ısrarla tavsiye; ''hesap lütfen'' bir vedat milor söyleşisi (1)

26 Mayıs 2021 Çarşamba

 son zamanlarda okurken bu kadar çok eğlendiğim ve kafamı açan bir kitap olmamıştı. öyle ki daha hemen hemen kitabın ortalarındayken (126. sayfadayım) bir kadeh viski koyup kafamdakileri ve aldığım notları paylaşmak için klavyeyi  tıkırdatmaya başladım. 

uzun yıllardır okuyorum ben milor'u; kendisinin de bahsettiği milliyet zamanlarından beri. hatta o zamanlar umarım ki gülümseyerek karşılayacaktır (yazıyı okursa) bir değerlendirme kriteri olarak '' dışı kıtır içi sulu'' tabirini sık kullanması ile ilgili mavra bile çevirmiştim o zaman yazdığım kimi yazılarda. 

çok not aldım kitabı okurken, çok yerde evet ya işte tam da bunu biz bazen onlarca cümle ile anlatmaya çalışıyoruz ama anlatamıyoruz ya da hiç böyle düşünmemiştim dedim. her iki duygu da paha biçilemez, biri yalnız olmadığımı fark etmek öteki hiç bilmediğim bir düşünce tarzıyla tanışmak. 

çok katmanlı bir kitap; hayat, seçimler, davranışlar, şans, doğduğumuz coğrafya... ve dahası bir çok yönüyle ele alınmış. söyleşiyi yapan nurhak kaya gayet başarılı bir iş çıkarmış doğru sorularla. 

gelelim kitaba ve benim yazıda bahsederim diye aldığım notlara; 

* ilk aldığım not sayfa kenarlarında olan kutucuklara ( orijinal bir adı varsa bile ben bilmiyorum) dair oldu. onlar evvela dikkatimi dağıttı ama sonra ya alıştım ya da yok saydım, takılmadım ve okumadım içlerini. çünkü tekrar edilen cümleler olduğunu gördüm. 

* kitaptan, sayfa; 26 ''belki yeterli özgüveni taşımadığımızdan, başkalarının özel alanlarına müdahil olmayı ve kendi üstünlüklerimizi başkalarının zayıflıkları üzerinden göstermeyi iyilik zannediyoruz.'' 

üstüne söylenecek çok şey yok bu cümlenin; etrafımızda böyle çok insan var. bir benzer tanım yıllar önce ekşi sözlük'te ''şikayet eder gibi görünüp övünmek'' başlığında gayet güzel anlatılmıştı. her iki anlatımda da aslolan kişilerin kendi hayatlarında olan sorunları bırak çözmeyi kabul etmekten bile uzak olduklarından hep karşı tarafa ellerindeki güç ile haddini bildirme peşinde olanlar. çok var bunlardan çok, kaçalım, kaçın:) 

yeme içme sektörüne dair çok çarpıcı açıklamalar var sayfa 66'da; gazete yazılarında doğal olarak açık açık yazamadığı  bir çok şeyi kitap için konuşmanın özgürlüğüyle söylemiş milor. ben yazmayayım, siz merak ederseniz okursunuz. az çok yeme içme işleri ile ilgileniyor, bu konuda okuyor ve o zamanlar televizyonda milor'un programını izlediyseniz zaten programın bitme sebebini falan anımsayacaksınız:) ne gizemli yazdım ama:) 

twitter'da bazan meydan savaşları oluyor! çocuklu ailelerin plaj/sinema/avm kısacası kamusal alan halleri ile çocuksuz olanların buna tahammül sınırı üzerine. kazananı yok henüz savaşların ama epeyi sert çatışmalar yaşanıyor. ben çocuksuz taraftayım da neyse ki fenomen olmadığımdan henüz linç edilmedim; yazın bodrum uçağı çocuklu / çocuksuz diye ayrılsa ne güzel olur, falan diye yazdığım halde! çocuklu arkadaşlarım bile koruyor beni zaman zaman ''benim oğlan/kız çok yaramaz handan, haklısın'' diye. hah işte kitapta sayfa 70'te ''yaramaz türk çocuğu'' konusunu öyle güzel anlatmış ki milor, okuyun. neden bizim çocuklarımız hep bağırıp çağırıp masada düzgünce yemek yiyemiyor, ağlıyor vs hepsinin cevabını ve ne yapmanız gerektiğini de geniş bir çerçeveden anlatmış. 

yine kitaptan bir alıntı yapayım; '' insan bıktığı an hatadan hataya koşar.' sayfa 93. fiyuvvv diye diye okuduğum bölümlerden biri daha; gerçekten iş yaşamımızda, ilişkilerimizde yaşadıklarımızdan bıkıp da son veremediğimiz zaman (her şeye her an son verme gücümüz yok ne yazık ki) hatalar silsilesi başlıyor. bu kitabı geçen sene okusaydım, hayatım üzerine daha radikal kararları daha erken alırdım. o kadar  etkilendim ki bu tespitten. 

parça parça aklımda kalanlarla bitireyim yazıyı; gazete okumak benim en büyük zevklerimden biri. eskiden cepten okumazken bir deste gazete alır eve gelir ya da semt pastahanesine gider ve hepsini okurdum. okumadan paylaşmazdım kimseyle ancak okuduktan sonra hepsini bırakır kalkardım. hala daha pek basın kalmamış ise de ben sabahları 20 dakika medya turu yapıyorum; hürriyet'ten savaş özbey ve onur baştürk'ü ( diğerlerine tahammülüm yok) milliyet'ten mehmet tez ve asu maro'yu, habertürk'ten oray eğin'i, cuma günleri t24 sitesinden tuğrul eryılmaz'ı

( dedikoduya bayıldığımı biliyorsunuz) bianet'in başlıklarını, bbc türkçe, bbc ingilizce sitesini ( translate yardımıyla) okuyorum. bundan da büyük zevk alıyorum. sonra gün içinde zaten hep ekşi ve twitter açık oluyor, gündemi oradan takip ediyorum. gazete okumak güzel şey, yanlı dahi olsalar memleketin gündemini tersten takip etmeyi bile sağlıyorlar. mesela ismi lazım değil bir medya grubunu sadece ne diyorlarsa tersini düşünmek için kullanabiliyoruz:) adını yazdırmayın bana:) 

kitaptan; ''gerçekte nelerden zevk aldığınızı bilirseniz hayatın ağırlıklarının giderek hafiflediğini bizzat görecek ve daha huzurlu hissedeceksiniz.'' sayfa 31 

yukarıdaki gazete okumak gibi mesela seyahatlerimde yalnız olmayı çok seviyorum ben. birileriyle plan yapmak, onlara uymak seneler önce deneyimlediğim ama pek zevk almayınca vazgeçtiğim bir şey. olmuyor, zaten iş ve aile hayatımızda bir çok şeyi ortak yapmak yani aslında  ''katlanmak ve idare etmek'' zorundayız. tatillerde kimseyle asgari müşterekte buluşmak, kimseye katlanmak ve kimseyi idare etmek istemiyorum. bu satırları okuyan bir kaç yakın arkadaşım bıyık altında gülecekler biliyorum. ne var, aklınızdan geçeni biliyorum ve açıkçası korkuyorum da:)))) oldu mu? 


son bir iki not ile bitireyim dedikçe uzuyor yazı, hadi iki parmak viski daha...

devam edecek 





2 comments:

  1. Judy Abbott dedi ki...:

    Senin iki parmak viski benim şu kadarcık'ıma benzedi :))))

  1. Handan dedi ki...:

    ahahahaha zaten o benzetmeye bayılmıştım