iki sene olacak neredeyse hep bir şeyleri bekliyoruz; önce salgının hız kesmesini o arada aşıyı sonra ikinci aşıyı sonra... hep bekliyoruz; kanepede, evde, yürürken, seyahat ederken kafamızın içinde hep dönüp duran bitmesini beklediğimiz ve normale dönünce yapmayı arzuladığımız şeyler var. belki de yeni normalimiz budur demek istiyorum ama girişte asılı maskeye gözüm takılıyor ve yooo bu yeni normal değil ve olmamalı diyorum.
neyse ki artık okuyabiliyorum. en son hızla bitirdiğim ''büyülü nisan'' romanından bahsedeyim size. başka bir kitabı ararken -bulamadım- iş bankası yayınlarından yeni çıkan ne var deyince çocukların tavsiyesi ve kitabın tanıtım cümlesinin ''kocaları tarafından belirli kalıplara sokulan, sıklıkla ihmal edilen ve içselleştirdikleri toplum baskısıyla baş etmeye çalışan bayan wilkins ile bayan arbuthnot gazetede gördükleri ''kiralık şato'' ilanının verdiği ilhamla cüretkar bir plan yaparlar.'' başlaması oldu. aldım, sanırım iki üç günde de bitirdim. yazmak için kafamda evirip çeviriyordum cümleleri; bu sabah erkenden uyanınca hadi handan dedim.
kitabın ilk 200 sayfası akıcı. elizabeth von arnim iyi bir başlangıç yapmış ve fakat sonra ne oluyorsa oluyor roman sarkmaya başlıyor. ikinci yarı sanki yazar sıkılmış ve onun acısını bizden çıkarıyormuş gibi uzatıyor romanı ve uzattıkça daha da çok sarkıyor. ilk 200 sayfada karakterlerin açılımı gayet heyecanlı iken sonra toparlama aşaması ıhhh nasıl desem yazarı bile sıkmış! bu kadınlar ancak bu kadarını yapar deyip bırakmış gibi. ve bir başka çok kişisel bir yorum; kitap tanıtım cümlesinde vadettiği kadar ''cüretkar'' değil. ancak mary annette beauchamp (yazarın gerçek adı bu) adlı yazarı tanımak, 1920'lerin londrasında kadınlar nasıl yaşarlar ne düşünürler diye bir bakmak için gayet güzel bir roman. yazarın fotoğrafına baktım da şimdi epeyi karizmatik bir kadınmış. ve evet romanda biyografik özellikler var-mış. eh hepimiz biraz kendimizi yazmaz mıyız zaten.
yazmak deyince, blog eski şaşaalı günlerine kavuşmuş görünüyor. dün 1200 kişi okumuş! tek bir yorum yok ama:) dur bakalım bu çok okunmaların sonunda reklam alacak mı blog:) bekliyorum)
en başta neredeyse iki senedir beklediğimizi yazdım. beklerken okuyorum, yazıyorum, izliyorum, evle ilgileniyorum, yemekler pişiriyorum, yürüyüşler yapıyorum vs. ve fakat yine de seyahat etme fikri ile kendimi oyalamam gerekiyor. ağustos evde geçecek bu sıcakta valiz sürüklemek ya da sırt çantası taşımak fikir olarak bile yorucu geliyor. eylül'de ingiliz hükümeti bizi kırmızı listeden çıkarırsa bir tatil yapacağız. ben kendime kabataslak bojo ne karar verirse versin ekim için bir plan yaptım; yunanistan ve ispanya. hep bildiğim kasabalar kıyı kıyı köy köy orada bir meze burada bir tapas tek yön bilet aldığım bir seyahat yapacağım. keşif istemiyorum, metro istemiyorum, büyük turistik şehirler istemiyorum. barselanaya uçup oradan girona'ya gitmek ya da malaga'ya uçmak gibi. harita, aramak, kaybolmak vs. değil, bildiğim sevdiğim yerlere çift dikiş yapmak istiyorum:) tabii bunun için 10 günde bir servisten öbürüne gitmesi için defalarca mail attığım en son linkedin'den genel müdürü bulup emeklilik işlemlerime bir bakmasını rica ettiğim sosyal güvenlik kurumumuzun ikramiyemi yatırması lazım:) sosyal güvenlik kurumu telefonla kesinlikle ulaşılamayan bir kurum! nasıl bir yoğunlukta çalışıyorlar!? temmuz ayı genelde emekli olma ayıdır herkes bilir bunu, neyse ki linkedin var ve ulaştığım yetkili bugün bir haber verecek gelişmelere dair.
işte böyle; genelde hemen hemen her gün mutlaka bir kere evden çıkıp ya bir kitapçıya ya bir markete ya da bir avmye gidip hepsini bir arada dolaştığım sonra eve gelip ingilizce ders dinlendiğim, öğle uykularına uyuyup yemek pişirmekten zaman zaman nefret edip yoğurt ile geçiştirdiğim öğünlerden sonra bazan bir heves kuzu incik alıp pişirdiğim aslında yeknesak günler... memleketin hali ayrı bir yürek ağrısı. son bir haftada yaşadıklarımız çok ağır, hayvanlar aklıma geldikçe gerçekten dengede kalmakta zorlandığım zamanlar oluyor. yangın öylesine kötü bir durum ki dün gece gönüllü gidip çalışsam diye düşündüm ama gerekli ekipmanım yok diye vazgeçtim. çünkü bunun eğitimini almadım gidip kalabalık yapmak yarardan çok zarar verir hem orada canla başla çalışanlara hem de ekipman bulamazsam bana. deprem sonrası günlerce düzce'de gönüllü çalışmıştım, orada tek ihtiyacımız yatacak bir yerdi onu da 112 nin kaldığı binada bize de yer göstererek askeri kampetlerle çözmüştü kızılay ile koordineli yardım dağıtırken tanıştığımız yetkili bir abi. ama ne yazık ki yangın böyle bir şey değil. maske lazım, yanmaz ayakkabı lazım tulum lazım vb. hadi hepsi var diyelim eğitim lazım. bir şey yapamadan evde oturup çok da acının faşizmini yapmayan güvenilir hesaplardan gelişmeleri izliyorum. akyaka'dan iyi haber aldım çünkü orada güvendiğim arkadaşlarım var. güvenmediğiniz bilmediğiniz insanların her yazdığını paylaşmayın diye son vereyim bu yazarken bile yüreğimi ağrıtan konuya.
işte böyle, 50'ye iki kala yaşadığımı hayata!...
daha iyi günlerimiz olmuştu ve olacak; vakurla bekliyorum.
günaydın ahali
0 comments:
Yorum Gönder