istanbul; bir zıtlıklar şehri; bir tarafta contemporary diğer tarafta sokakta sergi

23 Eylül 2018 Pazar
sahil yerlerinde kuş kondurulup parayla denize girilmeyen normal plajlarda herkes eşitlenir en fazla birinin mayosu pareosu aynı renktedir de diğerleri biraz gıptayla bakar geçen senenin bikinisini giyiyorsa. su eşitler. ama kar eşitlemez; kayak pahalı bir zevk ve spordur. günübirlik gelenler hemen belli olur; kabanları, üşüyen elleri, acemi acemi yürüyüşleri ile pistin en alt kısmında bekleşen halleri ile;  hatta uludağ'da ''acemi ağacı'' denilen bir ağaç vardır pistin başlangıcından elli metre kadar yukarıda, oraya kadar oflaya puflaya kayaklı ya da kayaksız yürüyüp oradan ''kayarak'' inenleri görürsünüz. öbür taraftan pahalı gözlükleri, tüylü çizmeleri, havalı kayak tulumları ve kar yanığı botokslu abla ve onların muşmula kocaları üşümeden fırt fırt çıkıp inerler  pistte slalom yapa yapa.  

bir de birleştirici jean var hayatımızda; hemen hemen herkesin alabileceği fiyatta,
 biraz vücudunu tanıyıp iyi bir modeli aldığında da yakışmayacak kimsenin olmadığı. çok farkı  olmuyor o zaman istiklal ya da bağdat caddesinde gezenlerin; sonra mekanlarda farklılaşıyor tabii ki.





bu kareyi çok seviyorum
sivriada ya da yassıada olsa gerek 
beş sene önce 
bütün bunları niye yazdım; perşembe günü ilk gösterimine gidip ferahfeza gezdiğim contemporary'den ikinci gidişimde çok kalmadan çıkıp ufak bir istanbul turu attığımda ne kadar farklı hayatların bir arada yürüdüğünü bir kere daha görünce aklımda bunlar geldi. 

hiç gece 10 civarı taksim, elmadağ, harbiye, pangaltı, şişli ve nihayetinde mecidiyeköy'e yürüdünüz mü? ben yürüdüm, farklı mevsim ve saatlerde. mesela çiçek pasajının demir kapısının kapalı olduğu saati de gördüm, simitçilerin ''hadi geldiler, geldiler' deyip birbirlerine, mis gibi simitlerin fırından alınıp 1 mayıs eylemcilerine yetiştirilmek için hızlıca çocuklara dağıtıldığı saatlerde de. işte o saatler size istanbulun her halini gösteren saatler; dün contemporaryden çıktıktan sonra taksim, cihangir, bomonti, şişli ve mecidiyeköy hattını bir kere daha yürüdüm. ve gördüm ki artık mekanlar da sokaklar da ayrışmış ve ne kadar çok işporta var! her şey var işportalarda, her şey! ayakkabıdan tespihe, eski eşyadan çaydanlığa, saatten kemere... 

istanbul; bir işporta şehri. 

peki aynı saatlerde contemporaryde ne vardı; milyonluk eserler alıcısını bekliyor, kimi, evimin salonunda nasıl duracak merak ediyorum, deyip bir başka gözle bakıyordu beğendiği tabloya/esere ya da ne deniyorsa işte ona! çıkışta da parti vardı bomontiada'da. hiç kalabalığına karışmadan taksimin, bomontiadada dans edilecek ve gündüz satışlarının teatisi yapılacaktı; eserleri satılanlar, satılmayanlar, yarın da satılmazsa galerimi  değiştirmeyi düşünüyorum,diyenler, birbirlerine sahte gülücükler atıp arkasını döner dönmez ''her sene aynı işi yapıyor canım'' diye dedikodusu yapılanlar, fotoğraf çekenler, instagram ünlüleri ve ünsüzlerini aynı karede buluşturan çok popüler ''eser''ler.
öyle çok şey duydum ki; yazsam sanat camiasını yok canım yok şaka sallayamam çünkü zaten yeterince yeterince  hareketli bir camia. hop orada hop burada bir o partide bir sohoda.

soho demişken işte istanbulun en turistik yerlerinden biri; en güzel binalar burada pera palas o kırmzı koltuklar, o barı silmedi diye beş dakika sonra gelin diyen barmene yok yav rahat rahat sil, deyip çıkmalarım ve tabii ki hemen hemen her yer üyelik ile. cebinizde bir kart yoksa, hiçsiniz! işte istanbulun kendinizi ben bu istanbullu değilim, diye düşündüğünüz yerlerinden biri ve o istanbullu ben değilim çünkü sokakta bişey yok; ne varsa kartın açtığı kapılardan giren istanbullulara var, dediğiniz. 

benim istanbulum kartsız, selamsız sabahsız girebildiğim mekanlar ve sokaklar. meydanı arkada bırakıp elmadağ tarafına yürüyünce ilk mekanım, divan. kahvesinden içkisine  sevdiğim rahat ettiğim bir yer. sonra harbiye ve evet yol kenarında işportalar başlıyor. bütün ihtiyaçlarınızı saatten, çantaya bu arkadaşların tezgahlarından ki artık pek de ucuz olmayan fiyatlarla karşılayabilirsiniz. sonra bomonti, 2.5 liraya peynirli pide dedikleri yağlı ekmek ile ya da sokak köftesi ile karnınızı doyurup bomontiada'da eğlenebilir mahalleli ile hiç karşılaşmadan oradan şişliye bir yürüyüş tutturabilirsiniz. korkmayın; hala güvenli semtler buralar çünkü çoğunluk sokakta. ve şişli ve yine tezgahlar... sonra mecidiyeköy ne ararsanız var tezgahlarda. 

siyah ve beyaz gibi bu şehir. sokak tezgahından bir otelin barına gittiğinizde şehir değişiyor, insanlar değişiyor, iklim bile değişiyor! kimi mekanlar yazın kavurucu  sıcağını hiç hissettirmiyor mesela müşterisine, kimi de sıcağın altında çay ikram ediyor. 

bu yazı bitmez. farklılık üzerine daha sayfalarca yazabilirim ama hem yoruldum hem de orta sınıf ve alınabilir bir zevk olan spor salonu üyeliğimin hakkını vermem gerekiyor. o yüzden istanbulda yürüyün, deyip yazıyı bitiriyorum burada. 

günaydın.                            
taksim hill otelin terasından çektiğim bir fotoğraf bu 
bir kaç sene önce meydan böyleydi 

lemnos / limni adasını görmeseniz de olur

4 Eylül 2018 Salı
ben daha lemnos / limni adasını yazmadan bir trakya gezisi yaptım mı, yaptım. lemnos'dan bahsetmeyi erteledim mi erteledim. hadi başlayayım o zaman 

yaptığım en iyi seyahat değildi, kötüler arasında bile sayabilirdim merkezde yiyip içtiklerim çok iyi olmasa ve ada ile barışmasam. kötülüğünde de adanın hiç bir suçu yok! bütün suç benim üç beş kez açıp ya şurada bir otel bak handan, ayyy kim bakacak beğenmezsen kavalaya dönersin semothrakiye gidersin diye diye... 

tamam baştan başlıyorum. sadece kavala biletini aldım. başka hiç bir hazırlık yapmadan yola çıktım. kavala her zaman güzel; sabah kahvaltı sonra limandaki ofisler açıldı; aaa ne güzel saat 14.30 da limni adasına gemi var. aldım bileti (17.50 euro) o saate kadar dolaştım gezdim yedim içtim; gemide oyalanmak için birşeyler aldım sonra hoop o devasa gemi geldi. 4 saat deniz yolculuğu; benim için şu ana kadar yaptıklarım içinde en uzunu. geminin biznıs kısmı var biraz orada barda vakit geçirdim, biraz yukarıda manzara izleye izleye neyse nihayetinde adaya indik. liman ve meydan arası 10 dakika yürüme mesafesi. ve bingo meydandaki lemnos otelde yer yok! 

ders 1; yunan adalarına yazın gideceksen hazırlıksız en azından pazar günü gitme canım. 


bir iki otelde yer vardı ama ben sevmedim onları da. ikisi de kadın işletmeciydi; biri 60 yaşlarında ilk bakışını hiç sevmedim; hafif küçümseyici bir bakış attı bana sanki hani sen kimsin de resepsiyondaki zili çalıp koltuğa oturup bekliyorsun, der gibiydi, haspam! yer var dedi ama bu sefer ben ulan ben sana para kazandırmam be, dedim içimden. 
öbürü kaç gün kalacağımı sorunca ıhh bu soru oda var ama çarşaf yıkamaya yeterli mi vereceğin para, demektir. ben de hiç bir şey demeden vazgeçtim, deyip ben onu öyle düşünceli bıraktım:)))) 

macera zaten sonra başladı. mondros diye ( evet, bildiğiniz anlaşma o koyda bir binada imzalanmış) bir koyda yer var dediler, taksiye bindim gittim. taksici 30 km. yola 40 euro isteyince 20 verdim, beğenmiyorsan polise git, deyip kestirip attım. bir tavernanın garsonları çevirdiler adama dediklerimi, ki sanırım zaten polisi herkes her yerde anlar. tamam, verin parayı polise gitmeyecek, dediler. hergeleye bak ya! onu da savuşturdum. bu sefer tavernacı ve kızı oda kahvaltı anlaştık diye tartışmaya başladı, kız bir cazgır anam anam  bir konuşuyor el kol hareketleri ile... olmaz böyle tepki lan altı üstü kahvaltı, o kadar ki tek elimle iki elini kavrayıp indirdim biraz sakin ol. diye. baba kızı kavga ederken bırakıp, kalınmaz burada diye hiç bir şey demeden oradan da çıktım. 

nihayet karşıma iyi bir insan çıktı; bir otel tarif etti. gittim. yer varmış çantamı atıp üstümle başımla uzandım. saat 12 olmuştu neredeyse. 

sabah bir duştan sonra bana oteli tarif eden iyi insanın tavernasına gittim. iki duble kahveden ve temiz havadan sonra tazelenmiş akşamı unutmaya hazırdım. unuttum da. adama teşekkür edip, otelin parasını ona bıraktım. çünkü zaten sahibini o aramıştı. neyse. 

sonra yine ver elini merkez. 

ders 2: lemnos adasında merkezde kalın. taksiye dünya kadar para harcamayın. 

lemnos otelde yer var artık. sonrası merkezde 1930 da açılmış kahvede martini keyfi, bira kalamar, sardalya  ne varsa:... 

merkezin üstü kapalı, gölge güzel bir çarşısı var. mondrsotaki aile dışında kötü insan yok. türk turist yok. yaşlı alman amca ve teyzeler her yerde olduğu gibi buradalar da. süper gyros yapıyorlar. bir pita ekmeğine 1.5 1.5 yedim vallaha. 

metaksa mas diye telaffuz etikleri taverna limanın bir ucunda, kime sorsanız gösterir: zaten oturan yerli insanlardan siz de aaa burası iyi bir yer dersiniz. ikinci gün tanıdılar zaten çocuklar; aaa abla öğle birasına geldi. aaa yok onu sipariş etme ekmek gibi bişey o, aaa bak bu harika diye diye yedim içtim denize girdim, insanlarla lafladım. 

videosu var instagramda plajda tek çocuk yokken:) sabah deniz keyfi yaptım. lafımız çocuklara değil zaten;  onlara sürekli bağıran, annem aşkım diye konuşan annelerine. çocukların kafası bulamaç gibi bence, annem ne yav aşkım ne! neyse, anaların gazabı blogumu yakmadan son vereyim bu konuya. 

dönüş için gittiğiniz zaman gün gün öğrenin gemi saatlerini çünkü enteresan bir şekilde gece 2.40 ta bile gemi var. nereden geliyor da o saatte limni'den geçiyor bilemedim. 

ben bir kaç gün kaldıktan sonra paşa paşa akşam 6 gibi bindim 10 gibi kavaladaydım. 

yıunan adalarında bu kaçıncı oldu bilmiyorum gezdiğim bir ara sayayım ben de merak ettim ama lemnos görmeseniz de olur bir ada. ben gittim diye kaldım 1 saatlik iki saatlik yer olsa ilk gün dönerdim. 

gezdim mi gezdim. tavsiye eder miyim? etmem. semadirek bile buradan bin kat iyi. 

bir başka geziyi anlatmak üzere az mola vereyim. 

çorlu, divan otel ve trakya gezisi sonra