yeme içme üzerine korona halleri ve sonrası

5 Mayıs 2020 Salı
bir esnaf lokantasına gidip usta ver bir kuru demek ne kadar güzelmiş! 
bir bara gidip buz gibi bira bol baharatlı patates tava istemek ne zevkliymiş! 
bir ocak başında ocak başına kurulup üç saat sonra yürüyen adana gibi çıkmak:) 
bir espresso deyip damağını sert kahveyle buluşturmak, 

hepsi ne kadar güzel ve ne kadar zevkli eylemlermiş. yıllardır seyahat ederim yıllardır dışarıda yer içerim. sanırım son iki ay oldu dışarıda oturamıyor bir şey yiyip içemiyor akşam üstü içkilerinden, esnaf lokantası lezzetlerinden, şefin bize özel yaptığı güzelliklerden mahrumuz. 

ben işin ön yüzü kadar arka planını da bilenlerdenim. hem çalıştığım sektör hem de internette fink atmaya ekşi sözlük ile başlayıp 2008 de ilk blog açanlardan biri olduğumdan ( eski yazılarımı bir aşk'a kurban edip sildim! çünkü, ikimiz de yazı dünyasından insanlardık ve birbirimizin eski yazılarımızı okumamız kavga sebebiydi! büyük aşktı ve her büyük aşk gibi büyük kavgalarla bitti.) istanbul ve bursa ve o zamanlar gezdiğim her yeri yazan biri olduğumdan hiç mütevazı davranmayacağım; sektörü az çok bilirim. bir çok yerin ilk açıldığında konuğu olmuş, şimdi adı da sahibi de değişmiş kimi otel ve restoranlara '' handan hanım bizi eleştirmek için gelin' diye davet almış, hiç de ama yok demeden gidip üç gün kalıp bütün eleştirilerimi sıralamış, kimilerini de yazmış biriyim. büyük zevkti benim için. şimdi bir çok yerde şubesi olan bir kebapçının da menüsünü ilk tadanlardanım. o zamanlar tuğrul şavkay ve arman kırım yaşıyor ve yemek üzerine yazılar yazıyorlardı. benim favorim tuğrul şavkay'dı, çünkü arman kırım levrek ile bamya falan diyordu ki şu hayatta ağzıma koymadığım üç şey varsa biri bamyadır. geçelim. diğeri boza ve öbürü ne o kışın satılan yoksa aynı şey mi işte sarı leblebi ile içilen. bir anlam veremedim onu içmeye. bakla sevmiyorum bir de dilimi dalıyor. geçelim. ne diyordum hah sonra vedat milor girdi hayatımıza yeme içme dünyasında. fotoğrafı yok tabii o zamanlar ama yazıyor okuyorum. hatta affetsin şimdi okursa bu yazıyı bir yazımda kendisiyle ilgili  ufaktan bir mavra yapmıştım. vedat milor oldum ben dışı kıtır içi sulu bilmem ne yedim, diye ukalalık yapmışlığım var ama sanırım vedat bey bunu büyütmez. işalla! 

ben niye bunları yazdım bir solukta? şöyle oldu; işe başladım, sabah kahve ve üzümlü çörek ile kahvaltıyı öğle yemeğinde hazır makarnanın ve üstüne ton balığı koyup yedikten sonra eve gelip bir kadeh şarap koyup makinaları yerleştirip ne yesem diye düşünürken netflixe ''beer'' yazdım ve karşıma çıkan the chef show'u izlemeye başladım. istanbulluların bildiği tanıdığı spago'nun şefini ve pişirdiği leziz etleri izledikten sonra border grill bölümünü izlemeye başladım. iki kadın şef, yugoslavyalı bir lokanta sahibinin yanında çalıştıkları zamanları anlatınca izlemeyi durdurup bu satırları tıkırdattım. kalem olsa karaladım, diyecektim. 

restoran işi zor, ben kağıthanede çalışırken en sevdiğim esnaf lokantası şen kardeşler lokantasıydı. sabah 10.30 gibi marketleri kontrol ederken bir uğrar tezgahta ne var ne yok bir bakar o arada ya kendi mayaladıkları yoğurttan bir kase ya da sütlaçtan bir kase yer işe devam ederdim. ustayla olan sohbetimizde sabah üçte uyandığını ve bu işin öyle kolay bir iş olmadığını öğrenmiştim. bir gün hiç unutmuyorum çok yağmur olduğundan  ben yemeğe çıkmamış az kuru az pilav iş yerine söylemiştim. geldi, yedim, doydum ama kuru o kadar nefisti ki ya usta vallahi ayıp olacak bir az daha rica ediyorum, diye telefon açmıştım. elbette ikiletmemiş ve yollamışlardı. o arada bu leziz kuruyu bulunca epeyi aldıklarını da söyleyince iyi bu kış evde kuru pişirmem ben de, demiştim.  hala daha istanbulda en iyi esnaf usulü kuru fasulye ve ızgara  köfte yapan beş yeri say deseler biri şen kardeşler derim. en sevdiğim saatler sabah 10 civarı tezgahın tamamlandığı saatlerdi. bazan niye kızartma yapmıyorsunuz diye takıldığımdan,  zaman zaman bana patlıcan oturtma yaparken kızartma ayırdıkları bile oluyordu. umarım ki bu korona günlerinden sonra da bir giderim de aşçı tabağı sipariş ederim. 

yemek işi zor. içeride kan ter ve gözyaşı var. havalı, karides çü.k.ünde ahtapot topuğu mekanlarından bahsetmiyorum; gerçek yemek yapan yerler ve gerçek ustalar ve şeflerden bahsediyorum. bu ay markete çalıştıysak gelecek ay açılınca da en sevdiğimiz lokantalara  gidip biraz da onlara harcayalım. ben öyle yapacağım. çünkü onlar kadar iyi kuru da pişiremiyorum, sütlaç da yapamıyorum, köfte hiç olmuyor. 




6 comments:

  1. sivyus dedi ki...:

    Blog yazmanın en güzel dönemleriydi 2008ler belki de herşeyin

  1. Gamze Esra Ersöz dedi ki...:

    Handan ya senin damak tadından anladığım kadarıyla bakla seviyor olman lazım. Acaba kötü baklalara mı denk geldin. Sen evde kendin bi denesene şöyle zeytiyağlı, üzerine de sarımsaklı yoğurtlu filan belki seversin.

  1. Handan dedi ki...:

    zeytinyağlı seviyorum, enginara bayılıyor, evde çeşit çeşit sızma kullanıyoru. ama bakla ile yıldızım barışmadı, belki çok taze çok minik çıtır çıtır olanını bulsam o dilimdeki sızı olmasa yerken... belki

  1. basyazici dedi ki...:

    Aşk için üzüldüm gerçekten de :(

  1. Gamze Esra Ersöz dedi ki...:

    Aynen dediğin doğru tazesini bulman lazım.

  1. Beyaz Yakalı dedi ki...:

    Biraz da lokantalara, kaliteli yemeğin varlığını sürdürmeye destek fikrine katılıyorum. Ben de iyi bir lokantada aşçı tabağı yemeyi özledim.