zemun

30 Temmuz 2019 Salı
bir önceki yazıya zemun sonraya kalsın diye son vermiştim; ve zemun geldi hanımmm:) 

zemun, belgrad'ın ilçesi; daha önce osmanlı belgrad'a hakim olduğunda, zemun'a habsburg hakimmiş o avusturya esintisi mimari oradan geliyormuş. bu teknik bilgiden sonra gelelim benim zemun'uma. 

otelden taksi çağırtıyor ve 700 sırp dinarı tutacağını öğreniyorum, taksici her yerde taksici anacım, o yüzden tedbiri elden bırakmamak gerek. evet, hakikaten 15 dakikada gidiyor 730 dinar gibi bir rakam yazıyor taksimetrede. 

nehir kıyısına inmiş oluyorum böylece. iki gündür tepeden bakıyordum tuna'ya. 


sıra sıra cafeler restoranlar kocaman ağaçların altında; henüz sabah hepsi hazırlık yapıyor ve hepsi birbirinden güzel. bir uca kadar yürüyüp bir espresso yuvarlıyor sonra taksiyle geldiğim yöne doğru geri yürüyüp ikinci el ve diğer küçük butikleri geziyorum. bir çanta ve elbise beğeniyorum ama hemen almıyorum biraz pazarında gezip kahve alıp sonra nehir kenarında yine yürüyorum. dikkatimi çeken bir şey oluyor; nehrin bir tarafı restoran ve kahveler ile dolu iken diğer tarafında kocaman ağaçların altında sadece banklar var. koşanlar, banklarda oturup nehri izleyenler, yeşil çay tanıtımı yapan genç kızlar, sokak müziği yapanlar... yani demem o ki nehir sadece restoran / bar / kahve müşterilerine manzara sunmuyor tam aksine hiç para harcamadan da nehir kenarında gününüzü geçirebiliyorsunuz. iyi şehircilik. sevdim. 

ismi çok neşeli değil mi ya 
gugutka 

bir yere gittiğimde hiç bilmiyorsam bile yolu izi japon turistleri takip ediyorum anacım:) hiç yanılmadım henüz. yine iki japonun peşine takılıyorum döne dolana taaa o yukarıdan manzara izleyeceğimiz yere kadar çıkıyorum. hava sıcak dinlene dinlene çıkıyoruz. 200 dinar verip teatar gardos'a çıkıyorum. ve bütün tuna ve sava ayaklarımın altında! 
dünyanın merdivenini tırmanıyorsun döne döne 
sonra işte buraya çıkıyorsun 

iki saat gezip dönerim dediğim zemun'u öyle çok seviyorum ki akşama kadar o kahve senin bu yerel bira benim ay bir de pazarın karşısında oturayım insanları izleyeyim diye diye akşamı ediyorum. gezerken buraya bir daha geleceğimi hissediyorum. ikinci el mağazadan beğendiğim çanta ve elbiseyi alıp, sahibesi zarif kadın ile birbirimize iyi günler diledikten sonra zemun'dan ayrılıp belgrad sokaklarına atıyorum kendimi. 

zemun, küçük güzel bir kasaba. hostel de var, gördüm ama girip sormadım kaç paradır nedir ama belgraddan çok daha ucuz olacağı muhakkak. buraya rahat rahat 3 gün ayrılabilir, nehirde gezinti, deniz ürünleri ile uzun akşam yemekleri, iç kısımlarda yerel barlarda vakit geçirilip gayet güzel alışveriş yapılabilir. 

üç gün kaldın handan belgradda hiç mi olumsuzluk yaşamadın, derseniz vallaha çok ufak bir iki şey dışında, biri bilmem kaç yıllık restoranız biz diyen yerde alelacele yemek yemek için  sipariş verip masaya yöneldiğimde yalnızım diye beni zaten sokaktaki masaların en arkasına yani yayalarla en yakın masaya yönlendirmek istemelerine hiçç kızmadan popomu sallaya sallaya o masaya oturmam ben canım, diye elimi sallayıp uzaklaşmak, oldu.lan ben istanbuldan gelmişim, hizmet sektörünün ciğerini biliyorum, sen kimsin ki ben yalnızım diye en kötü masa örtüsü lekeli servisi açılmamış masaya yönlendireceksin!. hahayyyt güleyim bari. başkasına yap canım bu ayakları benim gibi huysuz kadına yapamazsın bu numarayı. ay epeyi sinirlenmişim bak yaza yaza... bitti 

ben bir kahve içeyim artık belgrad yazılarına son vereyim. 

en son aldığım kitap mehmet yaşin'in yumurta nasıl kırılır, diye esprili bir isim verdiği yumurta üzerine kapsamlı bir kitap. eğlenceli, kolay okunur ve okurken canınızın yumurta çekmesi garanti. mehmet yaşin'i ben daha yemek bu kadar moda olmamışken hürriyette okurdum, o zamanlar bir de tuğrul şavkay vardı. oy yaşımız da iyice çıktı ortaya. neyse. kitap eğlenceli güzel. menemen garantili. 

yeni rota benim haz coğrafyama ( bu tabiri susan sontag'tan yürüttüm! haz coğrafyası, ulan nasıl güzel bir tanımlama) benim haz coğrafyam tabii ki yunanistan. adaları özledim, kalamarı ahtapotu soğanlı peynirli salatayı alfa birayı yani bütün yunanı. önce bodrum biraz arkadaş eş dost sonra hoop kos oradan artık rüzgar nereye eserse. bu sefer çekçekli valiz değil anacım o valiz yolu kaldırımı düzgün yerler için, yoksa dağ taş in çık kim kimi taşıyor belli değil:))) sırt çantama iki elbise iki bikini bir kimono bir de işte her zaman olduğu gibi bakım ıvır zıvırları atıp, adaları gezeceğim. denize bakıp öğle uykularına uyuyup sadece denizden çıkanları yiyeceğim. 

kaçtım ben. 

ışıklı şehir; belgrad

29 Temmuz 2019 Pazartesi
hadi gelin size ışıklı belgrad şehrinden sonra okuduklarımdan bahsedeyim, biraz. 


bükreş'i öyle aman aman çok benimsemediğimi yazıdan da fark ettiniz, zaten. ama belgrad öyle değil, gezerken seviyor insan belgrad'ı; böyle sevecenlikle ay bu sokağa da gireyim, anammm bu parkta ürkünç evsizler var hızla uzaklaşayım, anam burası açık hava yatakhanesi gibi her bankta bir evsiz, aaaa mama shelter.. tamam tamam başa sarıyorum; belgrad'ı çok sevdim. bir daha gideceğim. 

bükreş'ten belgrad'a en zahmetsiz uçak ile gideceğim gerçeği ile yüzleştikten ( 100 euro bu yüzleşmenin bedeli:)))) sonra yine kahramanım canan en uygun saatte biletimi aldı. 

ben insani saatte uçmayı doğru buluyorum, gecenin 3'ünde 100 lira daha ucuz diye uykumdan olup, taksiye binip, uçmayı hiç tercih etmedim. uygun saat biraz pahalı gibi görünse de değil; rahatlık, gün ışığında şehre varma gibi artılar paha biçilemez şeyler, çünkü. 

öğleden sonra bükreşteki hostelimden valizimi çeke çeke çıkıp meydandaki otobüs durağına 15 dakikada vardım. yarım saatte havaalanına varıyorsunuz. sonrası işte o küçük uçak ile maceralı belgrad uçuşu. 

belgrad sokakları
belgrad'da hatırı sayılır bir türk nüfusu var; turisti yaşayanı. inince beş euro bozdurduk otobüse bindik hoop belgrad meydan. kafamı bir kaldırdım hilton. ya bir lüks vereyim kendime desem de, günlük bb 100 euro biraz fazla geldi. bir arka sokağa geçin, dedi resepsiyondaki kızlar, uslu bir kadın olup geçtim:) ve bingo! nasıl güzel bir sokak; kafeler, restoranlar ve üç yıldızlı park otel. belgrada giderseniz gönül rahatlığı ile tavsiye edebileceğim bir otel; oda & kahvaltı geceliği 50 euro, sokak güvenli, tertemiz, italyan restoranı da var cafesi de tasarım mağazası da. kahvaltı leziz, omlet yapıyorlar, odalar her gün temizleniyor. hadi dedim hostel ekonomisinden sonra bu lüksü satın al, handan:) 


o arada tabii ki otel resepsiyonunun para bozdurmak için yanıma birini verip döviz bürosuna kaybolmadan gidip gelmemi sağlaması da gönlümde ayrıca yer etti. sokağı dönünce kaybolabiliyorum ya ben. neyse 


odaya attım çantayı, hoop sokağa! yürü yürü yürü işte belgradın kalbi kale meydanına (kalemegdan) çıkan sokak; mağazalar, restoranlar, sokak müziği... 


omg 



isimli restoranı tamamen tesadüf buldum; buz gibi biranın yanına tavuk çok güzel dediler, e hadi tamam dedim ve çocukluğumun tavuk lezzetini o jelatinli tavuk kanat ve butlarını buldum bu iddiasız görünen restoranda! nefisti, nefis. kalemegdan meydanına girmeden soldan aşağı inen sokağa bakın, tahta masalı bir yer var hah işte orası omg restoran. üç çeşit et var zaten; tavuk, köfte ve sosis ve tabii leziz biralar. 

belgrad eğlenceli ve güvenli bir şehir. birazcık tren istasyonu kısmında ürktüm ben, gece orada hostelde falan kalamazmışım. benim yerim süperdi! eğleniyor geziyor yiyor içiyor en son sokağa demir atıyordum nasılsa otelim 10 adım diye. şahane bir güvenlik duygusu. 

3 gece kaldım belgradda, bir gece hiltonun barında nefis canlı müzik ile eğlendim ki öncesinde mama shelter'daydım. bir gün öğle sıcağında 800 dinar verip şehir turu attım gezi otobüsü ile. yok in bin olan değil, o yok belgradda, 70 dakikalık bir tur var şehrin bütün ana hatlarını gezdiren. 800 dinar 42 lira falan ediyor. 

pazarını gezdim tabii ki ve kuru fasulye aldım:) meyveler bol ve ucuz, pazarcılar genelde yaşlı kadınlar. şehirde evsiz çok. kızlar çok ama çok güzel. erkekler uzun boylu ve yakışıklı. 

bir yarım gün diye gidip akşama kadar kaldığım zemun bölgesinden sonra bahsedeyim, olur mu? çok uzun oldu bu yazı. 

zemun bölgesinde en sevdiğim kafe

belgrada kampanya ucuz bile kovalayın anacım bulunca bana da haber verin.  



yeni seyahat rotası oluşturuldu, eskisine dair iki satır yazayım bari

24 Temmuz 2019 Çarşamba
yeni seyahat rotası oluşturulduğuna göre unutmadan instagrama baka baka bükreş için bir kaç satır yazayım. 


bol kahkahalı bol içkili yarım saat havada turlamalı bir yolculuktan sonra  şakır şukur yağmur altındaki  bükreşe indik. yol arkadaşlarımın en yakışıklısı;)  beni şehrin merkezine bıraktı; ki hakikaten şehrin göbeği olduğunu ertesi sabah fark ettim:))) 

çok rahat bir şehir bükreş; merkez çok güvenli, periferisini bilmem; ben 4 günde turist turist tur otobüsü dahil gezdim. 

şehir old town bölgesi ve oraya açılan büyük geniş ferah caddeler ve etkileyici yapılardan oluşuyor. her mutfak var; ben ilk gün yunan mutfağına dayanamayıp bir gyros götürdüm vallaha hiç yerel mutfak aramadan. ki aslında ben buraların yerel mutfağını biliyorum daha önce yaptığım üsküp, ohri, arnavutluk, saraybosna vb. şehirlerden. neyse her mutfak var en çok vietnam şaşırtsa da beni, tanıştığım bir türk almanyada türkler neyse burada da vietnamlılar o, deyip noktayı koydu olaya. 

bükreşte hosteller 10 euro civarı. tavsiyem old town içinde kalmamanız, zira orada gece 3 lere kadar müzik var. benim kaldığım antik hostel nehir kenarındaydı, o yüzden mışıl mışıl uyudum istediğim saatte. 

para birimi lei / ley. meydanda dönercinin yanında döviz bürosu var, çalışanlar türk, güvenilir çocuklar. dönercide de türk gençler var çok doğal olarak. yunan, arjantin, türk her mutfak var. kahveler güzel, fiyatlar 2 leiden 10 leiye kadar bir skalada. yemekler de öyle. o çok turistik restoranlar bir yana en güzel yerlerden biri bira fabrikası denen yer; 

beraria; kocaman bir bira bahçesi; lokal bira, biralık atıştırmalar, yemekler, farklı barlar. bir yarım gününüzü buraya ayırabilirsiniz. 

hard rock cafe de bunun yanında aynı bölgede ama orada lokal bira yok. bildiğin hard rock cafe işte:) 

bir de kulüp arayanlar için boa kulüp var yine bu eğlence kampüsü diyebileceğim yerde. ben saat 11 de uyuduğumdan benlik değil ama meraklısına, güzelmiş müzikleri. 

köfte, sosis, bira en çok yenen şeylerden. bir de benim hiç sevmediğim nargile var! herr yerde herrr! kaçtım durdum nargile kokusundan, arkadaş. buldum tabii ki nargilesiz kahveler, vietnam restoranları vb. saigon diye vietnam birası içtim; vietnam nereeee bükreş nere diye diye. 

bükreş çok güzel bir şehir mi? daha güzellerini gördüğüm muhakkak. 3 gün fazla fazla yeter. çavuşesku zamanında yapılmış devasa binalara bakarken sinir olmamak elde değil tabii. parlamento sarayına giden ağaçlı yolda çok güzel kahve satan yerler ve inanılmaz güzel mağazalar var, oralar gezilir bak. 

3 gün yiyip içip gezin, sonra benim gibi ay ben buradan belgrada trenle geçerim nasılsa deyip dönüş biletinizi belgraddan almadan tren var mı yok mu diye bakın bir zahmet! 

bükreş belgrad arası tren yok. 

aklıma bükreş için pek çarpıcı bişey gelmiyor, sadece otobüste yanıma oturan beyin telefonu çalıp türkçe konuşunca, ben de bükreşte ne kadar çok türk var, diye lafa girince adam bana türk müsünüz? ben sizi israillilere benzettim demesi, sonra memleketimi söyleyince de ''orijinal mi'' demesi ve kahkaha attığımı anlatabilirim. orijinal diyarbakır'lıyım, evet:))))) hay siz çok yaşayın emi, yol arkadaşım. 

acıktım ben, siz bükreş notlarını instagram fotoları eşliğinde okuyun da ben bir yemek yiyeyim. 

gelsin bakalım yeni yaş, heybesinde ne var bir göreyim

1 Temmuz 2019 Pazartesi
geldik yine doğum günü ayına. haziran bitti ya bu güzel. 


kendime seyahat hediye ettim yine her yıl olduğu gibi; bükreş ve belgrad; bakalım bu başkentler nasıl. sadece bilet var vallaha başka ne otel rezervasyonu ne de başka bir şey. bir kaç blogdan yeme içme noktalarını okudum ama tabii ki gittiğimde yine kafama göre takılacağım; gölgeden serin serin uzun uzun meydanda oturmalı insanları izlemeli 
yaz, sıcak; hosteli pek kaldıracağımı düşünmüyorum yazın biraz daha konfor arıyorum, otel ama hangi otel olur onu bilmiyorum. şehir merkezinde temiz düzgün bi otel olsun yeter. 

diğer yazıda haziranda yaşadığım / yaşadığımız üzüntülerden bahsetmiştim; daha iyiyim. kendime iyi gelecek şeyleri biliyorum; spor, yürüyüş, kitap, müzik; evet çok bilinen zevklerim var:) buna ek olarak tam olarak nerede ve nasıl öğrendiğimi bilmediğim bir ''sıkıntılarla hayatı beraber götürme'' özelliğim var benim; hırslı ve mücadeleci annemden mi aldım bu özelliği yoksa 4 sene yatılı liseden mi, bilmiyorum belki her ikisi de. hayatımın en sıkıntılı dönemlerde dahi sabah uyanıp beyaz keten elbisemi giyip kırmızı rujumu sürüp akşama da dışarıda yemeğe gittiğimi anımsıyorum. buna benzer onlarca gün var yaşadığım; çünkü sıkıntıların beni alt etmesine izin vermemeliyim, çünkü geçecek evet hasar da verecek en az hasarla atlatmanın onlarca yolu var. 

bu ara en çok mesela semtimizdeki mudo garage oldu kafa dağıtma mekanım. niye? çünkü mudo zaten senelerdir rahatlık ve doğallığı ön planda tutan ben için ahşap ve pamuk dokumaları ve envai çeşit neşeli eşyaları ile tercih ettiğim bir marka, çünkü garage mağazası inanılmaz ucuz; tabaklar, fincanlar, kilimler alıyorum ödediğim paralar komik paralar! çünkü bu mağazada %80 indirimli ürünler evet defolu ama ne olacak o kadardan canım benimle yaşamayacak ya 3- 5 liraya balık tabak aldım daha ne olsun:) 
mudo garage profilo avm zemin 1 de. 

kitaplar yine aklımı korumam için yardımcılar; remzi kitabevi de sevdiğim kitapçılardan. kanyonda hem karnımı doyuruyor hem soğuk bir bira yudumluyor hem kitap hem de giysi alarak günü keyifle bitirebiliyorum. zula her daim kalabalık bir kez hamburger yedim ben harbiye şubelerinde (aslında merkez harbiye)  ama kanyonda henüz kalabalık olmayan saati tutturamadım. iş saati kaçayım bir gün de bira & hamburger yapayım. 
nejat işler'i severim. ikimizin yerine diye film çekmiş en son onu da izledim, kitabını da okudum; çarpıcı. okumaya başlayınca bitirip bırakılacak bir kitap. 

son yıllarda ne giymekten hoşlandığımı bildiğim için bir kaç markanın indirim zamanını kolluyor oradan alıyorum. hangi markalar bunlar; beymen club ve yargıcı en çok alışveriş yaptığım giysi markaları, ikisinde de keten, pamuk gibi sağlıklı dokumalardan giysi bulabiliyorum. sentetik giymekten hep kaçındım. ayakkabıda ceyo ve gabor. ceyo ekonomik gabor biraz pahalı olsa da çok rahat o yüzden indirim zamanını kaçırmadan bir iki atıyorum dolaba. 

açık hava pazarlarına sıkça denk geliyorum, ikinci el giyinmek benim gibi titiz birinin işine pek gelmiyor kuru temizlemeye ver vs. uzun iş, ama bu açık hava pazarlarında kimi zaman etiketi üstünde giysiler de olabiliyor. geçen hafta sabah erkenden istiklal caddesini son sarhoşlar terk ediyor dükkanlara mal ikmali yapılırken kuaföre gidip işlemler erkenden bitince maçka sanat parkında denk geldiğim pazarda etiketi üstünde bir elbise buldum mesela, e aldım da. istanbul bu her yerde farklı bir şeye denk gelebiliyoruz, bu şehri bundan seviyorum en çok. 

yemek işine gelince haziranda pek dışarıda aman test edeyim diye yormadım kendimi, güvenli kollarda yedim yemeklerimi tanıdık bildik mekanlarda. keşif duygumu  bükreş ve belgrad için saklıyorum. istanbulda yazın yeme içme sektöründe pek bir yenilik olmuyor zaten. eylülde başlarım keşiflere.

bu ara bir caz konserine gideceğim. 

bir de sevan bıçakçı var benim istanbula hayran olduğum kadar takılarına bayıldığım! zorludaki mağazalarına gidip gidip bu kırmızı taşlı yüzüğe bakıp duruyorum ve onu alacağım! 

sevan bıçakçı 


sevan bıçakçı 

işte böyle, bu ay bir yaş daha büyüyorum. kafam 25 te kaldı:) bakalım 

günaydın