işletmeler sıkıntıyı nasıl aşacak? bir haftada 3 kitap; hepsi bir yazıda

12 Şubat 2017 Pazar
eski bir fotoğraf 

bir haftada birbirinden bu kadar farklı üç kitap okunabilirdi ancak; biri aslı erdoğan'ın bir kez daha kitabı, diğeri şarık tara anlatıyor, öteki ilhan eksen'in kebabistanbul. bir sebebi var mı? yok elbette; sadece ilkini bir nişantaşı alışverişinde kitabevinde görüp aldım.
 şarık tara'nın yakın türkiye tarihi diyebileceğim kitabını, envai kahve'de otururken kitaplıkta görüp okumaya başladım, elimden bırakamayınca eve götürüp götüremeyeceğimi sordum, elbette götürebilirsiniz, dediler attım çantama, dün gece bitirdim, yarın götürüp kitaplığa geri koyacağım. envai kahve için iki satır yazmak isterim; iş yerime çok yakın bir kahveci; saatlerce oturup çayınızı kahvenizi içebileceğiniz, mütevazı küçük bir kahve. fiyatlar makul, müzik iyi. envai mutfakta da salata ve günün yemekleri çıkıyor; kahve kısmına da servis yapılıyor e daha ne olsun. 

şarık tara'nın nehir söyleşi ya da biyoğrafi diyebileceğim kitabını çiğdem tüzün, hazırlamış. onu da yazmadan geçmeyeyim; emeğe saygı. 


gayrettepe bence istanbulun en bilinmeyen ama en yaşanılır semtlerinden biri, bilinmeyen derken kendimden bahsediyorum; burada çalışmaya başlamadan önce bilmiyordum ben gayrettepe'yi. az ama öz lokantası olan bir semt; hüsrev var, piola var, bir iki pasajda tuhafiye var hala yün ve düğme alabileceğiniz sonra pasajlarda esnaf lokantaları var. az ama öz bir semt biraz gizli nişantaşı gibi. butik nişantaşı, diyelim. 

aslı erdoğan ise benim artık tarih olan radikal gazetesinden tanıdığım sonra kitaplarını okuduğum özel bir yazar. eski radikal'den bize kalanlar, dersem çok doğru olur. kimler geldi kimler geçti radikal gazetesinden; eski hali epeyi iyiydi. artık yeni hali de yok ya neyse. 

ilhan eksen'in rakı mezeleri vardı bir zaman kitaplığımda ama sanırım bir ara taşınırken sahafa sattığım kitaplar arasında elimden çıkardım, tariflerin çoğunu bildiğimden yani çok bilinen tarifler olduğundan elimden çıkarmış olmalıyım. kebabistanbul ise istanbul yeme içme kültürünün kebaba evrilmesini anlatan, biraz kebap tarihinden bahseden, mutfağı kebap üzerine olan bir kaç işletmecinin görüşlerine de yer vermiş bir kaç saatte okunacak bir kitap. tabii ki kalkıp koşa koşa bir kebapçıya gidilip kebap siparişi verebilir insan, okuduktan sonra. 

hava soğuk, eve gelip sıcak bir şeyler yapmanın en kolay yolu, kısık ateşte et / tavuk pişirmek tabii bu soğukta canım bol acılı baharatlı şeyler de istiyor; eti ki genelde kuzu kaburga oluyor bu, kısık ateşe koyuyorum, o pişerken sarımsak, patates, zencefil, bir iki havuç ne varsa dolapta doğrayıp üstüne ekliyorum bir yarım saat daha pişirip altını kapatıyorum bol karabiber az biraz sızma zeytinyağı ve tereyağı ekliyorum tabii son yarım saatte. mis gibi bir tencere yemek oluyor. bazan tavuk yapıyorum aynı şekilde ve geçen akşam üstüne bir avuç erişte attım tavukların bir de cevizli ezme gözüme takıldı hoop ondan da bir kaşık. nefisti nefis. 

iletişim üzerine bir iki satır yazmak istiyorum. eğer biriyle randevunuzu son anda siz iptal etmişseniz, yenisi için siz aramalısınız karşı tarafı; doğrusu budur. ama tam bunu yazarken bir dize geçiyor aklımdan; 

'' ah, kimsenin vakti yok 
durup ince şeyleri anlamaya'' gülten akın / ilkyaz 

işte şiir böyle bir şey; iki dizede anlatıyor paragraflarca anlatacağımı. 

bir de ben vatsap denen naneden gerçekten nefret ediyorum! hele hele o mavi tıkı görünmez yapanlardan! ki çoğunu engelliyorum! iletişim iki taraflıdır, ergenler gibi yok görmedim, yok okumadım tavrı bende gerçekten o kişi ile iletişimimi kesmeye kadar götürecek bir rahatsızlık yaratıyor. yazarak anlaşmak kimi durumlarda gerekli olabiliyor ama lütfen yazdığımızı okuduğunuzu bilelim, mühim mevzularda açıp konuşalım bıt bıt yazmaya çabalamayalım, kişi müsait değilse de sonra iletişim kuralım. bir de çok hızlı yazabilenlerin sen yanıtı verene değin 55 cümle yazıp bir de paniklemesi yok mu, iyi misin orada mısın, diye. deliriyorum. iletişimi kesiyorum. 

şehir tatsız. işletmeler dışarı çıkın diye medyadan vs. çağrı yapıyor da e tamam biz çıkalım da siz ne yapacaksınız, hep bizden bekliyorsunuz dediğim zaman da e yapacaklar - mış- yanıtı alıyorum; yahu siz değil misiniz dünden kalan kuru ekmeği kızartıp karşıma koyan ( mekanın adını yazmayacağım, işletmeciyi arayıp durumu anlattım, ben yokken böyle sorunlar olabiliyor, deyince hiç uzatmadım, gelin telafi edelim, tekliflerine de ''hayır'' deyip, bir daha gitmedim) sonra da bir ahtapot bacağı bir de tek rakıya 55 lira hesap alan! ayıp yahu ayıp kuru ekmeği servis ettiniz! neyse, bir daha gitmedim, kendimce cezalandırdım mekanı. 

aa italya ispanya istanbul bir tabakta, gecesini unutmadan yazayım; beyoğlu üzerine artık tekrar etmeyeceğim yazdıklarımı ve düşündüklerimi; son kalan şarküterilerden kuru et ve lakerda alıp jamon ve şarap ile bir sofra kurduk; şarküteriler sıkıntıda; kaç kişi kaldı allasen tarama bilen ve yiyen? ah güzel istanbul, deyip 40 lı yaşlarda eskiye özlem duyanların arasına katılmış olmama üzüleyim mi sevineyim mi bilemeyip bu yazıyı burada noktalayıp kahvaltı hazırlayayım. 

günaydın 






4 comments:

  1. ACEMIDEMIRCI dedi ki...:

    Kitaplı kafeleri görmek ve eve götürülecek kitaplara rastlamak ne güzel. Burada da giderek artıyor böyle kafeler.

  1. Handan dedi ki...:

    selam gamzecim, bu ara karşılaşmıyoruz:))) selamlar

  1. Handan dedi ki...:

    selam acemi demirci; evet, kitap bulunduran kafe/kahveler çoğaldı. bu güzel bir gelişme. yoksa kafede bir kahve içip kalkmak var ya da takılıp kitaba dergiye saatlerce oturmak var. işletmeler karlı bu durumda, bu da iyi bir kar; müşteri daha fazla zaman geçiriyor kahvede ve daha çok harcama yapıyor.