kitap tuğla boyutunda!
orhan pamuk okumayı özlemiştim. her ne kadar saçma sapan bir kaç insan ile fotoğrafı beni de sinirlendirse de kitap çıkınca almamazlık edemedim. ahahaha yazarlık başka arkadaşlık başka demeyeceğim ama aklıma gelmedi değil.
arter'de keyifli bir saat geçirdiğimde kitap çantamdaydı. ikinci kez refik anadol sergisine giremedim! çünkü kapıdaki sıra arter'in önüne kadar hatta dolana dolana ileriye kadar gidiyor da ondan. sıraya girmeyi sevmiyorum. bekliyorum, bir gün böyle erken uyandığımda sabah kapısına dayanacağım pilevneli galerinin:)))) 10'da açılıyor sergi, kapıda mobil kahve ve atıştırmalık satan gençler o saatte pek sıra olmadığını söylediler. iyi bilgi, yazın aklınızın bir tarafına. gelelim arter'e; ben osmanbey'den yokuştan aşağı sallanıp yürüyerek gidiyorum. şehrin dokusunun nasıl değiştiğini gözlemlemek için çok iyi bir rota. tavsiye ederim. ramada otelin yanından aşağı bırakın kendinizi. galerilere yaklaştıkça şehir otelleri ve fermuar üreticilerinin yan yana olduğunu görecek ve şaşıracaksınız. arter diyordum, tertemiz pırıl pırıl, kapıda maske dezenfektan her şey var. maskemi yeniledim orada. içeride de her katta her köşede dezenfektan var. kafesinde hala şarap satılmaya başlanmamış ama yine bir tüyo vereyim size; en geç haziran gibi o güzelim bahçede şaraplarımızı yudumlayabileceğiz. işçilerin duygu durumunu anlatan panolar çok hoşuma gitti. adını unuttum sanatçının. arter gezisinden sonra aynı yokuşu yukarı tırmanmaktan vazgeçip ingiliz konsolosluğuna çıkan dolapdere tarafını yürümeye başlıyorum. o sokaklar bir kaç seneye özellikle konsolosluğa son dönemeçte olanlar epeyi popüler olacaklar, sokakların adını da aklımda tutmaya çalıştım ama bak unuttum işte. fotoğraf çekmedim. siz de bu sokaklarda gezerken izin almadan kimsenin ve hiç bir yerin fotoğrafını çekmeyin. akıllı olun:))) konsolosluğun oraya çıkınca çiçekte bir tur atıyorum, üçyıldız yeni hangi reçelleri tezgaha koydu, diye bakıyorum. şekersiz pişirilen reçel aklımda kaldı:) elma konsantresi ile pişiriyorlarmış. balıkçılar ile laflayıp modern sanata doymuş ama refik anadol hala aklımda kalmış halimle divan'da bir kahve yuvarlayıp evde romana başlıyorum.
ilk sayfalarda kim/kimdir aklımda tutamayacağım diye endişeleniyorum inceden, bir kaç 10 sayfadan sonra endişem yerini okumaktan aldığım zevke bırakıyor. kim kimdir çözüyorum, bir yandan da karantina ve salgın hakkında orhan pamuk'un ciddi bir okuma yaptığını anlıyorum ve geçen sene kovid hayatımıza ilk girdiğinde okumuş olsaydık kitabı daha bilgili olurduk bu süreçte diye düşünüyorum. bütün bunları düşünüp okurken kitabın 61. sayfasında birdenbire bir şey oldu! okumayanlar için spoiler vermeyeceğim ama kitabın ana karakterlerinden olduğunu düşündüğüm banko paşa öldürüldü! anam, deyip cümleyi bir kez daha okudum, doğru okumuştum. sanki böyle sakin sakin okurken orhan pamuk dur sen şimdi bir seni kendine getireyim bu bir aşk romanı değil bir karantina romanı deyip bu olayı hızla yazmış gibi hissettim. ( okurun gözünden roman böyle bir şey işte. belki de pamuk gayet sıradan bir ayrıntı olarak yazdı onu ama yok yok sanmam)
birden silkindim, viskiden büyük bir yudum alıp okumaya devam ettim. judy ile eş zamanlı sayılacak okuma yaptık ama o benden önce bitirdi. ben twitterda lak lak etmekten, iş çıkış iki durak önce otobüsten inip yürümekten, markete girip saçma sapan şeyler alıp eve gelip dikkatimi kitaba verinceye kadar judy bitirdi bir kenara koydu bile kitabı:) ben şu an 204. sayfadayım. anlatılan adayı gözümde canlandıramıyorum ama benzediği yerleri biliyorum:) büyükada ve irili ufaklı adalarını yunanın gezdiğimden. şu ana kadar epeyi zevkle okuyorum ama yine judy, yarısından sonra sanırım romanın biraz sarktığı yönünde bir eleştiri yazdı. okumasam da henüz diğer yarısını romanın, sanırım tam geçen sene kurgu ve gerçek hayat birbirine karışınca roman biraz değişmiş olabilir. bunu da pamuk'un röportajından alt cümle olarak yorumladım.
çok enteresan cümleler var kitapta benim her seferinde pamuk'u neden sevdiğimi bana bir kez daha anımsatan; mesela mutsuz/kaygılı insanların hafızalarının çok güçlü olduğunu yazmış mealen bir yerde. buldum, sayfa 158; şöyle yazmış, pamuk;
''çünkü bütün evhamlılar ve kindarlar gibi hafızası çok güçlüydü''
gerçekten öyle; mecburen tanıdığım, birlikte çalışmak zorunda kaldığım çok ama çok mutsuz kadınların çoğu bir olay olduğunda beş seneden falan öncesinden bahsedip o zamanı bu zamana bağlayabilecek kadar geçmişe bağımlı ve her an birileri ona zarar verecek diye ödleri kopan; kendisi mutlu olmadığı için etrafına mutsuzluk, huzursuzluk veren kadınlar... bu insanlardan kaçmak gerekiyor.
romanı okumaktan fazlasıyla zevk aldığımı söyleyip bu uzun yazıyı burada sonlandırayım. roman bitmeden bir yazı daha yazar mıyım? bilmiyorum, ama bitince bir tane daha yazacağım kesin.
günaydın
salgın ve yaşamımız üzerine de bir kaç satır yazıp yoga yapmak üzere kalkayım:) sokak zevksiz ve yasaklarla dolu olduğundan hala evdeyim. düne kadar cumartesi mekanlar açıktı ama ben kalabalığı zaten sevmediğimden, çıkmadım. şimdi yeni kararlarla o da kapandı. evde okumak, evde spor yapmak, evde durmak daha mantıklı ve sakin geliyor. dönüş uçağım iptal olduğundan nisan ayında güneye inemiyorum. insanlar bu yaz güneye inip daha da geri gelmeyecekler gibi. dün bir kahveci arkadaşım aradı; dalyana yerleşmiş! giden gidene... yemek yapmak zor geliyor artık, meyve yoğurt çerez hala kurtarıcım. yulaf yine:( sahnede. süt ile yerken bunu yemek diye çıkaranın diye diye yiyorum itiraf edeyim. ama spor yapıyorum 10 dakika da olsa! hala ev temizliğini kendim yapıyorum çünkü yardımcı abla kovid geçirdi:( hala nefes alış verişi düzenli değil. yollukları sıkça makinada yıkıyor evi çamaşır suyu ile siliyor, giysilerimi iki saat bile giysem yıkıyorum! umarım haziran ayında seyahate çıkabilirim. bir süre denize bakmak istiyorum sadece.
kitaplarla filmlerle evinizle kalın.
Selam Orhan Pamuk'un son kitabının çok reklamı oldu. Bloglarda dikkatimi çekti. İkinci ya da üçüncü okuyuşum. Elimdeki kitaplar bitince düşünebilirim. Bitirince yazarsın. Sevgiler.