sofra hazırlamam kısa sürünce -nefis karidesleri sızmada çevirmem üç dakika, salataya nar ekşisi eklemem 30 saniye - nefis yemekleri de yiyince bir uyku bastırdı ki...

kitapla, geziyle, aşkla kalın 


günaydın 











bu seneki contemporary kolaydı:) sınava girer gibi modern sanat

17 Eylül 2017 Pazar
işten çıktım tıngır mıngır contemporaryde ne var ne yok bu sene diye bakmaya gittim. 

devrim hocayı (erbil) ben çok seviyorum, kırmızı istanbullarına da bayılıyorum. bir gün  o kırmızı istanbullardan biri benim solunumda olacak! ayaküstü sohbet ettik. 

bu seneki contemporary geçen seneye göre kolaydı; ahah ne demek bu? şu demek ki bu sene daha anlaşılırdı eserler, geçen sene kavramsal sanatın dibine vuran çalışmalar vardı. yine zorlayıcı her kafadan bir yorum çıkarabilecek eserler vardı ama genel manada daha kolaydı. 

bir de herkesin ilgisini çeken bir at vardı.  görünce ''ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım.'' diye mırıldandım. tabii ki godfather filmi geldi herkesin aklına, eserin sahibinin de ondan etkilendiği zaten filme dair diğer resim/fotoğraflardan da belliydi. atın fotoğrafını çekmedim, yok. herkes çekince bir uzaklaşıyorum ben olaydan. 

özer toraman 
ben artık özer'in işlerini nerede görsem tanıyacak hale geldim. bu kırmızılı kadına bayıldım. kırmızı istanbulun karşısına bunu asacağım, dedim özer'e. bana hikayeye dair bir sürü şey anlattı ama onları sonra onunla yapacağımız söyleşiye ayırıyorum. 

bugün son gün gidin contemporary istanbulu gezin. 

antonio sannio 
istanbula benzemiyor mu sizce de? 


ve en sevdiğim köşe 
hilton bomonti^nin konuşlandığı köşe 
ödüllü şef yannis makinis'in çağdaş yemek yorumlarını  fotoğrafçı hande göksan çekmiş. tabii ki fotoğrafın efsane markası leica ile 

ben yemek/aşk diye okudum doğrusu bu fotoğrafları. şef yannis makinis'in mutfağı da gidilecekler listeme girdi. 

epeyi kalabalıktı ben gittiğimde. soluklanıp bir kadeh bir şey içtim  hiltonda sonra kapanışa kadar gezmeye devam ettim.   8 de kapanıyor sergi, oradan çıkıp bir ıslık tutturup istiklale yürüdüm. yky nin yeni binasını görüp kitapçıyı gezdim. 

yorulunca bir başka pizzacıyı ararken yön / adres özürlüsü olduğumdan bulamayıp ve sanırım etrafında gezip durduğum halde bulamayıp başka bir pizzacıda aldım soluğu. 

pizzeria trio; sıraselviler billurcu sokakta. soluklandım, dinlendim, nefis bir kadeh kırmızı şarap yuvarlayıp artık eve gitme vakti deyip yorgunluktan sızlayan ayaklarımı eve taşıdım. 

şehir canlandı, şehir sıkıntılarını tam atamamış olsa da yüzü  gülmeye başladı. ha gayret. şimdi sırada bienal var. 

haydi sokağa 
komşuluk üzerine konuşmaya, düşünmeye, yazmaya 
benimle komşu olmak ister misiniz mesela? 


neler oluyor? okuduklarım, keşfettiklerim, keşfedeceklerim

13 Eylül 2017 Çarşamba
üsküp uçuşu 

şimdi yine böyle kırmızı ruj ve oje sürüp ispanyaya uçmak istiyorum / uçacağım. 

bu kez endülüs bölgesinden malaga'dan başlayacağım ve ilk durak malaga / estepa  hattından çok özlediğim marinaleda olacak. bir sürü yere gittim ama marinaledayı özlüyorum arkadaş. geçen sene yılbaşı yemeğini orada yemiştim bu sene de bunu istiyorum. 

*** 

ne yaptım, neler okudum: sevin okyay ile nehir söyleşi kitabı okudum. ''hakikaten'' yaşadığımız toprakların kültür sanata bakış açısı üzerine de okunabilecek bir kitap. özellikle sevin okyay'ı tanımamaları kısımlarında hem kahkaha atıyor hem de vah ki ne vah diye hayıflanıyorum okurken. radikal (bir zamanlar böyle bir gazete vardı) zamanlarını da anımsıyorum okyay'ın; kedi sevgisini, kedilerini anlattığı yazılarını ha bir de bursa bağımsız film festivalinde görmüştüm kendisini ve o zamanlar radikal'de ne işi var ki bu çakma sarının dediğimiz bir köşeciyi sormuştum (kendisi anımsamaz çok büyük olasılıkla) o da bilmem, demiş ve salona girmişti film izlemek için. bursa bağımsız film fest. zamanlarını gördüm ben ya! şimdi nerede... 

sevin okyay ile alakalı nerede okuduğumu anımsamadığım hoş bir anekdot var aklımda; tuğrul şavkay, sevin okyay ve şimdi anımsamadığım biri daha sabahın erken saatinde bir yerden bir yere ya da evlerine gidiyorlar, o sırada karşıdan o erken saate rağmen çok bakımlı, makyajlı iki kadın geliyor; onları gören sevin okyay bir onlara bakıyor, bir kendilerine ya bunlar kadınsa biz neyiz, biz kadınsak bunlar ne? diye mırıldanıyor. zaten o tanımamalarını da öyle açıklıyor, süslü püslü biri değil okyay. 

*** 

samothraki adasına gittim geldim. 

samothraki / kale 

şimdi yeni rota belirlemenin zamanı. 

*** 

bodrum var ekim ayında; kampanyalı biletlerden alıp bir hafta sonu gidip gümüşlük / akyarlar gezip geleyim diye. keşfedilmemiş yer kalmadı sosyal medya sayesinde ama yine de bak burası var, derseniz - ki dersiniz- bir koşu gider bakarım. 

*** 

sosyal medyada saçma sapan paylaşım yapanları takipten çıkıyorum. 

arayıpta hadi laflayalım dediğim herhangi biri o zaman uygun değilse ve akabinde kendisi aramıyorsa onu da hayatımdan çıkarıyorum ki ilk zaman haberleri olmuyor bundan. sonra arayınca yok ben seninle sadece sen istediğin zaman görüşecek değilim ya da seninle arkadaşlığın yıpratıcı olacağına karar verdim bu yüzden de arkadaş olmayacağım, deyip kapatıyorum o insanlara kendimi. zira, biz yeni nesil değiliz her şeye aynen deyip geçecek sığlıkta olan; biri seni arıyorsa ve reddediyorsan ilk fırsatta görgü kuralları gereği senin araman gerekiyor. ''çok yoğunum, şapşiğim ben, birinin beni harekete geçirmesi gerek, sen enerjiksin handan, yükselt beni handan'' tarzı ''şirinliklerse'' bana sevimli gelmiyor. 

*** 
sonraaa 
bu ara pişirdiğim iki şey var; biri barbunya pilaki diğeri köfte 
ikisini de bayıla bayıla yiyorum. 





ben bir kahve içeyim 

piola istanbul; iyi mekan, iyi yemek ve müdavimlik üzerine bir de ufak midyeci ahmet eleştirisi

10 Eylül 2017 Pazar
piola 

önce şunu söyleyeyim; ben müdavimlik ne demek piola'da öğrendim. ilk gittiğim günü onlar anımsamıyor olsa da ben dün gibi anımsıyorum. havalı tabirle ofisimin normal söylem ile iş yerimin olduğu semtte olsa da piola, ben, okuyorsa bir ses vermesini rica edeceğim kedili mutfaklar / oya kayacan'ın ( bloga da yazmıyor artık ne yazık ki; oysa ben ondan makarnalı kuru fasulyenin bile havalı italyan adını öğrenmiştim)'' pizzaları gayet güzel, incecik hamur'', yazısıyla bir öğle arası gitmiş ve kahve içmiştim. sonra o bir kahve bir başka kahveye, bir akşam içkisine nihayetinde incecik hamurlu  pizzası ve en son yahu ben burada kilo aldım, deyip spor salonuna (point spor center) üye olmam ve hala devam eden üç yılı aşkın bir süre ile şimdi gönül rahatlığıyla; 
barda oturup yemek yemek 
arkadaşlarımı oraya çağırıp, görüşmelerimi orada yapmaya evrilen bir süreç ile bana müdavimlik üzerine yazı yazdırdı. 

müdavim olmak güzel bir şey; spordan çıkınca ''barmen bana bir içki'' desem bile şaka yollu, ozzy bir bardak suya nane limon vs koyup önüme sürüveriyor:) ya bari bir kahve ver, söylemlerimi ise ustaca duymamazlıktan geliyor. 

sıkça bar dedikoduları yapıp ''barda konuşulan barda kalır'' mottosuna uyduğumuzdan, deli kahkahalı sohbetler edip onu da nefis yemeklere bağlayabiliyoruz. 

çok yorgun ama hakikaten çok yorgun gittiğim zamanlar oluyor;  bir gün bir çorba içtim, çocuklar hesap diyorum, kimse oralı olmuyor, çocuklarrrr hesap diyorum; onlar da afiyet olsun handan hanımmm diyorlar, hafif azarlayıcı ses tonuyla; güler misin, ağlar mısın? 

bir gün hiç unutmuyorum; akşam, açım ve sefer ustanın nefis pizzalarından istedim, ki buraya da bir parantez açayım; karidesli pizza nefis ama benim bazan  hem karidesli hem de  italyan salamlı pizza istiyor canım; onu da yapıyorlar ( bakınız başlıktaki müdavimlik olgusu) yaptılar, sevgili capon ''ne içersiniz handan hanım^^ dedi, su, dedim. capon iki saniye durdu '' su mu!??'' dedi ama o arada ikimiz de öldük gülmekten! handan hanım pizza yiyiyor ve su içiyor. bunları da gördü çocuklar. yine müdavimlik 

iyi mekan, niye? güvenilir çünkü 
niye? malzeme hep aynı kalitede 
niye? kesinlikle '' ne yaptırayım abime/handan hanıma'' yok. ne istiyorsan o. 

daha bir çok özellik ama en çok bu yukarıda saydığım üç özellik benim piola en iyi mekan dememe sebep. çünkü bu handan, istanbulda sürü sepet mekan gezmiş yemiş içmiş biri. 

ha bir de çocuklar diyorum ben onlara zira hemen hepsi benden küçük, onlar bana  hep handan hanım diyorlar, çizgilerini hiç bozmuyor mesafelerini hep koruyorlar. 

ben çabuk alınan, küçük şeyleri büyüten bir insanım; mesela geçen gün akşam istanbulun en meşhur midye satıcılarından (midyeci ahmet) birinde, gayet medeni bir insan gibi sıraya girip ( epeyi bir kalabalık vardı) sıra bana gelince de 30 midye istedim. kasadaki kızcağız ''siz nereden geldiniz ki'' deyince, bi gülümsedim önce ne dediğini anladım ama ''gökten zembille inmedim, midye için burada sıraya girdim'' dedim, zira çok iyi ve keyifli bir anımdı, o eleman ise midye için oradan sıraya girmememi vs vs vs bana anlatmaya çalışırken; hata yaptığı nokta; müşterisi yani beni aslında  o sıranın neresinin ne olduğunu onların belirlemesi gerekirken benim doğru dürüst davranışımı sorgulaması idi. neyse, anlatması zor demem  o ki, ben sıraya girdim, sıra bana geldi, 10 20 ya da 100 midye alıcam sen niye o sıra bu bu sıra bu diye beni ruh olarak olarak oradan uzaklaştıracak davranış ve söylemde bulunuyorsun!? midyeci ahmet, midyeleri leziz ve temiz bir yer ancak eleman ve davranış olarak yardım alması gereken bir yer; müşteri mutluluğu ve rahatlığı için. yoksa, istanbul burası anacım, seni bi hoşgörür iki hoşgörmez. bitti. 

anlatabildim mi? 

en son yazımda dedeağaçta tavernada kalmıştık; yan masamda 10 kadar kadın eğleniyordu, bir an bir yunan ezgisine türkçe eşlik edince ben '' istanbulll'' diye ünledi marika ve onların masasına eklemlendim; çok ama çok eğlendim. gezerken rahat olmak mühim, siz nasıl davranırsanız karşı tarafta size öyle davranıyor. ben çok rahat ve pozitifim gezerken türkiyede çıkardığım pençelerimi orada çıkarmıyor ve çok eğleniyorum, deyip sözü piola pizza ile bitireyim. 

yalnız ya da 2-3-10+ kadın yemeğe gideceksiniz; gidin, rahat rahat yiyin için eğlenin. 

bu yazı burada biter handan uyur, zira sabah yine reklam yapayım sensai cilt bakımım var anacım:)))