los lunes al sol, mustang, evde

2 Ocak 2016 Cumartesi
şimdi size bu satırları battaniyenin altında ( yok soğuk değil havası olsun diye battaniye instagrama battaniye & kahve koymayanı dövüyorlar ya ondan:) kucağımda bilgisayar, sehpada filtre kahvem ile yazıyorum. yeterince beyaz oldu mu? 

ahahha şaka bir yana battaniye vs hepsi gerçekte evde oturunca ne yapılır? bol bol film izlenir, yemek yapılır, sehpadan çerez eksik edilmez; kuşları unutmayın! ekmek, çörek, susam ne varsa koyun cam kenarına nasıl yiyorlar, görün. öyle dinlendim öyle dinlendim ki zihnim açıldı berrak bir düşünceyle kafamdaki sorunların hepsini çözüme ulaştırıp üstlerini çizdim tek tek. şimdi tek düşüncem var; bugün evden çıksam mı yoksa bugün  de çıkmayıp yine film / kahve / risotto / şarap yaparak evde bir senelik dinlensem mi? yoksa çıkıp şehrin en manzaralı yerlerinden birine gidip bir kadeh şarap mı içsem? 

duyamadım. 

*** 

dün önce los lunes al sol yani güneşli pazartesiler filmini izledim. javier bardem'e bir kere daha hayran oldum; bu filmi izlemiş kadar üstüne yazılanları okuyup izlemediğim için kendime kızdım. sonra kızgınlığım geçti bir kere daha filme dair yazılanları okudum. izlemediyseniz hemen izleyin diye tavsiyemi verip spoiler vermeden bu bahsi kapatayım. bardem çok yakışıklı yine çok iyi demezsem olmaz ama. 

*** 

sonra bir kadeh şarap ile aynı şaraptan yaptığım risottoyu kaşıklarken aklıma nereden geldiyse mustang filmi geldi. buldum, onu da izledim. şimdi, insan film izledikçe film okuması, bakışı, filmi değerlendirmesi gelişiyor diye bir giriş yaparak, bir filmin kimi oyuncularının herhangi bir festivalde en iyi oyuncu ödüllerini alması ama filme dair başka bir ödül almama olasılığının hiçte uzak ve anlaşılmaz bir durum olmayacağını ben mustang izleyince bir kere daha anladım; diyerek ilk tespitimi buraya usulca koyup devam edeyim. 

 mustang'da mesela babaanne rolünü oynayan nihal koldaş ve amca rolündeki ayberk pekcan çok başarılı iken filmin genel gidişatını, olaylara bakıp kaçmasını evet aynen öyle bir olaya / soruna bakıp kaçmış yönetmen bence; o da bir çok sorunu bir arada işlemek istediğinden olsa gerek, bilmiyoruz, çok sevdiğim söylenemez. neden sevemedim, diye kendi kendime sordum filmden sonra; anlattığı gerçeklikler olmadığı için değil, evet bekaret testi, evet taşrada herkesin her şeyi bilip kimsenin ses çıkarmaması / suça ortak olması, evet, görünen muhafazakarlığın altında hakikaten pis ilişkilerin tacizlerin yaşandığı... ve daha fazlası, bunların hepsi gerçek. ve fakat bunların işleniş şeklinde başrol oynayan kızların bedenlerinin üzerinde gezen bakış açısı / kameranın açısı rahatsız etti beni. ilk en büyük rahatsızlığım bu oldu filme dair. teknik konularda kimi olayların flu bırakılması / seyircinin yorumuna açık olması beni rahatsız etmedi, gayet iyi anlayabiliyorum orada ne olduğunu. filmi fransa sahiplenmiş türkiye sahiplenmemiş gibi yönetmen deniz gamze ergüven'in röportajlarında okuduğum durumlar ise çok anlaşılmaz değil. türkiye ne zaman, hangi sorunda yav ben bir hata yaptım, kabul ediyorum, dedi ki de bu filmde anlatılan hem de kadınların yaşamına dair sorunlara kendince sert bir bakış atan bir filmi sahiplensin!? geçiniz.  iyi niyetle yola çıkılmış ama olamamış yolun sonu getirilememiş gibi duran bir film mustang. yukarıda yazdığım güneşli pazartesiler mesela tek bir konuyu işsiz kalma durumunu ele almış ve hiç bağırmadan bu konuyu öyle gerçek ve içimize işleyecek şekilde doğal anlatmış ki yıllar geçse de unutulmaz bir klasik çıkmış ortaya. tabii mustang'i bununla kıyaslamak haksızlık olur; yönetmen çok genç, fransız / türk kültüründe arada kalmış ve bununla bir şey yapmaya çalışmış biraz dağıtmış sonra toparlayamamış; o yüzden kıyaslama yapmak haksızlık olur. çok uzatmadan ortalamanın biraz üstüne bir film mustang, deyip  bulursanız izleyin, der kaçarım. 


*** 




0 comments: