madem gezemiyorum; sırasız tam liste yaparım ben de! umarım hepsini anımsamışımdır değilse de bir sonraki yazıya

21 Aralık 2020 Pazartesi

 yunanistan; 

1. atina

2. selanik

3. kavala

4. alexdanropoli

5. xanti 

6. drama

8. eagen adası 

9. kos

10. lipsi 

11. kalimnos

12. rodos 

13. leros 

14. komotini 

15. simi 

italya: 

16. roma 

17. bolonga 

18. floransa 

almanya; 

19. hamburg 

20. bremen 

ispanya:

21. barselona 

22. sevilla 

23. granada 

24. malaga ( iki kez) 

25. estepa ( iki kez)

26.marinaleda (iki kez) 

saraybosna:

27. sarajevo 

28. mostar 

kuzey makedonya; 

29. üsküp 

30. ohrid lake 

arnavutluk:

31. tiran

32. elbasan 

33. durres 

34. kruja 

çekya 

35. prag 

macaristan 

36. budapeşte 

slovenya:

37. lubliyana 

38. bled lake 

hırvatistan:

38. zagrep 

romanya:

39. bükreş

sırbistan

40. belgrad 

41. zemun 


dün unutulanlar; 

42. mitillini ( midilli) 

43. lizbon - madrid ( madridde çok kısa kaldığım için yarım:) 

44. sakız 

45. limni 

46. semontraki 

açık ara yunanistan önde; onu burun farkıyla ispanya izlemekte:))) at yarışını bile özledim lan! hedefte ingiltere var. sonra artık ilk fırsatta yunan tabii ki 

gezmeli, içmeli, yemeli, sevişmeli 

attım gitti yazıyı 

unuttuğum yer varsa da bir sonraki yazıya 


 

aşık olduğunuzu nasıl anlıyorsunuz siz?

18 Aralık 2020 Cuma

böyle baktığın bir adama aşık olmuşsundur ( kesin bilgi) 
dönmeden önceki gün yemekleri beklerken richard çekmişti 

başa saralım; uçağımı 7 saat kadar önceye alınca öğleden sonra dalaman havaalanına inmiş oradan dalyana gitmiş kolumda plaj çantasıyla keyifli keyifli otel aramış çok da mırın kırın etmeden mütevazı bir otele çantayı atmıştım. havuz başında güneşlendiğim bir sabah türk kahvemi keyifle içmiş güneşin tadını çıkarıyordum. lobide bir takım konuşmalar duyuyordum uğur yardımcı olmaya çalışıyor ama adamın ne dediği kesinlikle  anlaşılmadığından, ta ki uğur bana '' handan hanım anlamıyorum adam ne istiyor, bir bakar mısın'' deyince kadar dönüp bakmadım bile. yok yok dönünce vurulmadım adama:)))  adam ingilizce konuştuğunu iddia ediyor ama böyle bir ingilizce yok diye yemin edebilirim ama ispat edemem:) adama, çok  hızlı konuştuğunu, biraz yavaşlarsa ne istediğini anlayabileceğimi söyledim. çay bahçesini soruyormuş! evet tea garden dedi normal ingilizce ile. tarif ettim, döndüm şezlonguma uzandım. ta ki akşam üzeri en sevdiğim şeyi otelin önündeki bara kurulup bir bira içerken etrafı izlemeye ininceye kadar da adamı unuttum gitti. aynı adam oturmuş o da bir bira söylemiş, uğur'cum ben de bir bira alayım, dedim adamla merhabalaştık, nasılsınız diye sorunca adam ben de buyrun diye elimle karşıdaki koltuğu işaret edince hemen kalkıp karşımdaki koltuğa oturdu hop diye hergele bekliyormuş zaten davet:)))  laflamaya başladık. işte laflayış o laflayış aylardan aralık biz hala laflıyoruz:)))) richard korkunç aksanını mecburen bir tarafa bırakıp ilk okul öğretmeni gibi ingilizce konuşmaya başladı, ben de google translate ve özel hoca yardımıyla korkunç ingilizcemi biraz yola getirdim. 

ben birinden etkilendiğimi sonra anlıyorum. yok yok özleyince bile değil nasıl anlatsam konuştukça, konuşmak için saat farkını bekledikçe aaa baktım ki adam hayatıma sızmış! tatili bitip ülkesine dönen richard ile iletişimi hiç koparmadık. ilk günler basit konuşmalar yaparken, sonra birbirimizi özlediğimizi fark ettik. sonra gelişti her şey. ahahha en komiği de ingilizcedeki dear / darling meselesini konuşmamızdı. ben ''sevgili handan'' hitabından gerçekten nefrete varacak kadar hoşlanmam. sevgili / sevgilim olayını konuştuğumuzda artık taşlar yerine oturmuştu. 

uzun zamandır bu kadar içime sinen bir adam girmemişti hayatıma. en son altay'a  böyle aşık olmuştum! hoplaya zıplaya şarkı söyleyerek geziyordum gayrettepe sokaklarında! onu da ilk günler anlamamıştım ama sonra aşık olduğum an'ı dahi net anımsadım. spor yapıyorduk, o terliyordu ve ben aslında terli insana bakamam ama onunla sohbet etmeye devam ediyordum. gitmek üzereyken de kahve içmeyi yine ben teklif etmiştim. yunan tanrıları kadar yakışıklı bir adamdı! deyip kesiyorum burada. 

tatil yaparken richard ile kısa konuşmalar yapıyorduk ama ikimiz de tek başımıza zaman geçirmeyi de iyi bildiğimizden hiç sorun yaşamadık. ben havuz başında güneşlenirken o gidip gezip geliyor, o plajda kulaklığını takıp müzik dinliyorken ben plaj lezzetlerini keşfe çıkıyordum. döndükten sonra bir daha gitmeyi düşünsem de gitmedim. şimdilik sıkça konuşarak zaman geçiriyoruz. baharda yeni seyahatlerde buluşabiliriz. 

işte böyle. kovid bir aşk getirdi hayatıma. iş yerinde yaşadığım  sorunları avukatımın kucağına bırakıp, kovid ve sınırlamalar biraz hafiflemişken tam da şimdi tatil yapılır diye dinlenmeye gittiğim bir yerde, bir ingiliz ile. hayat. 

çok şeyi çok özledim. richard'ı da özledim. 2021 çok daha iyi olacak, bunu hissediyor dahası biliyorum. 

günaydın

aşkla kalın 


 

pandemi ile geçen bir sene; neler oldu neler

 kaç gün oldu heves ediyorum yazmaya sonra hoop sosyal medyaya; sonra oradan kurtulmak için ciddi bir çaba veriyor ve biraz kitap okuyup biraz da ingilizce çalışıyorum. 

pandemi = evde oturmak. 

pandemi = evi en azından açık yerleri hemen hemen her gün silmek 

pandemi = netflixte ne var ne yok ne izleyeyim diye saatler geçirmek 

kendime haksızlık etmeyeyim ama bu arada stoner gibi değeri sonradan anlaşılmış bir kitap okudum. sırada başka kitaplar var. 21 günü aralıksız yapamasam da 10 gün kadar düzenli yoga yaptım, sabahları medya turunu sanırım hiç kaçırmıyorum. 

günümün en keyifli saatleri sabah çok erken ( 7 gibi) uyanıp laptopu yatağa taşıyıp sert iki fincan kahve eşliğinde şehir sessizken martıların çığlığıyla medya turu yapmak. bazan geceden yarım kalan filmi ya da diziyi bitirmek ile devam eden bu süreç kahvaltı hazırlamaya artık ondan sonra işe gidilecekse iş değilse evde... bir bölüm dizi bir 10 dakika ev işi:) bir bölüm dizi, salata malzemesi hazırla, bir bölüm dizi 10 dakika mola salata yapmaya:) böyle böyle geçiyor işte. 

yok, ekmek yapmadım. ama göreme'den çok yemek çok tatlı söyledim. en son sütlaç kaselerinden küçük bir dağ olunca evde yahu bunları ne yapayım dedim, ee dediler biz altı tanesine bir sütlaç veriyoruz, ooo hemen gelin alın dedim. aldılar. 

dondurma ve çikolata çok ama hakikaten çok tükettim. çikolataları değişik değişik markalardan ama dondurmayı sabahları yürüyüş olsun diye gittiğim kurtuluş damla dondurmadan aldım çoğunlukla. 


ayda bir kuaföre gittim. en sevdiğim şeylerden biri de sabah erken saatte istiklal caddesini boydan boya yürümek. sonra sıcacık simitler alıp kuaförde ilk müşteri olmanın dayanılmaz şımarıklığıyla... geçen saatler ve en nihayetinde şıkır şıkır çıkıp artık kalabalıklaşmış caddeyi boş verip kartal geçidinden çukurcumaya doktorla kahveye oradan cihangire, geçerken aç isem müthiş bir sos ile tavuk çevirme yapan yerden tavuk ve közlenmiş patates ve soğan alıp oradan eve. yky tabii ki uğrak noktalarından biri. dezenfektan kullanınca eldiveni zorunlu tutmuyorlar, eldivenle kitap seçmeye katlanabileceğimi sanmıyorum. o dönemlerde girmiyordum. 

bu sene diğer bütün seneleri geçmiş yazdığım yazı sayısı; 47! bununla olacak 48 başka yazmazsam. mart ayında yaşamımıza giren kovid sonrası 20 gün kesintisiz evde oturmaktan başka sıralı çalışma düzeninde hep çalıştım. zaman zaman o da kalktı ve hafta beş işe gittim. sosyal medyada sıkça soruluyor; nasıl hasta olmadınız hala diye, bana değil herkese. ben neler yapıyorum; 

* evime misafir gelmiyor:) gelenler de misafir değil. zaten öyle ağırlama vs çok seven biri değilim, habersiz çat kapı benim evime gelemez kimse. onu bırakın geç saatte  telefonla bile ulaşılmaz bana. yani öyle kimilerinin övündüğü ay canım bişeye ihtiyacın olursa ara kaçta olursa, insanı değilim ben. 

* sabahları ( şu an 7.43) uyanınca bir bardak su içiyorum. sonra sırasıyla bir kaşık sızma zeytinyağı, bir diş sarımsak ve bir limonun suyunu sıkıp içiyorum. bolca filtre kahve içtikten sonra işe gideceksem bir tost yapıp çantama atıyor değilse evde sıkça instagramda paylaştığım kahvaltı tabaklarından birini hazırlayıp güzel bir kahvaltı yapıyorum. evde meyve çerez hiç eksik olmuyor. avakado, ceviz, badem, tuzlu fıstık, antep fıstığı, bolca ama gerçekten bolca çikileta, süt, maden suyu, ananas, limon mutfaktan eksik etmediğim yiyecekler. bunların yanında genelde kuzu eti, az da olsa kür edilmiş etler ( yaylatürk sosis harika bişey:)) zaman zaman bal kaymak ve sütlaç  ( göreme muhallebicisinden) yine hem leziz hem de beni yükselten yiyecekler olarak mutfağımda. yine bağışıklık için arada bir bol soğanlı sarımsaklı tane karabiber ve zencefille mercimek pişiriyorum. evet kırmızı mercimek, bütün saydığım malzemeleri ve mercimeği az suda ( varsa et suyu) pişiriyor ve bu çorbadan katı mercimek yemeğini yediğim zaman akşamdan kalmalık varsa bile uçup gidiyor. yazması uzun olsa da aslında kolay. hepsini çiğden koy tencereye pişir. balık, kuzu eti, meyve sebze ve tabii keyif veren yiyecekler. çizkek gibi:))) tchibodan alıyorum, bayıla bayıla yiyorum. hem sirkülasyonu fazla hem de paket eve söyleyip beklemek pek tarzım değil. kanyon tchibo uğrak noktalarımdan. 


sokağa dair çok şeyi özledim. bilinen anlamda tek seyahat yaptım bu süreçte; dalyan. ve bu seyahat benim aslında tatsız bir durum için kadıköye gidip oradan havaalanına geçip akşam olan uçağımı öğle vaktine almam gibi bir dizi serüven ile başlayıp sürprizlerle dolu bir seyahat oldu: aşık oldum! 

yani aslında şöyle; aşık olduğumu istanbula dönünce anladım. anlatıcam durun kahvemi tazeleyeyim. diğer yazıya kalsın bu yazı hem çok uzadı hem de sanırım yaşadığım şey  böyle bir yazının altında kalacak bir şey değil:)) başlı başına bir yazıyı hak edecek bir aşk! 


devam edecek