tamam, baştan başlıyorum. 3 eylül sabah erken saatler uçuşa saatler var ama ben heyecanla yola çıkıyorum. çok şeyi çok özlemişim. bitli sabihayı bile! öğleden sonra atina'dayım. burayı biliyorum. şehrin değişecek hali yok kaldı ki bu ülkede menüler bile değişmiyor! eskiyor epriyor ama ay hadi bu sene de zıptırı otunun yatağında karides çikü koyalım menüyü bir de cillop gibi yenileyelim demiyor kimse, bildiğini yapıyor senelerce. ne diyordum hah atinada merkeze geliyorum valizimi sürükleye sürükleye önce bir gyros indiriyorum mideye sonra monastraki civarında önce makarnacı sonra takı satan güzel kadınlar bir hostel tarif ediyor. buluyorum, yürürken çocukların büyük bir masanın etrafında oturmuş şarap içtiklerini görüyorum. doğru adresteyim, güzel çocuklar bunlar, o hissi alıyorum. giriyorum, 10 dakikada işlemlerimi yapmış çantamı yukarı fırlatmış aşağı inmiş ve buz gibi bira yudumlamaktayım. seyahat başlıyor. çocuklar 11 gibi ayaklanmaya başlıyor dışarı çıkacaklar ama benim hiç halim yok. siz gidin eğlenin ben sonra katılırım diyorum, gidiyorlar, ben de resepsiyonda maria ile biraz laflayıp uykunun kollarına atıyorum kendimi.
4 gün atinada sokak sokak meyhane meyhane taverna taverna mağaza mağaza geziyorum. sonra diyorum ki bu kadar atina yeter, bir ada gezeyim çünkü daha richard'ın gelmesine zaman var. atinaya yakın adalara dair bütün okuduklarım agistri adasını gösteriyor. hislerim de. hopp pire limanındayım, bi bilet 11.50 euro, nefis salonları olan kocaman bir ferry ile bir saat yolculuk ile agistri. oh be! soluklanma, ikinci otele çantayı atma. 35 euro geceliği, resepsiyonda çok şeker bir genç kız var. ilk yemek hemen sahildeki tavernada, ağaçların altında kumların üstünde, garson stelyo lise öğrencisi olsa gerek, karides diyorum bira diyorum gelen karides kasesini gördüğümde gözlerim parlıyor. agistrinin spesiyali bu, küçük karidesler hızla kızartılıyor, bize de çekirdek gibi yemek düşüyor. bu tavernanın her şeyi iyi, kalamar et 4 günde iki üç öğünü orada yedim.
adada gezmenin alameti farikası yürümektir. yürüyorum yürüyorum yürüyorum yan köye kadar yürüyorum, manzaranın güzelliğinden başım dönüyor. çok güzel bu ada! bir gün adanın tek belediye otobüsüne binip son durağa kadar gidiyorum. ada içinde ada var:) o adaya üç ayrı plaj yapmışlar, giriş 5 euro falan. neyse, ben bütün gün sıkılırım bir plajda yatmaktan. karşıda manzarası muhteşem yere gidip oturuyorum ama garsonun benimle ilgilendiği yok, göz teması kursam bir karides bir bira diyecem ama yok. hislerimi dinlemediğim her an hata yapıyorum, içimden bir ses kalk git diyor, diğeri biraz sabırlı ol, diyor.. neyse zor bela bir kız çocuğu gelip siparişimi alıyor ama ne masaya kağıt sermek var ne bişey, peçete yok ulan masada! karidesi iptal etmek istiyorum o da olmaz deyince artık senin patronun kim diyorum, gösteriyorlar. adama epeyi sert ama bağırmadan -etrafta insan çok bağırarak onları rahatsız etmek istemiyorum- şikayet ediyorum. çocuklara bir el hareketi ile ilgilenin diyor ama benim keyfim kaçtı. yarım bırakıp kalkıyorum, hesabı ödüyorum ama tek sent bahşiş bırakmıyorum, özür diliyor tekrar, seyahatin en kötü anısı olarak bu kalıyor aklımda. olay şu ki; tek taverna orası ve yunan aileler arap aileler gibi masayı donatıp yiyip içiyolar. e ben yalnızım. ne yapayım yani benimle ilgilenmeleri için adam mı toplayıp gideyim tavernaya:))) dört kişilik masada tek kişi oturunca çok da ilgilenmiyorlar işte. yalnız gezerken bu hep oluyor bazıları soruyor, ''yalnız mısın?'' diye, üzgünüm ama evet diyorum gülümseyerek ya da arkama bakıp yoo ben ve ben gölgem var diyorum bazan, gülüşüyoruz.
agistriye dönüyorum yani köyün meydanına. sonra işte ada hayatı, sabah bir espresso bir peynirli börek ile kahvaltı nudist plaja giden yolda küçücük, yolu zorlu bir plajda güneşlenme denize girme sonra acıkınca stelyo açılmadınız mı hala diye -saat 1 gibi başlıyorlar servise- kapısına dayanmalar tavernanın. başka bir gün yan köyde önce güzel bir barda bira yuvarlama sonra limanda yemek yeme... böyle bir kaç gün geçiyorum ama adanın en özel yerini yazayım size. giderseniz;
agistri club hotel. sahibi ingiliz bir abi. muhteşem bir manzarası var. havuzu ya da plajı yok, nefis bir terası var. adanın en tepedeki oteli diyebilirim. işte o gizli sayılabilecek plaja otelin bitimindeki merdivenlerden inip ulaşıyorsunuz. sabahlarıo muhteşem manzaralı terasa gidip filtre kahvemi içiyor, aşağı inip güneşleniyor çıkıp öğle içkimi yine terasta içiyor yani orada gerçekten güzel saatler geçiriyordum. kalamadım ama içimde kaldı. birazcık pahalıydı.
şimdi yazıya bir kaç fotoğraf ekleyip bunu sonlandırayım çok uzadı çünkü. sonra daha selanik var patras var zakintos var... 23 gün gezdim yunanda! 19 gün ispanya rekorumu egale etti bu seyahat.
:) yalnız gezenlerin kaderi bu. kalınacak yerlerin daha pahalıya patlaması da cabası.. sistem illlaki birini bul diye bastırıyor.