kanepede geçen günler, hesap lütfen, bir bahar daha geçti...

30 Mayıs 2021 Pazar

 geçen seneye dair kayda değer pek bir şey anımsamıyorum; anımsadıklarım ondan önceki seneye ait. çünkü geçen sene hep kanepede geçti. 

bu bahar da geldi geçti. kanepede geçen zaman uzadıkça tahammül sınırlarımız zorlanmaya başladı. tam da o zamanlardayız. neyse ki hala iyi kitaplar, iyi filmler var elimizin altında da zaman geçirebiliyoruz. 

hesap lütfen, bitti. çok keyif aldım okurken. çok şey öğrendim. kitapta bahsi geçen yazar, kitap ve filmlere de ayrıca göz atacağım. gelelim yine alıntılara. 

kitaptan; sayfa 44 ''okurlara önerimdir: daha sonra çözülür diyerek isteklerinizi ve düşüncelerinizi asla ertelemeyin.'' 

bu kitabı okumadan önce de bu benim hayat mottolarımdan biriydi. 

üşengeç ve erteleyen insanlardan da çok hoşlanmıyorum zaten. üşenmiyorum, canımın istediğini canımın istediği zaman imkanlarım dahilinde yapıyorum. sorunları da güzellikleri de konuşarak çözmeye ve paylaşmaya her zaman varım. sessiz kalayım da karşı taraf anlasın, insanı değilim ben. karşı taraf da o kadar zeki ya da anlamak isteyen biri olmayabilir:) anlatırım, baktım anlamıyor bir daha anlatmam; hayat öğretmenlik yapmak için çok kısa. anlayanlarla devam ederiz yola. sevgililik için de bu geçerli arkadaşlar için de aile için de. düşündüğünüzü söyleyin, sonra sürekli ben öyle düşündüm de yapmadım da de da diye kafa ütülemeyin ya mümkünse:) 

iş hayatında sıkça yaşadığımız bir sorun var; torpille makam sahibi olanlar. o makamda kalabilmek için yaptıklarını anlatmam için upuzun başka bir yazı yazabilirim, mevzu o değil. milor, torpille gelenleri ve doğurduğu sonuçları şöyle anlatmış. 

sayfa 85 ''torpille gelenler gün geçtikçe zorbalaşırken diğer çalışanların motivasyonları da giderek kayboluyor. bazıları yalakalık yapmayı seçtikçe bazıları daha çok içine kapanıyor. bu durumda kaybeden hep toplum oluyor.'' 

torpille gelen zaten yetkin olmadığından içten içe hep bir görevden alınma korkusu yaşadığında bu korkuyu gizlemek için saldırganlaşıyor. evet, aklınıza gelen örnek doğru:) torpille gelenden daha rahatsız edici bir şey varsa o da yalakalar. bir tanesine bir gün dayanamayıp ' ya siz kocanızı idare eder gibi idare ediyor olabilirsiniz yöneticiyi ama ben etmem bir daha bana ''sus'' işareti yapmayın.'' demiştim, sakince! ikincide bu kadar kibar uyaramayabilirim sizi diye de eklemiştim:) yalakalığın sınırı yok hakikaten bunu arşa çıkaran çalışanları görünce bazan şakayla karışık ''bu yönetici az yapıyor size'' ya demişliğim bile var. torpil iş hayatında her şeyi baş aşağı götüren olgulardan birincisi. sonun başlangıcı da diyebiliriz. görmezden gelip işini yapan çalışan da içine kapanıyor işte. sorun kartopu gibi büyüyor. torpil ve yalakalık birbirini tamamlayan süreçler, yönetici onu yönetici yapanlara yaltaklanıyor, iş yerinde ufak / büyük rantlar için çalışanlar bu basiretsiz yöneticiye yaltaklanıyor böyle böyle gidiyor işte. boş verin, yok sayın. 

sadece yok saymak değil tabii tek çözüm bunun yanında bir başka öneri de milor'dan gelmiş. sayfa 88 ''yalakalık yapmadan işinizi hakkıyla yapmayı, eğer risk almanın doğru olmadığı bir zamandaysanız çalıştığınız alandaki mutsuzluğunuzu hafifletecek alanlara yönelmeyi tavsiye ediyorum. '' 

mükemmel bir öneri. iş dışında bir hobiniz olsun. bu coğrafyada beğenmediğimiz her işten o anda ayrılmak gibi bir lüksümüz yok. o zaman iş saatleri dışında kendimize mutlu olacağımız alanlar açmalıyız. 

ben kişisel alanımın sınırlarını kesin çizen biriyim. mesela geç saatte bana ulaşamazsınız, diyelim ulaştınız ama boş bir şey için arıyorsunuz! bir daha yapmamanızı söylerim. ya da ne bileyim benim evime habersiz gelemezsiniz. sabahları kahve içerken gazete okurken pek konuşmam. siz de konuşmayın mümkünse:))) evim derli topludur düzenlidir siz de misafir iken buna dikkat edin isterim. bunun gibi bir sürü şey. kitapta buna dair güzel bir tespit var. 

hesap lütfen / sayfa 111 '' insanın yaşadığı yerde kişisel zevkleriyle var olması o insana bir aidiyet yaratır, ona huzur verir... kendinizi tanıdıkça da zevklerinizle var olmanın güzelliğini hissedeceksiniz.'' 

her iki cümle de aslında üstüne cümle edilmeyecek kadar net. ancak bir örnek vermeden geçemeyeceğim. liseden bir arkadaşım boşanmıştı, lise arkadaşı olmanın verdiği samimiyetle ''neden'' diye sorduğumda '' handan ben evlilik hayatım boyunca hiç kendi istediğimi yapmamışım hep onun  istediği hayatı yaşamışım şimdi anlıyorum bunu.'' dediğinde insanların kendi özelliklerini ve isteklerini bir tarafa bırakıp başkasının (kocasının/karısının) istediği ve çizdiği hayatı yaşayınca nasıl yıllar sonra canhıraş bir şekilde bitirdiğini görüyorum evliliklerini. evinizi, mutfağınızı, kitaplığınızı, gardrobunuzu kendi istediğiniz şekilde düzenleyin, moda şu diye eşiniz bunu istiyor diye değil. siz mutlu olursanız karşı tarafı mutlu edersiniz mutsuz insan mutlu edemez arkadaşlar, deli olmayın. 

son bir not da sürekli canı sıkılan ve aktivite yapmazsa ölecek gibi olan, kendini eğlendiremeyen, zinhar yalnız kalamayan yeni nesil iyi para kazanan gezen tozan ama hep bir eksiklik duygusu ile çılgınlar gibi alışveriş yapan yine de ve sahip olduğu her şeye rağmen mutsuz beyaz yakalara; milor diyor ki: 

sayfa 114 '' ne fark ettim biliyor musun, insanlar günümüzde eğlencelerini bile iş haline getirmeye başladı.'' 

bu tipi ben kanlı canlı tanıyorum:) bazan da yahu anaokulu çocuğu gibi bir şey yapmazsanız sorun oluyorsunuz, diye takılıyorum onlara. ama kapitalizm çok akıllı, bu orta sınıfın kazandığı paranın çoğunu tereyağından kıl çeker gibi onlara olmayacak şeyleri satarak alıyor. ruhları bile duymuyor. o etkinlik, öteki kıyafet, beriki kurs derken ay sonunda kredi kartı borcu ile yüzleri düşse de öbür ay kapatırım motivasyonu ile çalışmaya ve tüketmeye devam ediyorlar. döngü aynı. ne deniyordu neydi o hayvanın adı:))) neyse. 

ben son dedikçe aaa bir not daha çıkıyor! ama bu gerçekten son. yalnızlık üzerine. ben yıllardır yalnız çıkıyorum seyahate ama bunu duyanlar hep bir nasıl yani diye karşılıyorlar durumu. neresini anlamadıklarını merak ediyorum:) onlar da nasıl canımın sıkılmadığını. ulan malaga'ya gitmişim, her gün başka başka semtleri geziyor, nefis cavalar içiyor, deniz ürünleri cenneti restoranlarda damağım bayram ediyor,  civar köyleri bile trene atlayıp keşfediyorum! sıkılmak ne demek! ahahahah sizin gibi beş yıldızlı otelde, ne idüğü belirsiz sürü sepet yiyecekle doldurulan büfede sıra bekleyip sonra yine aynı döngüde yanmaya çalışmıyorum şezlongda, tabii sıkılırsınız orada kalabalık olsanız dahi. bakın milor ne demiş yalnız kalmayı bilen insanlar için. 

hesap lütfen / sayfa 182 ''yalnız başına kalmayı başarıp bu durumdan keyif alabilen insanlar, başkalarıyla olmayı kendilerinden kurtulmanın bir yolu olarak görmedikleri için, başkalarıyla olmanın değerini daha iyi biliyorlar.'' 

evet, tam da böyle. arkadaşlarımla yemeğe ya da içmeye eğlenmeye çıktığımızda  kimse telefona gömülmez. saatlerce sohbet ederiz, güleriz eğleniriz ya da dertleşiriz hepsini bir arada yapıyoruz daha çok. sonra herkes gayet kafası dinlenmiş, sorunlarını belki paylaşarak başka bir gözden çözüm önerisi almış ya da mutlaka çözülmesi şart değil anlatarak rahatlamış olarak evine dönüyor. yalnız tatile çıkmak kadar güzel bir şey yok. iyi ki sevgilim türkçe bilmiyor ve satırları hiç okumayacak:) 

bakın mesela bu en sıkıcı salgın zamanı pazar rutinimi yazayım size. asker gibi saat 7 olmadan uyandım. önce kahve gazete medya turu yaptım yatakta. sonra salona taşındım, fırına yemek attım:) evi toparladım yemek pişinceye kadar yoga da dahil bütün işleri yaptıktan sonra duşa girdim. rich'le konuştum, duş sonrası kahvaltı ve biraz daha medya turu. malum bugün sosyal medyada yine abi videosu konuşuluyor. şu mafyöz abi:) izlemiyorum ancak ne demiş okuyorum. memleket gündemi ne de olsa. 

sonra bu yazıyı yazdım. milor'un kitabını ben çok sevdim.  iyi ki böyle bir projeye evet demiş, iyi ki nurhak kaya bu nehir söyleşiyi yapmış,  iyi ki okumuşum. tek derdim yaşamımı elimden geldiği kadar güzel yaşamak. bunun için çabalamak/okumak/izlemek/dinlemek hoşuma gidiyor. 

hesap lütfen 

özgün, dengeli ve lezzetli bir yaşamın peşinde 

söyleşi: nurhak kaya 

kronik kitap 

269 sayfa / 35 lira 

iyi pazarlar 



0 comments: