kısa kısa hayata istanbula dair

25 Ekim 2022 Salı

sade beş denizler 
 milliyet sanat'ın 50. yılına özel sayısını almak taa dalyandan beri aklımdaydı ama orada bulamamıştım, dün macroda bulunca (bir taneydi zaten rafta) aldım. 

aslıhan gürbüz röportajını derginin kıdemli ismi asu maro yapmış. maro, işlerini sevdiğim bir gazetecidir. 

aslıhan gürbüz'e gelecek olursam röportajı okurken kafamdan arka planda şu cümle geçmeye başladı; 

'bu kadar zorlanıyorsanız oyunculuk yaparken neden ısrar ediyorsunuz oyunculukta?' maro sormamış, ben sordum. bünyesi alerjikmiş saçlarını boyatması sorun, beli problemliymiş iki defa ameliyat, istanbulun kalabalığına alışamamış ( sanırım o da benim gibi çocukluğu kasabada geçen, özgür büyüyen çocuklardan) sektörün çalışma saatleri uzun olduğundan hastalanmış ve daha bir çok sorun, göbeği, kilosu... eğitimini aldığı işi yapıyor olması belki şans ama bu kadar zorluk yaşarken oyunculuk yapmakta neden  ısrar ettiğini anlamadım. kamera arkası olabilirdi pekala, saçlarının beyazının, göbeğinin, kıyafetlerinin hiç sorun olmayacağı bir yer kamera arkası. bu kadar zorlukla oyunculuk yapmak ya da yaparken bu kadar şikayet ederek yapmak insanın kendine verebileceği en büyük zarar.  40 yaşından bir kaç sene  sonra bu röportajı bir daha okursa gürbüz, ben ne kadar şikayetlenen bir insanmışım niye kendime bunu yapmışım ya diye kendi kendine gülümser sanırım. 

*** 

michelin tavsiyeli yerlere gitmeye sade beş denizler restoranı ile başladım. şef deniz şahin, kendisiyle tanışmadık. işletme müdürü samet kazancı ile tanıştık. ben yağlı somunu tercih ettim, buz gibi bira eşliğinde onu yerken mekanın hikayesini dinledim.


konya küflü peyniri ile yağ somunu 

 4.5 sene olmuş açılalı, akkavak sokakta mukim restoran her gün kara tahtada günün menüsü yazan ondan başka alakart menüye de sahip. öğle yemeklerinde civar beyaz yakalıların sıklıkla tercih ettikleri bir yer. mişlen abi tavsiye edilince en çok sorulan soru '' fiyatlarınız değişecek mi?'' olmuş.  işletme müdüründen ilk ağızdan teyitli bilgi; değişmemiş. ben yağlı somunu yerken minicik sarmalarından ikram ettiler, tek lokmalık sarmalar büyük bir emekle sarılıyordur. evet, bunun için bir atölye kurmuşlar. kuzu etli sarma çok lezizdi. servis elemanları çok genç ve güler yüzlü çocuklar. bahçesi var. çocuklu ailelere alışkınlar, bahçe katında öğle rakısı için gideceğim bir gün. kendilerini tebrik edip en son hurmalı incirli tatlılarını da zevkle mideye indirdikten sonra nişantaşı sokaklarında yüzümde kocaman bir gülümsemeyle dolaşmaya devam edip yakında yapacağım seyahatte giymek için kırmızı bir spor ayakkabı aldım. nişantaşı her daim beni şaşırtan bir semt. en sosyetik caddesinde bazan paşabahçeden üç otuz paraya kase, tabak, bardak bazan da böyle bir arka sokaktan inanılmayacak fiyatlara ayakkabı ya da kıyafet almak mümkün oluyor. ayakkabı kaç lira mı? 299 tl:))))

***

unutmadan şunu yazayım. ben konya küflü peynirini çok severim.  yıllar önce annemle yaptığımız konya seyahatinde keşfetmiş ve taşımıştım çantamda bursaya. makarnaya tosta koymuştum günlerce. sade beş denizler'de görünce hiç sektirmeden sipariş verdim. ben pidenin pizzanın hatta lahmacunun iyisini şöyle anlarım. sıcakken iyi güzel tamam ama soğudu hatta ertesi güne kaldı. lastik gibi ya da  hamur olmadıysa ve hala yiyebiliyorsam iyidir. yağ somununu bitiremedim, sardırdım yarısını , eve getirip attım dolaba. ertesi sabah kahvaltıda yedim. hala çok iyiydi. tartışma bitmiştir:) sade beş denizler mutfağı iyidir. gönül rahatlığıyla tavsiyedir. 

*** 

üç senedir ha pandemi ha richard dalyanı seviyor derken sırt çantalı hostelli handan tarzı& benim tarzım seyahat yapmayı özledim ve  kendime  tek yön bir bilet aldım. yaşasın emeklilik! yaşasın tek yön bilet alma keyfi. nereye gidiyorum? porto

dört sene kadar önce ispanyadan lizbona gezmiştim. kaldığım yerden o hattı devam edeceğim. porto'dan sahil hattını izleyip bilbao'ya kadar gezmeyi düşünüyorum ama bu çok kabataslak bir rota. tek bildiğim porto'dan başlayacağım. hostelde konaklayıp civar kasaba ve köyleri gezip bünyeyi deniz ürününe bandıracağım! başka da bir şey bilmiyorum. bakarsın seyahatin tamamında porto'da kalırım. 

*** 

bu seyahati sırt çantası ve çok az kıyafetle hem de eski kıyafetlerimle yapmayı düşünüyorum. bir tane hafif ama çok sıcak tutan kaz tüyü montun içine tişört ile geçirmeyi düşünüyorum zaten  bu mevsimde çok da soğuk olmayan atlantik kıyısı seyahatini, bir de tabii ikinci el mağazalardan alışveriş yaparak tarzımı biraz değiştirmek istiyorum. zincir mağazalarda değil de portekiz yerel markalarında ne var ne yok bir bakacağım. 

*** 

sabah  sabah dergiyi okurken aslıhan gürbüz ile başlayıp tıkır tıkır kendini yazdırdı ya bu yazı, şimdi bir kahve daha demleyeyim de medya turu yapayım. yalnız ben  üç sene oldu televizyon izlemeyeli ya magazinde ünlü çift evlendi / boşandı haberlerinde geçen genç ''ünlü'' çiftleri hiç tanımıyorum, hiç! ama şu anda zaten en çok magazini dedikoduyu yemek üzerine çeviriyoruz. hadi şunu da yazayım da yazıya bir son vereyim avuçlarım kaşınıyor bu dedikoduyu yazmak için:))) 

pek ünlü bir şefimiz kendi restoranından sıkılmış olmalı ki bir başka restorandan sipariş veriyormuş kendine. sipariş verdiği restoranın sahibi anlattı vallaha. o da takılıyormuş ona ne o sen yemek yapıyorsun pek de ünlüsün ama benim buradan sipariş veriyorsun diye. yanıtını yazmayayım, çünkü o zaman bana aktaranın kim olduğu belli olur. 

*** 

yemekle aşkla keşifle seyahat ile seneye 50 yaşıma gireceğim umarım. bu 50'nin de şöyle bir esprisi var bende, memleket 100 yaşına girecek, eh ben de yarı yaşında olacağım memleketin. 5 yaşımdan beri anımsadığımı varsayarsak 45 senesine tanığım, ez cümle kutlamalara ortağım:))) 

*** 

günaydın  

günün sürprizi! handan'ın kaleminden poscastte!

20 Ekim 2022 Perşembe

 sabah daha saat 10 olmadan evden çıktığımda bugünün bu kadar güzel eğlenceli ve keyifli geçeceğini bilmiyordum. 

bugünü sonra ayrıca ayrıntılı yazacağım ama eve gelip taze sıkılmış nar suyumu koyup mavi pofuduk sabahlığımı giyip bilgisayarı açıp blogun yorumlarını kontrol ettiğimde;

aaaa bir de ne göreyim, bir blogda benden bahsedilmiş! 

dinlemek için tık tık 

momentos, beni çok şaşırttı gerçekten! blogu ilk yazısından ve  arada çok eğlenceli yazılardan bahsedecek kadar iyi incelemiş ve bahsetmiş. çok teşekkür ederim. büyük sürpriz oldu. 

momentos burada. 

*** 

nişantaşı turumu, zen pırlantanın her zaman iyi ağırlamasını/yeni modelleri, beymen'de nazan hanımın müthiş karşılamasını,  sade beş denizler restoranında yediğim leziz yağlı somunu ve diğer leziz sarma ve tatlıyı, akkavak sokakta 299 liraya ayakkabı satılan, müthiş eğlenceli ve işinde iyi  çalışanlara sahip ( emine hanım selamlar, sevgiler) dükkanı  ve dahasını sonra yazacağım. 

blogumla alakalı eskiden de yazılar çıktı orada burada gazetede internet sitelerinde ama uzun zamandır ilk defa  benim biraz da uzak durduğum podcast denilen mecrada blogumdan bahsedildi. ya ben kendim konuşmazsam başkalarının konuşmalarını dinlemeyen bir insanım, derdim hep podcast olayına uazak duruşumu anlatırken ama şimdi cümleyi güncelleyeceğim. 

benden bahsediliyor mu podcastte? o zaman dinlerim. 

dinleyin bakalım, size ne diyeceksiniz söyleyenenlere ek olarak. 




şehre michelin yıldızı gelmiş abe:)

13 Ekim 2022 Perşembe

 bir yandan yazacak o kadar çok şey birikti öte yandan hepsinden kısa kısa instagramda bahsettiğimden kendime tekrar olacak gelecek yazacaklarım ama bir kısmını en azından yazayım, insta geçici blog kalıcı diye düşündüğümden. 

uzun sayılacak ( 16 gün) bir seyahat yaptım dalyan ve civarına. ilk hafta civarda açılan bütün pazarları gün be gün gezince tatil arkadaşım biraz dalga geçmeye başladı, bodrum pazarlarına falan da gidelim diye. öyle olunca ikinci hafta otel-plaj-bar-restoran-kapanış şeklinde geçti. 

dalyan için söylenebilecek yeni bir şey yok. şef mutfağı yok, iyi yemek iyi balık için gerçekten ilk hafta orada yaşayanlardan ve bindiğimiz taksilerden bir şeyler öğrenmeye çalıştım ama yok nafile. yine zaten benim senelerdir bildiğim temsi en iyilerden biri olarak iki akşam yemeğimizde gittiğimiz bir de yine meze sorarken yaklaşımlarını ve süssüz püssüz iyi peynir ve yerli kalamar ile başlangıç yapıp ne vereyim abime gereksiz samimiyetine de girmediklerinden iki defa da oraya balık yemek için gittiğimiz çağrı balıkname. ne nehir kenarında ne de içeride gönlümce bir restoran yok dalyanda!  her gün taze sıktıkları nar sularını keyifle içtiğim dondurmacı, artık hangi birayı içtiğimi bilen işinde iyi bir kaç barmen dışında her yer ortalama ve altında dalyanda.  

el yapımı bir sandalet aldım yalnız, epeyi pahalı bişeydi ama rahatlığını görünce ilk bir kaç gün giyip bütün gün yürüdükten sonra iyi ki almışım dedim.  

ali usta, ali yukarlı dalyan çarşıda. el yapımı gerçek derilerle nefis terlikler, sandaletler ve çantalar yapıyor. bir iki seneye bu işi bırakmayı düşünüyor, yolunuz düşerse bir tane alın derim. rahat, şık ve dalyan ve ahalisinin çarşısının fake ürünlere teslim olduğunu düşünürseniz belki de tek  tük gerçek alınabilecek şeylerden biri.

sahi, bizim sahiller ne zaman teslim oldu bu üstünde kafam kadar marka yazan marka replikası ürünlere!? dağ taş bilinen italyan vb. markaların replikası çantalar, tişörtler, şallar ile dolu! hiç sevmiyorum, hiç. geçelim 

eylül sonu seyahat için iyi bir zaman. çok terlemeden yine de gölge kovalayarak  ortalama otelimizde çalışanların samimi ilgisi ile güzel günler geçirdik. lüks değildi ama biramız soğuk kahvem her sabah duble geldi. 

dalyan için en son şunu söyleyebilirim; emekli, yaşlı, orta ve alt ekonomik gruba mensup ingiliz tayfasının dışında ekonomik seviyesi yüksek turist ağırlamak istiyorlarsa işin mutfağına bir el atmaları gerekiyor. balık sezonunun açıldığı bu zamanda hala daha levrek ve çipura var demek biraz garip olmuyor mu yahu!? sosa bulanmış yemekler, ingiliz kahvaltısı dedikleri görselde evet ama ingiliz arkadaşların dediğine göre lezzette pek de ingiliz olmayan kahvaltılar, yine bir gün kuaförde sohbet ederken bu sene hem fiyatların çok arttığını hem de bu fiyata aldıkları hizmetin çok da memnun edici ve iyi olmadığı şikayetlerinin  dile getirildiği konuşuldu mesela. eh kuaförler en iyi geri bildirim alınan yerler değil midir her zaman. 

dalyan konusunu burada kapatıp şehre, yeme içme dünyasına, michelin yıldızlarına geleyim. 

son günlerde izlediğim en iyi dizilerden biri the bear; tam türkiye hadi abartı olmasın yeme içme dünyası ile ilgili olanlar, michelin yıldızlarını hangi restaurantlar alacak acaba totosu oynarken izlemek çarpıcı oldu tabii ki. biz restoranlarda cicili bicili tabaklarda yemeğimizi yerken, mutfakta kan-ter ve gözyaşı olduğunu yeme içmeyle uzun yıllardır ilgilendiğim için biliyorum. tuğrul şavkay ile başladım ben yemek üzerine yazılar okumaya, sonra pul kadar fotoğrafı ile vedat milor milliyette yazmaya başladı. bahsettiğim zamanlar twitter ve instagram yok:)))) mö. gibi bir şey yani:))) tö, iö diyebiliriz. o zamanlar bloglar var ve bir elin parmakları kadar kadın blog yazıyoruz, ekşi sözlük çok popüler ve biz zirveden zirveye fink atarken ben hala bursada yaşıyorum, istanbula gelip, geçenlerde esmer'in dediği gibi ''radikalde okuyup okuyup burada geziyordu''o zamanlar  kaktüs imam adnan sokakta,  cambaz zirve mekanlarımızdan,  navizade, inci pastanesi, yeşilköy balıkçı hasan, çınar otelin restoranı vs. o zamanlar gelip yemek yiyip, içip, eğlendiğim,  gezip kaldığım yerlerdi. çoğu şimdi yok.  

şimdi şehre michelin geldi. hem de şehrin sanırım en pahalı restoranlarına. fatih tutak'ın tadım menüsü michelinden önce 2200 liraydı sanırım bugün yarın güncellenir. mikla yine şehrin en pahalı restoranlarından, yeniköy'de mukim araka ise hiç gitmediğim bir mekan, biraz sakinleşsin yeme içme dünyası ve yıldızlı mekanları deneyimlemek isteyen kitle bir kaçına gideceğim tabii ki. beyti hala listemde ve ben sadece floryaya gitmeye üşendiğimden gidemediğim bir mekan. neolokal ve makşut aşkar'ı sekiz istanbul  restoranından beri bilirim. nicole yine gitmediğim bir restoran ama alaf kuruçeşme'de kuruçeşme de benim boğaziçi yürüme hattımda olduğundan bildiğim bir mekan. şu bir ay içinde bir iki tane hiç gitmediklerime gidip michelin tavsiyeli/yıldızlı mekandan yemek yedim ben diyeceğim:))))

hayat bir deneyim benim için zira. 

michelin yıldız ve tavsiye alanlardan hakkıyla gittiklerim ise; eleos, kıyı, kahraman, koço. eleos hem beyoğlu hem yeşilköy restoranlarını bildiğim mezelerine bayıldığım bir mekan. kıyı midye dolması harika bir balıkçı, kahraman daha meşhur değilken gittiğim kalkan tava yiyip üstüne baklavaları götürdüğüm bir balıkçı:))) koço, moda'nın en iyi balıkçısı olabilir. yenileri pek bilmiyorum. 

tabii michelin yıldızları geldi de  dedikodusu olmaz mı? olur.  ilk söylenen yıldızı almak tamam ama bir de onu korumanın zorluğu, bizde biliyorsunuz influencer tayfa tanınıyor, michelin yıldızlı restoranlarda yemek yiyip puan veren müfettişlerin ise kimliği gizli. bu da onlara eleştiride rahatlık ve özgürlük sağlıyor. hatta size şunu söyleyeyim, çok tanınan bir iki influencer michelin gecesinde yokmuş bile! davet mi edilmediler edildiler de gitmediler mi orası muamma. ama bildiğim bir şey var ki o tayfanın yere göğe koyamadığı restoranlar mesela tavsiye bile edilmemiş. hiç biri!  iki gündür tavsiye edilen mekanlar hakkında yazılanları okuyorum; ortak eleştiri porsiyonların çok küçük, hesapların pek kabarık geldiği yönünde. bu uzun zamandır böyle türkiyede. hatta lafı yine dalyana getireyim, orta, orta alt segment bir şişe şarap 300 liradan aşağı değil dalyanda, bir tabak yemek de en basit makarna 250-300 marjında. yani iki kişi bir şişe şarabı paylaşıp iki tabak makarna yeseniz 1000 tlye yakın bir hesap ödüyorsunuz. michelin şef mutfağı tamam, tadım menüsünün de bir hikayesi var ona da tamam ama 4 tane yıldız alan ve toplamda 51 restorantı sadece turistle doldurabiliyorsanız ne ala değilse istanbulda her gün onları dolduracak kitle yok. çünkü bir giden bir daha gitmek istese bile menü değişim zamanını bekler. bir masada 2200 artı kdv bir de içtiğin şarabı ödeyip 7000-8000 verecek istanbulda kaç yüz bin kişi var? ben diyeyim size, 150.000 kişi, bunun 15 bini çok gezer ve mekanlar bunlarla ayakta durur. yoksa benim bütçe ayırıp beyti'ye gitmemle yürümüyor işler:))))) bu kış çok konuşulacak bu mekanlar. zevkle takip edeceğim. senin gönlünden geçen bir yer yok  muydu derseniz, tavsiye edilenlerde temiz ve leziz mutfağı ile fıccın olabilirdi mesela ama orada da leyla hanımdan başka ismi öne çıkarılan bir şef yok, leyla hanım da sahibi zaten fıccın'ın. eskiden kallavi sokağın yarısı (abartı değil) fıccın iken son gittiğimde binaların el değiştirdiğini,  fıccın'ın küçüldüğünü, üst katlarda otel inşaatı yapıldığını öğrenip zaten seslerden de anlayıp gürültüden kaçmıştım yemek yemeyerek. o otel açılınca alt katlarında kendi kahvecileri ve restoranları olacak kuvvetle muhtemel o zaman fıccın'ın işi daha da zorlaşacak. şehirde rekabet var. 

yeme içme dünyası zaten zor bir dünya; tedarik, aynı kalitede ürün sürekliliği, pandemi sonrası yaşadığımız ve asıl bu kış etkisini göreceğimiz ekonomik kriz. çoğumuz öncesinde olduğu kadar dışarı çıkamıyor, yiyip içemiyor, oradan bir konsere gidemiyor.  fiyatlar başdöndürücü bir hızla artıyor ama maaşlarımız  kaplumbağa hızında. 

çok uzadı bu yazı. bir kahve demleyeyim ben siz okurken, sonra ilk hangi restorana gideyim ona karar verip rezervasyon için arayayım. 

günaydın