netflix dizisi klişeleri, hep yoldan çıkarıyor akif'leri

26 Mayıs 2020 Salı
en keyifsiz ve umarım son olacak sokağa çıkma yasağını geçirdim. yani öyle keyifsizdim ki dört günü düşünerek alışveriş yapmadığım gibi alışveriş yaparken peynir almamışım! peynir, ben peynir almamışım. 

migrostan, bir şişe şarap, domates, salatalık, biber, taze soğan, üç kalem pirzola ve 6 kalem kaburga sonra gidip şok marketten kaju ve su aldım, yine peynir almamışım. evde siyah ve yeşil  zeytin, bolca filtre kahve, çikileta, çekirdek, makarna vardı. böyle bir dört gün geçirdim. ekmek arabasından ekmek almaya inince çöpü atarken elimdeki bozuklukların da bir kısmını da savurmuşum sanırım, sarsak handan! yerde bozukluk ararken, ekmek arabasından bir ekmek istedim. abi beni güldürecek bir soru sordu '' abla paran mı yok bir tane alıyorsun, ihtiyacın mı bir tane, çöp atarken gördüm muhtemelen parayı da attınız, ben de yapıyorum öyle bazan'' gülmekten cevap veremedim. sonra yok yok falan diye çıktım eve. ekmek? aldım aldım bir lira avucumda kalmış bir lirayı da yerde buldum:) öteki kayıp 

iki ayrı diziyi izledim bitti. aptal amerikalılar gibi oldum ben, yav! dizi, çerez hatta laptopu yatağıma taşıyorum. uyuyup uyanıp izliyorum. hala okuyamıyorum. 

 birincisi  sweet magnolias; tatlı manolyalar,
 üç kadının hayatında bağırmadan çağırmadan, göt cebinde silah sallamadan, sakin olun deyip onlarca insanı öldüren kartel elemanları bolca sevişme sahneli ya da kavgalı gürültülü olmadan bize hayatı anlatıyor. çocuk isteyen helen, boşanma sürecindeki maddie ve restoran işleten dana sue. hepsi birbirinden farklı kişilikte ve yaşamda ve sıkı dostlar küçük kasabalarında. herkesin birbirinin dedikodusunu yaptığı. izleyin. ikinci sezonu muhakkak gelecektir. çünkü çoğu karakterin hayatı işlenmedi ve ucu açık bırakıldı ilk sezonun. yalnız bir şeye sinirleneceğim ikinci sezonda, spoiler vermeden şöyle söyleyeyim. aldatan kocaları affetmeyin. 

diğeri yine bir meksika dizisi; crime diaries the candidate 
 meksika da başkanlığa adaylığını koyan donalda colosio'nun öldürülmesi ve ve sonraki dava süreci. politika, kirli ilişkiler, tek tük işini iyi yapmaya çalışan rüşvet almayan ve ne yazık ki sonunda öldürülen polisler... izleyin derim. yaşananlar hiç şaşırtıcı olmasa da garip bir şekilde insana her şeye rağmen umut veren bir dizi. 

gelelim dizi manyağı olduğum bu günlerde hatta aylarda gözüme çarpan klişelere; 

* uyuşturucu baronu da olsanız kapüşonu kafanıza geçirince görünmez oluyorsunuz:) 

 *bütün dizilerde esas kadınlar hoop diye esas adamların kucağına atlıyor. adamlar da gayet güçlü ve kaslı olduklarından hoop diye kadınları kucaklayıp... işte sonrasını biliyorsunuz. tabii ki gayet estetik sahneler çekiliyor; kal.ç.alar süper, adamlar kaslı ve yakışıklı. tabii bizim dizlerde ortada gezen çocukların asla ve kata babaları evdeki adam olmadığından zaten onlar hiiç sevişmeden dünyaya geldiklerinden bu sahneler akif'lerin falan dengesini bozuyor. hangi akif demeyin ya hani şu ütü yaparken şarkı mırıldanması gereken ama ısrarla vıykk vıykkk diye türkü söylemeye çalışan kadınla evliydi bir ara hala anımsamadıysanız bana bir ses edin, fısıldayayım size bu danışman eskisinin kim olduğunu:) bu klişe yorumuyla çok uzun oldu. 

* amerikan filmlerinin bir yerinde mutlaka arkadan bir fedEx arabası geçiyor. mutlaka! 

* esas olacak adam, kadına ilk ilgisini belli ettikten sonra mutlaka '' seni yemeğe çıkarmak /gerçek bir randevu ( date) istiyorum.'' gibi cümleler kuruyor. bu böyle mi yoksa dizi çevirenler otomatik olarak mı böyle çeviriyorlar, bilemedim. anadilde izleyenler bir desin bakalım, neymiş asıl çeviri. çünkü bu çok yapay bir cümle. 

* esas adam kurşun yese de atsa da ölmüyor, çok yakışıklı yaralanıyor hemen iyileşiyor. hepsi holding sahibi. alt sınıflardan bir kadına aşık oluyorlar mutlaka. 

aklıma ilk gelenler bunlar. zaten bu yazı çok uzadı. bugün son gün, yarın işe gideceğim. seyahat yasağının kalkmasını umuyorum ve bekliyorum. çünkü artık 70 günden sonra hakikaten zor olacak evde oturmak. ki en az oturanlardan biri ben olmama rağmen. kimseyle yakın temasa girmeden işe  gittim, şef'i sevmeye gittim, markete gittim. seyahat yapmadan ve tensel temas kurmadan haniyse normal hayatımı yaşadım diyeceğim ama değil tabii ki. o kadar eşşek değilim. kardeşimle kahve içemedik, bu sene köy evine gidip baharı yaşayamadık, canan istanbula gelemedi, ben klasik bahar rotamı yapamadım. biletlerimi açığa aldım, bir sürü eski kıyafet atıp evi son beş senedir temizlemediğim sıklıkta temizledim, efe'nin büyümesini göremedim hep videolarını izledim, salonda sporu hayatımdan çıkardım, açılsa da gitmeyeceğim artık çünkü benim gittiğim salonun üyeleri zaten semtin genel yapısından epeyi yaşlıydı:) bir de son kuralları okuyunca anammmm niye temizleyeyim çalıştığım aleti!? diye kendi kendime söylenip en başta gelmeyeceğim ben artık, deyip kararımı bildirmemin doğru olduğunu gördüm. esmer ile hiçç boğaz turu yapamadık, bebek'e inmeyeli iki ay oldu, taksim'e gittim ama saçlarımı boyattım manikür pedikür yaptırdım. yky kapalıydı:( bu bahar geçti bize dokunmadan, balkona dallarını uzatan ıhlamur ağacıyla oyalandım, günlerce. şimdi kalkıp yine kendime kahve demleyeyim, belki balkona da çıkarım. 

işte böyle, 2020 pek iyi anımsayacağımız bir ilk yarı vermedi bize. 21 temmuzda 48 yaşına giriyorum. hiç bir fikrim öngörüm yok o güne dair. seyahat yasağı kalkmış ben de gözümü karartmış bir yerlere uçmuş mu olurum, en fazla istanbulda bir yerde şarap ya da viski  yudumlayarak mı girerim yeni yaşıma ya da hiç biri değil de çok başka bir yer ve durum mu, bilmiyorum. 

günaydın 


* başlık son anda aklıma geldi. ahahhaha çok güzel oldu bence 


0 comments: