gittiğim kitapçıda portakal'ın yüzyılı'nı beraber arıyoruz çalışan ile; bir tane buluyor kitapçı; o arada laflıyoruz onunla, onun ne okuduğuna dair vs. o yeraltı edebiyatçı seviyormuş; benim uzak olduğum bir tür. kitap naylon kaplı; bakıyorum, açabilirsiniz diyor bakışımdaki soruyu anlayarak. açıyorum kitabı oradaki koltuğa kuruluyorum ta ki bir baba kız gelip kendi aralarında konuşarak keyfimi bozana değin, kitabı inceliyor / okuyorum. çocuklardan çok hoşlanmıyorum hele kitapçıda hiç! kalkıyorum, kasaya gidip kitabı alıyor ve evde heyecanla okumaya devam ediyorum.
arada sevgili irem uzunhasanoğlu ile laflıyoruz instagram üzerinden; o da kitabını yolluyor, büyük bir zevkle onu da açıyor inceliyor başından biraz okuyor ve sonra günlük işlerime dönüyorum.
karnım çok aç değil ama bir lokma bir şey de yesem iyi olacak; piola'ya doğru yürüyorum; orada atıştırıyorum bir şeyler. beyaz şarap içmek üzere konuşuyor sonra ben oradan daha lokal bir yere gitmek üzere ayrılıyorum. aslında bunların hepsi iki semtte geçiyor; birbirine uzak olmayan ve fakat birbirinden farklı dokuya sahip iki semt; daha lokal yerde üst katta oturmayı teklif ediyorlar bana; ben ise sokağı izlemek istediğimi söylüyor nazikçe reddediyorum; sokağa bakan masaya kuruluyor şehrin bir başka yüzünü tecrübe ediyorum.
pazara gidiyor daha torbasından otları yeni çıkaran teyzeyi avını bulmuş kartal gibi fark ediyorum:) rezene var bir deste sadece, onu alıyorum bir de roka diğerlerini pişirecek zamanım olmayacak evde. bu hafta seyahat var. teyze taa arnavutköy'den geliyormuş ama iki ay olmuş gelmeyeli eski müşterileri unutmuş olabilirmiş. bizim semtte oturanlar için burası; bim ve pizzacı yan yana ya işte onların karşısında teyze, şimdiye biter ama otlar erken gidin.
budapeşte için bir iki laf edersem; biz peşte'de kaldık peşte kısmı daha hareketli sonra buda'yı da gezdik tabii. insanları prag'a göre çok daha güler yüzlü yalnız metroda deak meydanına çıkan istasyonda evsizler yatakhane kurmuş! görünce şaşırmayın. avrupa krizde budapeşte de almış nasibini krizden ve gerçekten çok yaşlı insanların en zor işleri çöpçülük, garsonluk, bulaşıkçılık vb. yaptığını gözlemledim 5 gün boyunca her iki orta avrupa şehrinde de. hele prag'da hostelde çalışan teyzeler tek kelime ingilizce bilmiyorlardı. avrupa yaşlı, avrupa işsiz ve prag yani çekler macarlardan zengin ama bir o kadar da suratsız. demek ki ne kadar medeniyet o kadar yalnızlık ve sert ifade.
orta avrupa benim için çekici bir yer olmaktan çıktı bu gezi ile daha gitmem ben deniz göl dere olmayan yere. tuna nehri var demeyin; çamurlu bir su akıyordu lili ile baktık durduk bu çamurlu suyu mu turizmde pazarlıyorlar, diye diye...
yemekler; daha önce de yazdım her iki şehirde de biralar ve şaraplar çok güzel yemekler de ise aklımda çok kalacak bir şey yemedim. belki ben denk getiremedim birinde zaten prag'lılara kızıp bir öğün döner yedim!:))) dönerci çocuk elbette türkiyeliydi ve evlenerek gitmişti oraya. lafladık biraz, o da çok gezmemiş oraları henüz yeni evli. prag'da memur ve dönerci hemen hemen eşit ücretleri alıyormuş; karısı memurmuş o da onun kadar alıyormuş. 2500 civarında bir paraya denk maaş alıyor. hangisi az alıyor bilemedim. avrupada memurluk hangi kalemde onu da bilmiyorum.
bahar geldi. aslında en yav ben ne giyeceğim şimdi bu havada, havası bu günler ama olsun, yine de güzel. otlar çiçekler geziler demek bahar. bir bahar rotası ayarlasam iyi olacak.
işte böyle. portakal'ın yüzyılı enis batur'un soruları ve raffi portakal'ın yanıtları ile hakikaten istanbula, müzayedeye, eskiye hangisine ilgi duyarsanız duyun bir tarafından sizi yakalayacak bir kitap; alınası okunası kitaplıkta kalası bir kitap.
nehir söyleşi kitapları soruyu soranın mıdır yanıtlayanın mı, diye bir soru sordum geçen hafta denk geldiğim yazı işleri ile uğraşanlara; kimse bir kalemde yanıtlayamadı herkes aaa hiç düşünmemiştim bunu diye yanıt verdi; attım kucaklarına soruyu, kaçtım:)) bence, soruyu yanıtlayanındır kitap. ben de bu anlamda kitabımı raffi beye imzalattım:) ona da sordum bu soruyu, enteresan bir soru dedi üzerinde konuşmadan ben oradan kitabımı imzalatmış oraya gitmeden evvel içtiğim güzel bir kadeh kırmızı şarabın etkisiyle hoplaya zıplaya ayrıldım portakal sanat evi'nden.
işte böyle
bu hafta böyle geçti
pek yemek yapmadım, kuzulu rezene yapınca yazarım size.
0 comments:
Yorum Gönder