78'lik abilerinden 50'lik erkeklerin öğrenecek çok şeyleri var

30 Haziran 2022 Perşembe

ilişkilere dair: yine gündemde bir 35'e 78'lik evlilik var. yazmama gerek yok ama yine de yazayım, tabii ki 78'lik olan erkek ve bir iş insanı. 

şimdi şöyle bir durum var: 35lerini süren bir kadın ''genç'' olmanın son yıllarındadır. sonrası artık orta yaşa doğru gidiyor. bunu cebe koyalım. ve 35 yaşında, iyi eğitimli, en az bir yabancı dili iyi bilen, üniversite mezunu, yurt dışı gezilerine çıkmış, kendine bakan, gezen, yiyip içen bolca estetik operasyon ile aslında birbirine benzeyen bir kadın tayfa var. ve bu kadın tayfanın kendi yaşıtlarından alabilecekleri bir şey yok artık. aileleri de orta üstü gelire sahip olduğu için zaten iyi okullarda okuyup iyi restoranlarda yemek yiyip iyi barlarda içki içerken tanışıyorlar bu ''purolu abilerle'' purolu abiler = teknesi olan abiler. tabii bu abilerin az bir kısmı evli değil. karıları bırakır mı hiç, deli misiniz? kalan az sayıda evli  olmayana da imzayı attırabilen attırabiliyor  işte son örnekte olduğu gibi. burada her kim ki olay para değil diyorsa, dinlemeyin  gülümseyin geçin. zaten bu abiler de 35 üstüne pek bakmazlar, çünkü hem genç hem de tabii ki ortamlara ayak uyduracak görgüde bir yaşta kadınla evlenip 80'lerinde ve diğer bütün erkeklere hava atmak ve mutlu olmaktır niyetleri. işte yukarıda 35lik son gençlik yaşlarında olan kadınları tanımlarken saydığım özellikler bu isteğin temeli. 20 25 lik bir genç kız dağıtabilir vs. sürü sepet sorun yaratabilir ama 35'lik kendini bilir. işte bu. 

ne yapacak bu genç kadınlar, 12 taksitle bilmem hangi turdan sabahları taze kaşarı iteleyen toplama kampı gibi tatil köylerine davet eden adamlarla mı sevgili olacaklar!? şakayla söyledim ama gerçek bu, kızlar bu tatilleri ve fazlasını zaten alabiliyor, dertleri o değil ki, daha fazlası. sabit bir  geliri var bu da iyi üstelik ama bir tekneye bir paris alışverişine avrupanın iyi restoranlarına yetmez, o da biliyor parise gider ama o kadar işte. ama purolu abiyle öyle mi? değil. gerçekj parisi görür. eyfeli zaten görmüş:))) 


gelelim olayın çokk para olmayıp da yine 70'lik sevgili sahibi olanlara. orada bu sefer olay tersine dönüyor. kadın, görgülü, oturmasını kalkmasını bilen, yemeğe çıkmasını, içmesini bilen eden bir adam arıyor. e yukarıda anlattığımız zengin abi ile aynı ortamlarda değil de başka daha halk ortamlarında biriyle tanışıyor. e adam yaşlı, tamam, kadın da biliyor ama görgüsü, tecrübesi, sevgisi yaşını unutturuyor. bu paranın normal rakamlara sahip olunduğu zamanlar. o ilişki sürüyor. kadın istediği için sürüyor. 

yani sonuç olarak, genç sevmek herkes için güzel. ancak erkek cinsinin genci pek matah değil. kontrolsüz güç!:))) bir işe yaramaz yorgunluktan başka. olgun, yaşlı hem de paralı ise neden evlenmesin ki 35'lik son tazelikte olan kadın? 

mutluluklar. kim bu çift handan, diyorsanız biraz magazin okuyun aaaa derim. 

*** 

gelelim 35'e 50 ile son günlerin siyasi dedikodulu ve hastaneli, telefonlu olayına. burada öyle büyük bir zenginlik yok. siyasi ortamlarda yükselmek isteyen; tarafların her ikisinin de kazanmak üzerine kurup allayıp pulladıkları bir ilişki var. tam türkiyeli tipi. 

adam siyasette, kadın da siyasetin bir yerinden tutmuş, gözü yükseklerde; katıldığı, davet edildiği, konuşma, panayır  ne varsa ( instasını inceledim) partideki titrini de yazdırmış afişe:))) adam da klasik 50 ye gelince belli ki o yolunda yürüdüğü 70lik abileri gibi 1. karısını beğenmemeye başlamış, eh genç kadın da siyasi ortamlarda zaten... işte bu da böyle. birinciyi boşa, ikinciyi alla pulla aşkla.. sonra birinci tek bir hareketle birini hastaneye sonra ikisini de siyasetin dışına şavullasın:)))) 

parasız kısmı buydu işte. siyasinin birinciye ömrü boyunca susturup tatlı hayat yaşayacağı bir tazminatı verseydi bunların hiç biri olmazdı. bak 78lik abinin diğer eşlerinin hiç sesini duyan var mı? yok:) 50'lik abi yok evi mevi bıraktım diyor ya ulan kim ne yapsın eski evi eşyaları! 

dedikodular ve ilişkiler de böyle. 

 ne izliyorum: million paund menu. çok çok iyi bir ingiliz tv şovu. elbette yeme içme dünyası üzerine. yatırımcı & restoran ilişkisini hep merak ederdim, öğrendim. tavsiye ederim. 

ne okuyorum: akdeniz yemekleri. türkiye iş bankası kültür yayınları. jacqueline clarke ve joanna farrow birlikte yazmışlar. nefis fotoğrafları olan 500 sayfa sos ve yemek konusunda hayal gücümü geliştiren bir kitap. son günlerin sehpa kitabı, aç oku kalk bir sos yap şeklinde ilerliyoruz kitapla. 

gündemde başka bişey yok şu sıralar 

bir yazının daha sonuna geldik. yeni yazılarda görüşmek üzere 

aşkla kalın! 





baharat kokulu ada

27 Haziran 2022 Pazartesi

 başlığı edebiyat olsun diye atmadım, lesbos gerçekten baharat kokuyor, üstelik kimyon! motorun terkisinde koy koy gezerken bu kokuyla sarhoş oldum desem yeridir. 

evet, lesbos; sırayla gidecek olursam gidişi süper ayarlayabildim. önce uçakla edremit oradan ayvalık ve akşam 6'da lesbos.  dönüşte bu kadar şanslı ve organize değildim. belki bahsederim ondan, ama şimdi pek canım istemiyor. 

önce giderken ayvalık ve cunda'da geçirdiğim bir kaç saatten bahsedeyim. cunda çok mekan, çok restoran çok cafe çok... üç sıra mekan açılmış ki bunlar sahil ve paraleli, içeriye doğru da bir çok mekan açıldığını tahmin edebiliyorum. ayvalıktan giderken zaten her iki katlı evin ''butik otel'' olduğunu görüp gülümsedim. butik bilmesek... neyse, geçelim. 

cunda'da vira balıkta meze yedim. hepsi taze ve belli bir standardın üstündeydi. ekmekler kızarmış geldi. işletme çalışanları mesafeli bir samimiyet ile sorularıma yanıt verip ağırladılar beni. giderseniz cunda adasına gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. 


vira balık cunda adası 
sonra ve elini midilli. ben adaya bundan 10 yıl kadar önce bir kez daha gelmiştim. o zaman merkezde kalmış sadece plomari kasabasını gezip dönmüştüm, çünkü kış mevsimiydi. şimdi yine ilk gece tabii ki merkezde mitillini'de kaldım. çünkü o saatte bir köye gidip otel bulamama olasılılığını bütün plansız ve tek yön gidiş biletli halime rağmen elemeliydim. eledim. 

merkezde bir tavernada az balık bol sohbet bol meze ile akşamı geçirip mütevazi otelin mütevazı kahvaltısını da yaptıktan sonra ver elini petra! 

petra'ya bayıldım. yine mütevazı bir pansiyona attım çantayı. işletmeci, çalışan, şef hepsi sahibi! kadın tek başına bütün işlerin üstesinden geliyor. oğlu barı işletiyor. gecelik 25 euroya anlaştık. iki gün yeter dedim petra'ya, yetti. petra'da molivos'a gezmeye gidip döndüm, molivos çok turistik, çok. pek uymaz bana o kadar turistik. 

petrada denize bakan balkonumda proseccolar içip gülümsedim. uzun uzun güneşlendim, köyün içini ve tepedeki kiliseyi gezip öğle uykularına uyudum.  dimitra'nın mutfağından pirzolaları mideye indirip, gyros sevdamı da çok aç değilken  yiyip ters dönmüş tospağa gibi devrildim plaja:)))) ,

en güzeli plajların hiç birinde bırak  bangır bangırı müzik olmaması. dalgaların sesini dinledim bütün gün ve gece. tertemiz bir deniz, yan yana dizili taverna, kokteyl bar, restoran hepsinin farklı konseptte plajlarının ücretsiz olması. yediğnizi içtiğinizi ödüyorsunuz o kadar.  hayır, plajlara özel bir fiyat yok. menüde ne yazıyorsa o. 

petra da molivos da gayet güzel köyler ve koylar. her birinde 3 gün bile kalınabilir uzun uzun yüzmeyi ve güneşlenmeyi seviyorsanız. 


petra 
midilli, petra ve molivos'u neden seçelim handan? 

* tertemiz bir  deniz 
* nefis ahtapot kalamar sardalya 
* nefis gyros ve suvlaki 
* nefis içkiler 
* sessiz plajlar 
* yakın olması 
ve bütün bunlarla birlikte güvenli olması 
  
bütün bunlar için seçebilirsiniz. araba kiralarsanız köy köy koy koy 10 günde her yerini gezer yer içer kalırsınız. günlük 50 euro'yu gözden çıkarın onun üstü size, ekonominize, yeme içme kapasite ve tercihlerinize bağlı. 
 
plajlar ücretsiz. plajda içkiler 3 eurodan başlıyor. gyros 3.50 tan, pirzolalar 6-8, kalamar ahtapot 8-10, karidesli makarna 14+ şeklinde gidiyor fiyatlar. 

temiz küçük pansiyonlar olduğu gibi, havuzlu falan tek yıldızlı iki yıldızlı oteller de var. ancak onlar genelde doluydu haberiniz olsun, siz bana bakmayın inceleyip rez. yaptırıp öyle gidin. hiç olmadı limana indiğinizde bir bakın, malum bazı siteler bize ülkedeyken rez. olanağı sağlamıyor. 

ben yunan coğrafyasını ve mutfağını çok sevdiğimden sıkça gidiyorum. artık saymayı da bıraktım. uçak + feribot meşakkatli olmasa daha sık giderim ya neyse. 

lesbos/lesvos güzel ada. püfür püfür esiyor valla:)))) bu yazı çok uzadı, daha erossos var, diğer küçük köyler var. onlar başka bir yazıya kalsın. 

iyi haftalar herkese 






bir dada macerası, mecidiyeköy'de yaşamak

16 Haziran 2022 Perşembe

 mecidiyeköy'de oturmak; istanbulun gürültüsünü, kaosunu, kalabalığını anlatmak için ''mecidiyeköy gibi'' tabirini dilimize sokmuş ve sıkça da köşelere girmiş olmasına rağmen, verimli ve güzeldir. hele benim gibi kaostan beslenen ve hatta kaosu seven biriyseniz. 

çünkü mecidiyeköyde canın sıkılmaz, canının sıkılmasına olanak yoktur. seçenekler çoktur ve gerçekten öyle mıy mıy bişey yapıyormuş gibi kafeler falan değil bildiğin sineması, tiyatrosu, sergi alanı, avmsi ve aradığın her şeyi bulabildiğin çarsısı, barı, meyhanesi, ocakbaşı ile evinden çıkıp hiç toplu taşıma dahi kullanmadan oyun izleyip üstüne iki içki yuvarlayıp yine  yürüyerek evine dönebilirsin. 

geçen günlerden birinde evden çıkıp biraz yürüdükten sonra dada kabaret çarptı gözüme, senelerdir bu burada ve bir kere bile gitmedin sen handan, diye kendi kendime söylenirken girdim içeri. içeri dediysem öyle hemen giremiyorsun bayağı bir merdiven katedip sonra ulaşıyorsun  mekana  ki girerken yahu aşağıda bir dünya yaratmışsınız, cümlesi döküldü dilimden. karşılama güzel, içerisi janjanlı, şansıma oyun da varmış. eh o zaman keyfini çıkarayım deyip kuruldum masaya, menü inceledim, akşam için hazırlık yapan çalışanlarla lafladım, sonra çıkıp fairmont'un diğer restoran ve barlarını şöyle bir dolaşıp geldim. ve oyun başladı. o sırada yan masada oturan bir bey gelip oyunda konuk oyuncu olup olmaayacağımı sordu. bittabi evet dedim. hem de zevkle. 

dada kabaret bir bar&restoran konseptinde, interaktif oyunların  sahnelendiği  sahne ve masaların aynı alanı paslaşarak kullandığı insanların içki içip yemeklerini yerken oyun izledikleri bir mekan. evet, okan bayülgen'in mekanı. bilet alırken yemekli, yemeksiz, sadece giriş gibi seçenekler var. yemekli biletli masalar konuklar gelmeden soğuklar vs. hazır edilerek başlanıyor. oyunda 3-4 ara veriliyor ki, yemekler tabaklar değiştirilsin içkiler tazelensin. esas olarak içki satışına önem verdikleri de her anonsta bunun altını çizmelerinden belli oluyor. bunu eleştiri olarak ekşi'de de okumuştum. beni ''hadi bir içki alalım'' lafları rahatsız etmedi ama oyunun sonunda çekiliş mevzusunda ''ön sıralar zengin masalar'' vurgusu niyetleri ve düşüncelerini çok açık ettiğinden hem gülümsetti hem de diğer eleştirinin haklı olduğunu gösterdi. insanlar 200 lira ödeyip yemeksiz bilet alınca, ön masadakiler daha mı zengin oluyor yani:)))) bittabi hayır. çok daha çok içki satalım, çok daha çok kazanalım bu kadar açık edilmese daha iyi olur, yani düşünün:)) ama seyirciye de bu kadar açık etmeyin yahu, derdim okan b. orada olsaydı. 

neyse, mekanın kendisi havalandırması ve ses düzeni ve  sistemi gayet iyi.  yok telefonunuzu kapatın, yok bilmem ne gibi kural ve anoslardan azade bir akşam geçirmek de keyifli. benim gibi konuk oyuncu olup bir de o deneyimi yaşamak daha keyifli. biraz deli ve sert konuşan bir avukatı oynadım:)))) . arada, bahçede sigara molası verince bir kaç da ''çok iyiydiniz ya'' tepkisi alınca değmeyin keyfime eve ıslık çalarak döndüm. oyunculuk çok heyecan verici bişey sahnede olmak çok güzel bir duygu. ben sabırsız, biraz agresif ve tahammül sınırları pek de yüksek olmayan olan bir insan olmasam dizilerde figüranlık falan yaparım  ama yok o kadar bekleyince kesin magazine haber olurum ben: figüranın delirmesi, diye. çünkü yazının girişinde de söylediğim gibi semtimizde her şey olduğu gibi  bir kaç tane büyük ajans da var, birinin önünde  sürekli minibüsler ve gençler görünce girip şöyle bir bakmıştım etrafa sonra duvarda küçük küçük tabelalarda yazan dizi sektörüne dair özdeyişleri bir okudum kaç handan kaç dedim, kaç! aklımda kalan bir kaç tanesi, ''beklemekten sıkılıyorsan gelme' '' kolay set yoktur'' , '' zor sette yoksan kolay sete çağrılmazsın'' mealen böyle, sen hitabı, emir cümlesi ile onlarca tabela. ben arada dada'ya gider konuk oyuncu olarak keşfedilmeyi beklerim. set bana göre değil. 

yaz geldi, mekanlar hep bodrum'a taşındı. ben de bir yunan yapmak için ha bu işi bitireyim ha şu sorunu da çözeyim derken okullar kapandı ve şimdi çoluklu çocuklu aileler sahilleri dolduracak. eh benim kafa onu  kaldırmıyor. nasıl olacak ne yapacağım, temmuz gelmeden bir seyahat yapıp son günlerde kafamı yoran ama artık yavaş yavaş çözümün belli olduğu olayları geride bırakıp  beynimin berraklaşmasını nerede sağlarım diye düşünmekteyim. 

gideceğim yere karar verince size oradan merhaba diyeceğim. 

günaydın 




ilişkiler ilişkiler ilişkiler...

8 Haziran 2022 Çarşamba

 gök kubbe altında ilişkilere dair söylenmeyen bir şey kaldı mı,  sanmam. yine de yeniden ilişkiler üzerine klavye tıkırdatacağım ki ben 30 larımda onlarca yazı yazdım burada ve zaman yazdığım sitelerde. neyse, lafı şuraya getireceğim; ayrılık. 

sevgilimden ayrıldım/sevgilimle ayrıldık. hangisi daha doğru, giden midir terk eden kalan mıdır, bu tartışmanın yanıtını verebilen olsa da kabul edilmiş bir kesinlik yok. 

neden ayrıldık? birinci sebep kıskançlık. hem de öyle böyle bir kıskançlık değil, benim insanlarla konuşmamı ( ingilizdi sevgilim ve hesap lütfen, günaydın ve merhaba nasılsın dışında türkçe bilmiyordu, öğrenmedi de) dahi kıskanıp sürekli ''handan handan ' diye sohbeti bölmesi bir yana kolumdan falan çekiştirmeye başlamasıyla sinirlerim de katre katre yükselmeye başlamıştı. 

sonra bardağı taşıran son damla geldi.  gün ortası havuz başında şarap içip güneşleniyoruz, elimde telefon twit okuyorum. son günlerde telefonum pek sağlıklı olmasa da çalışıyordu ama o anda gitti. yok, gitti. aç kapa, simi çıkar tak ne yaptıysam fayda etmedi. telefon ölmüştü. restorana geçtik, birer içki söyleyip telefon tamircisi ya da satıcısı  olup olmadığını sordum, yok. 

restoranın işletmecisinden banka vs. acil aramam gereken yerleri aramak için telefonunu rica ettim. aldım, bilenler bilir çok hızlı ve seri konuşurum hatta sinirlenince daha hızlı ve seri olur bu, millet tekler sinirlenince ben tam tersi makinalı tüfek  gibi üç tane upuzun cümleyi peşpeşe sıralarım.  ben bankaya dert anlatırken, benim kıskanç erkek arkadaşım nedense anlayamadığım bir şekilde bu konuşma halim ve tarzımdan sıkılıp masadan kalkıp odaya gitti! bir içki daha söyledim, sakin ol handan deyip gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra telefonu sahibine verip odaya gittim, masaya dönüp dönmeyeceğini tıslar gibi bir sesle sordum. kalktı, döndü masaya, yemek söyledik, yedik, hesabı ödedik, odaya çıktım, kısaca  yaptığının affedilmez bir hareket ve  kabalık olduğunu söylediğim onun da saçma sapan karşılıklar verdiği kısa bir konuşma yaparken  valizimi topladım;

''masa öyle terk edilmez, böyle terk edilir'' deyip onu arkamda bırakıp çıktım. bu kadar. 

ayrıldık. sonrası benim yeni bir telefon almam, kafamı toparlayıp bir kaç gün bulunduğumuz coğrafyada -başka bir otelde- dinlenip istanbula dönmem. ertesi gün ve sonrası sürekli aramalarını ve vatsap mesajlarını okuyup yanıt vermeyerek tek bir mesajla sonsuza kadar hoşçakal ve iyi tatiller diyen bir mesaj yazdıktan sonra  engelledim, çünkü artık bitmişti. 

kıskançlık, kabullenilmez bir  defo/kusur benim için. ki ben kusurlu adamları severim, ne bileyim kibarlıkla alakası yoktur ama bilirim ayı gibi davransa da gözlerinin içi güler, o kusur hoşuma gider, pür i pak kusurunu göstermeyen adamlardan kaçarım, o varolan çok daha büyük defosunu saklamak için bir kılıftır, onu öğreneli çok olduğundan jilet gibi giyinen adamı da davranan adamı da  sevmem, keten gömlek giysin, kıvırsın kollarını, buruş buruş olsun o gömlek... mutfak tezgahında yüzünü  yıkamaya çalışsın, azarlayayım mesela onu ama gülümsesin... severim. 

kıskançlık üzerine hala daha yok azı karar çoğu zarar yok seven kıskanır gibi safsatalara girmeden, güven temelli konuşmalar yapmadan, kıskançlık insanın ruhunu kemirirken karşı tarafı da bu duyguyla yormak/rahatsız etmek en sonunda böyle  terk etmesiyle sonuçlandıracak bir süreç. öte yandan kıskançlığı farklı duygulara sarıp göstermemeye çalışmak sinir bozucu ve komik . ben, rich türkiyede olmadığı zaman dışarı çıktığımda surat yapıp ''ımı bin sinin için kiygiliniyirim'' diyordu işte komik olan burası, kıskanıyorum istemiyorum çıkmanı dese/diyemez, kıskançlığı kaygıya bulayıp oradan bir yol yürümeye çalışıyordu ama olmadı. yürüyemedi:) 

masada beni bırakıp gitmek, affetmeyeceğim bir davranış. affetmedim. 

ilişkiler tüy gibi olmalı, tüy. birarada olmak demek birbirini boğmak demek değil. birlikte bir yaşam sürmek, birini hayatına almak güzellikle yaşamak için. birinin kıskançlığını kaprisini çekmek için almıyorum yaşamıma; bilakis kendi kendime yaptığım hoşlukları karşı tarafa onun da bana yapmasıyla yaşamdan alınan zevki iki katına çıkarmak için ikili ilişkiler kuruyorum/kuruyoruz. yanlış mı biliyorum, yooooo gayet doğru biliyorum. 

işte böyle, yılların hikayesi bitti. 

yeni aşklara yelken açma zamanı:)))) 

günaydın 

köyde hayat; burada iş hiç bitmiyor!

5 Haziran 2022 Pazar

 geçtiğimiz ayı iki seyahat ile kapattıktan sonra şimdi evde 3. valizi yavaştan hazırlıyorum:))) 


köyde hayatım nasıl geçiyor, anlatayım. erken  uyuyup erken uyandığım  ,çin 7.30 gibi ilk kahvemi içmiş deniz kenarında yürüyüşe başlamış oluyorum. en az 20  dakika yürüyor bazan bir türk kahvesi molası verip eve dönüyorum. sonrası kahvaltı ve bahçeyi evi toparlamaca. köyde iş hiç bitmiyor! bulaşık makinası yok köy evimizde, onlarca bardak çay kahve soda içtiğimizden bulaşık hiç bitmiyor. bahçe, alıveriş öğle yemeği planlaması ya da zeytinyağlı olacaksa yapıp bir tarafa koyması derken öğle uykusu zamanımız geliyor.  annem tv karşısında ben üst katta. televizyona artık hiç katlanamıyoum, uzaktan bile sesinin gelmesine!  öğleden sonra annemle yemek faslından sonra kağıt oynuyoruz ve genelde annem yeniyor beni. 

bir gün sabah erkenden köy minibüsüne atlayıp trilyeye gittim. sabahın erken saatlerinde sahil köylerine bayılıyorum. çınardan meydana inip sağlı sollu erkenci kahvelerini geride bırakıp sağa döndüm ve trilye'nin yeni mekanlarını keşfettim. yelken kulübü ve tasmahal. trilye olmuş atanamayan gümüşlük:)))) yelken kulübü de tasmahal de sabahın dokuzunda kapalıydı tabi ki. gerisin geriye yürüyüp, açık bir restoranda  çay içtikten sonra ( restoran çay satmıyor kendilerine demlemişler ikram ettiler) mekanlar açılınca tasmahal'in menüsünü inceleyip bişeyler içtim. buranın manzarası gerçekten harika! bir akşamınızı buraya ayırın, derim.  

bu sefer bursaya gitmedim, bursada  görüştüğüm bir kaç arkadaşımla zaten kuzey egede buluşacağız, o yüzden bu sefer köy gezimi trilye-mudanya hattı ile sınırlı tuttum. 

kısa kısa

* borgen  izliyorum. 

* doğum günüm yaklaşıyor kendime yine seyahat hediye edeceğim. 

* bişey okuyamıyorum, twit, sosyal medya ve gazetelerden başka! 

* iyi bir film izlemeyeli çok oldu. hep çıtır çerez şeyler var netflikşde

* birazdan markete ve pazara gidip yeni fiyatları tecrübe edeceğim. bu ay evde o kadar az  kaldım ki su faturam 19 lira gelmiş:)))) 

* trilyede meze ve balık için  liman balık'ı tavsiye ederim, yılların mekanı olduğundan.  murat bey hep işinin başında. bir akşamüstü şeysi içerken onunla da lafladık. 



iyi pazarlar