tek yön biletimi aldım. tek yön bilet almanın verdiği özgürlük hissi bambaşka benim için; yıllarca senelik izinleri, çekip uzattığımız uzun hafta sonu tatillerine sığdırmak istediğim yolları düşündükçe şimdi bu özgürlüğü tepe tepe kullanmamda hiç bir sakınca yok. üç ayrı yerde tatil yapacağız bu sene. üçü de birbirine hem yakın hem de doğa ve yeme içme olayı değişik sahil beldeleri. şimdiden haklarında yazılanları okuyup yapılacaklar / alınacaklar listesinin yanında tadına bakılacaklar / gidilecek restoranlar / gezilecek pazarlar / listesi hazırlıyorum:)
mayıs ayında sahil notlarımla burada olacağım. kalabalık ve sıcak basmadan tatil yapıp oradan belki yunana geçer belki evime dönerim ama her halükarda temmuz / ağustos sıcaklarında evde oturmak çok cazip geliyor. bol kitap, bol limonata, bol buz gibi karpuz ve salatalar... eylül / ekim için farklı planlarım var. ayak basmadığım bir lokasyon geçiyor aklımdan.
konfor alanından çıkmak. uzun zamandır bunun üzerine yazılanlar taymıma düştükçe okuyorum. kimisi bunu bir zafer olarak görüyor, kimisi bunun ne gereği var kafasında varolanı çok dürtüklemeden yaşamayı savunuyor, kimisinin kafası karışık; bırakıp gidersem ya bundan kötü ya da tam tersi durumları tartıp ihtiyatlı yaklaşıyor, kimisi de konfor alanında kalana küçük bir memur olarak kaldı gözüyle acıyorak bakıyor, kimisi ben yaptım oldu diyerek ve zaferini başkalarının kafasına vura vura bundan da inanılmaz bir zevk alarak anlatıyor. örnekler çoğaltılabilir.
ben ise okuyor okuyor sonra şu an düzenim gayet iyi deyip sayfaları kapatıp genelde tarafsız bölgede kalmayı tercih edenlerdim. bir fikir belirtmektense ''dur bakalım'' dan ziyade önüme çıkan fırsat ve sürprizleri dibine kadar yaşayıp yine ve yeniden korunaklı ve en önemlisi tek muktediri ben olduğum alanıma evime dönmeyi başarı sayıyordum. hala da öyle ama artık başarıdan ziyade '' süper bir konfor alanı yaratmışım kendime, neden sonunun ne olacağını bilmediğim bir maceraya gireyim ki'' kafasındayım.
neden? çünkü çok basit. halihazırda olan konfor alanımda mutluyum. evimi seviyorum, semtimi ve evet şaşırtıcı ama kaosunu hakeza, eşyaların çoğunu istediğim şekilde değiştirdim. az öz misafir ağırlıyorum:) herkesin sorduğu ''sıkılmıyor musun emekli oldun'' sorusuna önceleri epeyi açıklayıcı yanıtlar veriyorken şimdi kısadan ''yok, sıkılmıyorum'' deyip keyfime bakıyorum. çünkü insanlar tek başına kalmaktan öylesine çekiniyorlar ki! iş, trafikte geçen zaman, saçma sapan insanlarla mecburen aynı ortamda bulunmak ve daha onlarca sayabileceğim ama gereği olmayan durumlar iş hayatınızdan çıkınca bir kalemde çıkıyor! buna bir de yalnız yaşamayı ekleyin ahahhaha nefis bir denizin içinde balık şarap sofrası hayal edin hah işte o duyguyu yaşıyorum. bu demek değil ki bütün bunları bir hafta içinde ben artık şurada yaşamak ya da şununla yaşamak istiyorum deyip bırakıp gidemeyeyim! bal gibi giderim, hiç birine bağımlı değilim, seviyorum o kadar. daha çok seveceğim daha çok mutlu olacağım bir yer ya da biri hayatıma girerse ve değiştirmem gerekirse üç günümü alır hepsinden kurtulmak:)))
konfor alanına tukaka bakanlara aldırmayın. evinizi seviyorsanız işinizi sevmeseniz de evde yaşayacağınız rahatlığı almak için bir süre iş iştir deyip katlanabilirsiniz. bir erkeğe / kadına katlanmaktan daha evla olduğundan emin olabilirsiniz. ama yok hepsini yıkıp yeniden yapmak için gücüm enerjim ve fikirlerim var diyorsanız hiç durmayın!
***
bursa notları:) şehrin eski merkezi iyice saçma sapan bir yer olmuş. şehir, izmir yoluna doğru büyüdü tamam ama merkez bu kadar kötüleşmemeliydi. bir emek lokantası kalmış eskilerden, oturdum konuştuk biraz bursa üzerine, nefis köftelerinden yiyip buz gibi biralar içtim. sonra ülkü pastanesinin nefis kurabiye ve üzümlü keklerinden alıp yine eskilerden bir arkadaş mekanında soluklandım. kendi semtimde pek bir şey değişmiyor. sabah espressoları pastanede, sonrası öğle molasına çıkan arkadaşlarımla yemekler, sohbetler... öğleden sonra ev ve annemin yaptığı nefis yemekler yemekler yemekler... şu an kahvaltı için yulaf ve kuş üzümü bekliyor beni:( bu ay böyle. yoksa nasıl sığacağım ben o mayolara, çiçekli elbiselere!?
***
son olarak keşif değil ama en son gittiğim fikret ocakbaşı'ndan bahsedeyim biraz. semtimizde olması son anda plan yapılıyorsa tercih sebebi. arayıp yer olduğunu öğrenince arkadaşımla gittik kurulduk masaya. hiç sürprize gerek kalmadan adana kebapları söyleyip keyfimize baktık. çok bir meze seçmedik fava ve barbunya pilaki ile yetindik. fava biraz daha özenli ve sıkı dokulu olabilirdi. barbunya pilaki iyi pişmişti ve lezizdi. yalnız ben mekandan bağımsız barbunya pilaki için genel bir eleştiride bulunacağım. bunu salçasız yapan yok mu yahu! eskiden varmış bir iki meyhane ama ne o meyhaneler kaldı ne de o meyhaneci abiler... ben her yemeğe salça koyulmasından hiç hoşlanmıyorum. salça baskın bir tad ve salça koyulan her yemek bence artık birbirine benziyor. fikret ocakbaşı diyordum. servis özenli, güzel. bizim masamızla emrah bey ilgilendi. kebaplar mezeler derken sıra tatlıya gelince katmer dedim tereddütsüz. ben dondurmalı tercih etmiyorum, çünkü doğal olarak tatlıyı soğutuyor:) neyse emrah bey'in şovunu izledik ama kalkmadan bir tane sade sardırdım:) eve, kahvaltıya:)))
mecidiyeköy civarındaysanız ve kebap seviyorsanız tavsiye ederim.
***
sabah sabah uyanınca aklımdan geçen tek cümle tek yön bilet ne güzel şey ya derken bu yazı çıktı elimden. hava yağmurlu şimdi kahvem bitince yalandan 15 dakika egzersiz yapayım, sonra da geçen gün semtimde dolanırken menüsünde borş çorbası ve özbek piavı gibi yemekler gördüğüm minik lokantayı ziyaret edeyim. dün ayaküstü konuştuk, 4 -5 masalı bu küçük işletmede borç çorbasını denemek istiyorum. ukraynalı kadın işletmeci pişiriyormuş yemekleri. istanbulda rus / ukrayna mutfağından yemek yapan bir kaç yer var biliyorsunuz, dün birinin menüsünü inceledim de sanırım emekli maaşımı bırakmam gerekir ona gidip yemeklerden tatmak ve votka içmek için:))) canım semtimde diğerleri ile kıyaslanmayacak fiyatlarla bu mutfağa bir giriş yapacağım. yazarım daha sonra.
***
günaydın
0 comments:
Yorum Gönder