yarın yola çıkıyoruz! tey tey tey!

31 Mayıs 2020 Pazar
günaydın
umuyorum ve istiyorum ki bu son sokağa çıkma yasağı olsun. cuma günü  önünden geçtiğim kafe ve lokantalarda çocuklar şen kahkahalar atarak sandalyeleri dışarı çıkarmaya, camları silmeye başlamışlardı. gülümseyerek hepsine günaydın, deyip yoluma devam ettim. iki ayı geçti kapalı mekanlar;  hem evde sıkıldılar hem de gelirleri çok azaldı. bir işlerinin olup geri dönüyor olmaları belli ki hepsini neşelendirmişti. ben de neşelendim. çünkü daha önce de yazmıştım bu şehirde en çok arkadaşım ve tanıdığım hizmet sektöründe benim. 

bu hafta sonu için bir karpuz, bir kalıp ezine bir kaç da yumurta alıp eve geldiğimde artık değil yemek yapmak yumurta kırmak bile istemediğimi fark ettim. kırmadım da zaten haşladım yumurtaları:) bol yoğurt ve baharatla tatlandırıp yedim. 

sonra dolabın kuytularında bir balık konservesi buldum. hiçç tabağa bile koymadan yağını süzüp ayakta onu da akşam yemeği niyetine yiyip, jeremiah tower: the last magnificent belgeselini izledim. ve kendi kendime ''ulan adamlar 83 lerde 25 metre barı olan restoran açmışlar 
( stars) ben şu senede istanbulda 25 metre barı olan yer bilmiyorum'' dedim. bizim yeme içme sektörümüz henüz emeklemiyor bile bence. 

yarın sabah yola çıkıyoruz. istikamet güney marmara. gönen pazarını gezip erdek'te koruk suyu içmeyi kimselerin olmadığı koylarda güneşlenmeyi düşünüyorum. belki akyakaya kadar iner oradan yunanistan ''gelemezsiniz'' diye verdiği yanlış karardan dönerse bir yunan adası yapıp hoop geri istanbula. planlar böyle bakalım gerçekler ne olacak:) 

bursa - balıkesir- akyaka hattında kırmızı ete pek prim vermeyip deniz ürünlerine bandırmak istiyorum bünyeyi. raul şef hala soruyor; ''ne zaman geliyorsun?'' 

işte böyle. umuyorum ki insanlar kişisel olarak korunmak için başkalarının gözüne sokmadan önlemlerini alır, ve ikinci dalga olmadan bu pandemi sürecini uğurlarız, yaz sonu. hadi bakalım. elinizi arabanızı evinizi temiz tutup tanımadığınız insanlarla çok iletişime girmeden şu yazı sakin sakin atlatalım. vallahi benim yeni bir dalga ve sokağa çıkma yasağını kaldıracak sabrım kalmadı. bu kadar, bitti. 

buz gibi biralar, yol şarkıları, yol üstü durakları ile zaman zaman cee deyip kaçarım. okumaya izlemeye devam. 


netflix dizisi klişeleri, hep yoldan çıkarıyor akif'leri

26 Mayıs 2020 Salı
en keyifsiz ve umarım son olacak sokağa çıkma yasağını geçirdim. yani öyle keyifsizdim ki dört günü düşünerek alışveriş yapmadığım gibi alışveriş yaparken peynir almamışım! peynir, ben peynir almamışım. 

migrostan, bir şişe şarap, domates, salatalık, biber, taze soğan, üç kalem pirzola ve 6 kalem kaburga sonra gidip şok marketten kaju ve su aldım, yine peynir almamışım. evde siyah ve yeşil  zeytin, bolca filtre kahve, çikileta, çekirdek, makarna vardı. böyle bir dört gün geçirdim. ekmek arabasından ekmek almaya inince çöpü atarken elimdeki bozuklukların da bir kısmını da savurmuşum sanırım, sarsak handan! yerde bozukluk ararken, ekmek arabasından bir ekmek istedim. abi beni güldürecek bir soru sordu '' abla paran mı yok bir tane alıyorsun, ihtiyacın mı bir tane, çöp atarken gördüm muhtemelen parayı da attınız, ben de yapıyorum öyle bazan'' gülmekten cevap veremedim. sonra yok yok falan diye çıktım eve. ekmek? aldım aldım bir lira avucumda kalmış bir lirayı da yerde buldum:) öteki kayıp 

iki ayrı diziyi izledim bitti. aptal amerikalılar gibi oldum ben, yav! dizi, çerez hatta laptopu yatağıma taşıyorum. uyuyup uyanıp izliyorum. hala okuyamıyorum. 

 birincisi  sweet magnolias; tatlı manolyalar,
 üç kadının hayatında bağırmadan çağırmadan, göt cebinde silah sallamadan, sakin olun deyip onlarca insanı öldüren kartel elemanları bolca sevişme sahneli ya da kavgalı gürültülü olmadan bize hayatı anlatıyor. çocuk isteyen helen, boşanma sürecindeki maddie ve restoran işleten dana sue. hepsi birbirinden farklı kişilikte ve yaşamda ve sıkı dostlar küçük kasabalarında. herkesin birbirinin dedikodusunu yaptığı. izleyin. ikinci sezonu muhakkak gelecektir. çünkü çoğu karakterin hayatı işlenmedi ve ucu açık bırakıldı ilk sezonun. yalnız bir şeye sinirleneceğim ikinci sezonda, spoiler vermeden şöyle söyleyeyim. aldatan kocaları affetmeyin. 

diğeri yine bir meksika dizisi; crime diaries the candidate 
 meksika da başkanlığa adaylığını koyan donalda colosio'nun öldürülmesi ve ve sonraki dava süreci. politika, kirli ilişkiler, tek tük işini iyi yapmaya çalışan rüşvet almayan ve ne yazık ki sonunda öldürülen polisler... izleyin derim. yaşananlar hiç şaşırtıcı olmasa da garip bir şekilde insana her şeye rağmen umut veren bir dizi. 

gelelim dizi manyağı olduğum bu günlerde hatta aylarda gözüme çarpan klişelere; 

* uyuşturucu baronu da olsanız kapüşonu kafanıza geçirince görünmez oluyorsunuz:) 

 *bütün dizilerde esas kadınlar hoop diye esas adamların kucağına atlıyor. adamlar da gayet güçlü ve kaslı olduklarından hoop diye kadınları kucaklayıp... işte sonrasını biliyorsunuz. tabii ki gayet estetik sahneler çekiliyor; kal.ç.alar süper, adamlar kaslı ve yakışıklı. tabii bizim dizlerde ortada gezen çocukların asla ve kata babaları evdeki adam olmadığından zaten onlar hiiç sevişmeden dünyaya geldiklerinden bu sahneler akif'lerin falan dengesini bozuyor. hangi akif demeyin ya hani şu ütü yaparken şarkı mırıldanması gereken ama ısrarla vıykk vıykkk diye türkü söylemeye çalışan kadınla evliydi bir ara hala anımsamadıysanız bana bir ses edin, fısıldayayım size bu danışman eskisinin kim olduğunu:) bu klişe yorumuyla çok uzun oldu. 

* amerikan filmlerinin bir yerinde mutlaka arkadan bir fedEx arabası geçiyor. mutlaka! 

* esas olacak adam, kadına ilk ilgisini belli ettikten sonra mutlaka '' seni yemeğe çıkarmak /gerçek bir randevu ( date) istiyorum.'' gibi cümleler kuruyor. bu böyle mi yoksa dizi çevirenler otomatik olarak mı böyle çeviriyorlar, bilemedim. anadilde izleyenler bir desin bakalım, neymiş asıl çeviri. çünkü bu çok yapay bir cümle. 

* esas adam kurşun yese de atsa da ölmüyor, çok yakışıklı yaralanıyor hemen iyileşiyor. hepsi holding sahibi. alt sınıflardan bir kadına aşık oluyorlar mutlaka. 

aklıma ilk gelenler bunlar. zaten bu yazı çok uzadı. bugün son gün, yarın işe gideceğim. seyahat yasağının kalkmasını umuyorum ve bekliyorum. çünkü artık 70 günden sonra hakikaten zor olacak evde oturmak. ki en az oturanlardan biri ben olmama rağmen. kimseyle yakın temasa girmeden işe  gittim, şef'i sevmeye gittim, markete gittim. seyahat yapmadan ve tensel temas kurmadan haniyse normal hayatımı yaşadım diyeceğim ama değil tabii ki. o kadar eşşek değilim. kardeşimle kahve içemedik, bu sene köy evine gidip baharı yaşayamadık, canan istanbula gelemedi, ben klasik bahar rotamı yapamadım. biletlerimi açığa aldım, bir sürü eski kıyafet atıp evi son beş senedir temizlemediğim sıklıkta temizledim, efe'nin büyümesini göremedim hep videolarını izledim, salonda sporu hayatımdan çıkardım, açılsa da gitmeyeceğim artık çünkü benim gittiğim salonun üyeleri zaten semtin genel yapısından epeyi yaşlıydı:) bir de son kuralları okuyunca anammmm niye temizleyeyim çalıştığım aleti!? diye kendi kendime söylenip en başta gelmeyeceğim ben artık, deyip kararımı bildirmemin doğru olduğunu gördüm. esmer ile hiçç boğaz turu yapamadık, bebek'e inmeyeli iki ay oldu, taksim'e gittim ama saçlarımı boyattım manikür pedikür yaptırdım. yky kapalıydı:( bu bahar geçti bize dokunmadan, balkona dallarını uzatan ıhlamur ağacıyla oyalandım, günlerce. şimdi kalkıp yine kendime kahve demleyeyim, belki balkona da çıkarım. 

işte böyle, 2020 pek iyi anımsayacağımız bir ilk yarı vermedi bize. 21 temmuzda 48 yaşına giriyorum. hiç bir fikrim öngörüm yok o güne dair. seyahat yasağı kalkmış ben de gözümü karartmış bir yerlere uçmuş mu olurum, en fazla istanbulda bir yerde şarap ya da viski  yudumlayarak mı girerim yeni yaşıma ya da hiç biri değil de çok başka bir yer ve durum mu, bilmiyorum. 

günaydın 


* başlık son anda aklıma geldi. ahahhaha çok güzel oldu bence 


yeme içme üzerine korona halleri ve sonrası

5 Mayıs 2020 Salı
bir esnaf lokantasına gidip usta ver bir kuru demek ne kadar güzelmiş! 
bir bara gidip buz gibi bira bol baharatlı patates tava istemek ne zevkliymiş! 
bir ocak başında ocak başına kurulup üç saat sonra yürüyen adana gibi çıkmak:) 
bir espresso deyip damağını sert kahveyle buluşturmak, 

hepsi ne kadar güzel ve ne kadar zevkli eylemlermiş. yıllardır seyahat ederim yıllardır dışarıda yer içerim. sanırım son iki ay oldu dışarıda oturamıyor bir şey yiyip içemiyor akşam üstü içkilerinden, esnaf lokantası lezzetlerinden, şefin bize özel yaptığı güzelliklerden mahrumuz. 

ben işin ön yüzü kadar arka planını da bilenlerdenim. hem çalıştığım sektör hem de internette fink atmaya ekşi sözlük ile başlayıp 2008 de ilk blog açanlardan biri olduğumdan ( eski yazılarımı bir aşk'a kurban edip sildim! çünkü, ikimiz de yazı dünyasından insanlardık ve birbirimizin eski yazılarımızı okumamız kavga sebebiydi! büyük aşktı ve her büyük aşk gibi büyük kavgalarla bitti.) istanbul ve bursa ve o zamanlar gezdiğim her yeri yazan biri olduğumdan hiç mütevazı davranmayacağım; sektörü az çok bilirim. bir çok yerin ilk açıldığında konuğu olmuş, şimdi adı da sahibi de değişmiş kimi otel ve restoranlara '' handan hanım bizi eleştirmek için gelin' diye davet almış, hiç de ama yok demeden gidip üç gün kalıp bütün eleştirilerimi sıralamış, kimilerini de yazmış biriyim. büyük zevkti benim için. şimdi bir çok yerde şubesi olan bir kebapçının da menüsünü ilk tadanlardanım. o zamanlar tuğrul şavkay ve arman kırım yaşıyor ve yemek üzerine yazılar yazıyorlardı. benim favorim tuğrul şavkay'dı, çünkü arman kırım levrek ile bamya falan diyordu ki şu hayatta ağzıma koymadığım üç şey varsa biri bamyadır. geçelim. diğeri boza ve öbürü ne o kışın satılan yoksa aynı şey mi işte sarı leblebi ile içilen. bir anlam veremedim onu içmeye. bakla sevmiyorum bir de dilimi dalıyor. geçelim. ne diyordum hah sonra vedat milor girdi hayatımıza yeme içme dünyasında. fotoğrafı yok tabii o zamanlar ama yazıyor okuyorum. hatta affetsin şimdi okursa bu yazıyı bir yazımda kendisiyle ilgili  ufaktan bir mavra yapmıştım. vedat milor oldum ben dışı kıtır içi sulu bilmem ne yedim, diye ukalalık yapmışlığım var ama sanırım vedat bey bunu büyütmez. işalla! 

ben niye bunları yazdım bir solukta? şöyle oldu; işe başladım, sabah kahve ve üzümlü çörek ile kahvaltıyı öğle yemeğinde hazır makarnanın ve üstüne ton balığı koyup yedikten sonra eve gelip bir kadeh şarap koyup makinaları yerleştirip ne yesem diye düşünürken netflixe ''beer'' yazdım ve karşıma çıkan the chef show'u izlemeye başladım. istanbulluların bildiği tanıdığı spago'nun şefini ve pişirdiği leziz etleri izledikten sonra border grill bölümünü izlemeye başladım. iki kadın şef, yugoslavyalı bir lokanta sahibinin yanında çalıştıkları zamanları anlatınca izlemeyi durdurup bu satırları tıkırdattım. kalem olsa karaladım, diyecektim. 

restoran işi zor, ben kağıthanede çalışırken en sevdiğim esnaf lokantası şen kardeşler lokantasıydı. sabah 10.30 gibi marketleri kontrol ederken bir uğrar tezgahta ne var ne yok bir bakar o arada ya kendi mayaladıkları yoğurttan bir kase ya da sütlaçtan bir kase yer işe devam ederdim. ustayla olan sohbetimizde sabah üçte uyandığını ve bu işin öyle kolay bir iş olmadığını öğrenmiştim. bir gün hiç unutmuyorum çok yağmur olduğundan  ben yemeğe çıkmamış az kuru az pilav iş yerine söylemiştim. geldi, yedim, doydum ama kuru o kadar nefisti ki ya usta vallahi ayıp olacak bir az daha rica ediyorum, diye telefon açmıştım. elbette ikiletmemiş ve yollamışlardı. o arada bu leziz kuruyu bulunca epeyi aldıklarını da söyleyince iyi bu kış evde kuru pişirmem ben de, demiştim.  hala daha istanbulda en iyi esnaf usulü kuru fasulye ve ızgara  köfte yapan beş yeri say deseler biri şen kardeşler derim. en sevdiğim saatler sabah 10 civarı tezgahın tamamlandığı saatlerdi. bazan niye kızartma yapmıyorsunuz diye takıldığımdan,  zaman zaman bana patlıcan oturtma yaparken kızartma ayırdıkları bile oluyordu. umarım ki bu korona günlerinden sonra da bir giderim de aşçı tabağı sipariş ederim. 

yemek işi zor. içeride kan ter ve gözyaşı var. havalı, karides çü.k.ünde ahtapot topuğu mekanlarından bahsetmiyorum; gerçek yemek yapan yerler ve gerçek ustalar ve şeflerden bahsediyorum. bu ay markete çalıştıysak gelecek ay açılınca da en sevdiğimiz lokantalara  gidip biraz da onlara harcayalım. ben öyle yapacağım. çünkü onlar kadar iyi kuru da pişiremiyorum, sütlaç da yapamıyorum, köfte hiç olmuyor. 




kendinizi sevin, kendinize bira ısmarlayın!

3 Mayıs 2020 Pazar
size aşk hayatımdan bahsetmek isterdim ama ne yazık ki bu ara hep uzaktan bakışmalardan, vatsaptan cilveli yazışmalardan, korona sonrası bi kahve içelim mesajlarından başka bişey yok. 

gelin ben size korona karnemi yazayım yine. 10 verdim kendime. 10! 

dün not verseydim 10 üzerinden 8 verecektim çünkü mutfak çekmecelerini düzenlememiş, bir de kitap çekmecesini düzenlememiştim. ama bu sabah ikisini de yaptım. heyoooo! 

6.30 da uyandım. 7 de kahve demlemiş gazetelere bakıyordum. 8 de salonun ve odanın açık yerlerini kolonyalı mendil ile siliyor bir yandan da türkçe pop dinliyordum. sonrası duş vs. derken gözüm mutfak çekmecesine takıldı; hadi handan, dedim. zaten üç gün önce bu yasak için alışveriş yapmamış, buzdolabını ve çekmecedeki ufak ufak kalmış şeyleri bitirip pazartesi günü bahar alışverişi yapmaktı niyetim. oldu. son kalan iki sosu çok az makarna ile, son sebzeleri de sosa ekleyerek gayet leziz bir yemek yaparken renklileri makinaya atıp evi gayet ferah fresh ve temiz hale getirince artık iki birayı hak ettin handan, dedim ve kendime bira ısmarladım:))))) 

kendinize bira ısmarlayın. 


italyanlar ağızlarının tadını biliyorlar, abicim. metro marketten domates ve pesto sos almıştım italyadan ithal. küçük küçük kavanozlar ama lezzet bombaları. bir avuç spagettiye her iki sosu da birkaç diş sarımsak takviyesi ile ekledim. vuhuuuuu uçtu gitti lezzet en son kocaman bir dilim ezine peyniri de eklediğimi de yazayım ama. makarna değil lezzet şöleni oldu. 

karantina bitti. ben yarı emeklilik tecrübe ettim bu üç haftada. emeklilik de işte bunun sokağa çıkılabilen seyahate gidilebileni. o kadar. 

bir kaç gün önce spor yaparken çok esnek olmadığımı, size bilmem kaç yazı önce bu abla çok iyi dediğim videodaki ablayı takip ederken anlamıştım. son bir haftada esnemeye ağırlık veriyorum. sonuç henüz çok iyi olmasa da ortalamanın altından çıktım diyeyim. 

mesai bu ay 9'da; demek ki ben uyanıp spor yapıp duş alıp işe gidecek kadar vakte sahibim. bir daha heyyooooo! 

kendinizi sevin. 


kalimera! korona karnem

2 Mayıs 2020 Cumartesi
hemen hemen her şeyi kafama takıp iç sesimle saatlerce konuştuğum zamanlar bu korona günlerinde evde otururken bitti! hayatımdaki en sorunlu yerlerden birinin ''iş yerim'' olduğunu biliyordum, biliyordum da iç sesimden kurtulamıyor yapılan ve yapılması muhtemel hamlelere karşı hep tetikte hep iç sesimle konuşarak çözümler üretmeye çalışıyor ya da sadece hiç bir işe yaramadan konuşuyordum işte. bitti bu, bitti! 3 hafta karantina sürecinde arındım, bir başka gözlemlediğim ve hoşuma gitmeyen konuda da boş vermeyi. 

uzun yıllardır üç hafta evde oturmamıştım ben. dinlendim, fazlalıklardan  kurtuldum sadece ve sadece kendi istediklerime odaklanıp ilk bir hafta zaman zaman tökezlesem de  süreci lehime çevirdim. annemin bir takım ihtiyaçlarına uzaktan  mükemmel çözümler ürettim. bunu yazarken şunu anlatmadan geçmeyeyim; hayatta en iyi bildiğim şeylerden biri iletişimdir. tabii ki karşımdaki de biliyor ise ve rahat sohbet edip konuları ön yargısız/savunmaya geçmeden konuşabiliyorsa. kendime güvenim sesime de yansır. yoksa nasıl googlede aratıp bulduğum ilk temizlik şirketinin patronu, soyadımı bile sormadan ertesi gün sabah yardımcı ablayı annemin köydeki evine götürüp, benim hizmet bedelinin yarısını sabah yarısını da iş bitince hesabınıza geçerim teklifimi, hiç zahmet etmeyin iki kere handan hanım, iş bitsin akşam yollarsınız, diye karşıları ki?! 

evet kendine güvenim sesime de yansır. hatta bazan karşımdakini korkutup kaçıracak kadar:) bu genelde ikili ilişkilerde oluyor. geçelim.  

üç hafta genel olarak nasıl geçti, peki; 

* böyle zamanlarda moda olan şeylere prim vermem ben. ekmek yapmadım. 

* sabahları kahveme  kraliçe dizisinin churchill başbakan olduğu zamanları anlatan bölümlerinde kahvaltıda viski öğle yemeğinde şampanya içen  churchill gibi ben de viski koydum zaman zaman ve dans ederek kahvaltı yaptım:))))) tavsiye ederim. hatta birinde viskili kahvemi içip alışverişe gittiğimde sırada beklerken gayet karizmatik ve yakışıklı bir abi '' bu enerji nereden geliyor hanımefendi, imrendim size'' diye başlayan bir dizi iltifat sıralamıştı. ben de dizinin bu bölümlerini izlemesini tavsiye ettim. umarım izlemiştir. 

* kolonyanın kokusunu sevmiyorum. evi kolonyalı mendillerle silsem de eve kolonya almadım. iki tane el dezenfektanı -biri çantamda biri evdeki girişte - ile götürüyorum süreci. 

* dışarıdan çok sipariş vermedim. çünkü şirket ismi vermeyeceğim ama kurye gençlerin motorlarının nasıl yan yana durduğunu, evimin yakınındaki depolarının önünden geçerken hep gördüm. istanbulda ya da türkiyede herhangi bir şehirde evinin yakınında küçük market olmayan sokak yok, eh az biraz yürüyünce de orta büyüklükte alkollü içecek de satan marketlere ulaşıyoruz. o yüzden alışverişimi hep kendim yaptım. eve girince hepsini dezenfektanlı kağıt havlularla silip beklettim. ben de duş aldım. göreme'den yemek söylemek başka:) kuru fasulye, sütlaç, yoğurt. evi hep havalandırdım. uyku düzenimi hiç bozmadım. 

* sosyalleştim. şef'i görmeye giderken sosyalleştim, orada arkadaşlarımla sohbet ederek, telefonda uzun uzun konuşarak, pozitif arkadaşlarımı çok yormadan kısa sohbetlere hep kontrol ettim. iyileştiler. 

* bu sabah uyandığımda ( 8.16) kafamdan iş yeri ile ilgili bir şeylerin geçtiğini fark edince demek ki işe gitmek en azından bu iş yerine gitmek çok hoşlanmadığım bir şey diye düşünürken oturdum bu yazıyı yazdım. 

* doğum günüme az kaldı. bu sene seyahat hediye edemeyeceğim gibi, belki yunanistan belki küçük bir ada. dünkü 1 mayıs kutlamalarını görünce yunanistana yerleşme fikrimin ne kadar yerinde olduğunu bir kere daha gördüm. 

kalimera:)