sakinliği can sıkıcı, gri, ruhsuz günler...

25 Temmuz 2016 Pazartesi
biraz bilinç akışı biraz aklımda kalanlar şeklinde yazmak istedim şu an. 

 nereye gideceğime karar verememiş halde meşhur kanepeden sadece kahve demlemek, en yakındaki kitapçıya gidip kitap alıp dönmek ve kısmen evi asgaride çekip çevirmek için kalktığım günlerde en çok yaptığım şey bilet bakmaktı; sadece ben baksam iyi sevgili canan da her fırsatta farklı bilet seçeneklerini yazıyor ya da arıyordu... öyle 3 gün geçti sanırım; ve ben gece belgrad deyip insani saatlerde olan uçuşa sabah 7 de kalksam yetişirim sabah bakalım aklımdan neresi geçecek diye uyudum. hislerim iyidir; bazı zamanlar geleceğe dair ettiğim cümle ya da durumun tespitini birebir yaşadığım çok olmuştur. sabah uyandığımda aklımdan geçen; MAKRİ, oldu. 

makri, evet makri, dedeağaç bile değil. kahve demledim bilgisayarı kucağıma alıp sabah otobüsünde yer olup olmadığını kontrol ettim; vardı. kahve içip 3 gündür hazır bir şekilde kapının yanında duran çantamı sırtıma vurup bir taksiye atladığım gibi gümüşsuyu'nda aldım soluğu. aaa yeni bir kahveci açılmış, e süper servisi beklerken espressoları yuvarladım. gayet iyi gidiyor her şey. ve yolculuk ve yolculukta iskeçe'den arkadaşlarım dahası bir doktor katılıyor bize hem de ben ya biz şimdi çok konuşuruz, rahatsız olursunuz deyince '' çekiliyor konuştuklarınız, rahat olun'' demesiyle kalbimi kazanan bir doktor. yol boyunca yiyip içiyor biraz okuyor çokça sohbet ediyoruz. ilk ben iniyorum ve sabah aklımdan geçeni yapmazsam bir şey eksik kalacak duygusuyla önce makri'ye gidiyorum. makri küçücük bir köy benim gördüğüm iki tavernası meydanda da bir kaç kahvesi var. tavernalardan birinde 2. cümlede türkçeye geçince... akşam olacaklardan habersiz güneşi buz gibi mythos ve kalamar ile batırıyor makri'de kalmayıp alexandropoli'ye geri dönüyorum.  küçük bir otele çantayı atıp 3. kez geldiğimden tanıdığım dedeağaç sokaklarında gezmeye çıkıyorum. makri'den dönüşte hovoli diye bir lokantadan bahsetmişti dimitri; hovoli'yi sora sora buluyor ve oturuyorum. bir yandan istanbul bir yandan mutfak yemek ermeni mezeleri diye sohbet ederken arada instagramda paylaşım yapıp telefonu yine masaya bırakıyor sohbete dönüyorum ve ne kadar sonra anımsamıyorum bir mesaj düşüyor taymlaynıma; esmer, uyarıyor beni '' ne yapıyorsun sen ya memlekette darbe oluyor'' diyerek. sonrası... uykuya teslim oluncaya kadar iletişim. 

sonrası pek bildik bir tatil olmadı; elimde frappe adliye bahçesinde olan biteni takip edip oradan öğle uykusuna ya ben burada ayaklarımı bile denize sokmadım daha deyip sandaletlerimle denize ayağımı sokarak kendi kendime gülümsemelerim, uyku tutmadığından benim için geç sayılan saatlerde bile eğlence gemisinde etrafı izlemelerim, taze barbunya bulup öğle yemeğinde bir kadeh beyaz şarap ile barbun sonrasında aile işletmesi olan tavernadan gelen tatlılar kahveler ile moralimin biraz yerine gelmesi, okumalar okumalar okumalar ve sabah uyanıp artık dönmeliyim hissi gelinceye dek dedeağaç'ta kalmam. ve sonra film gibi bir dönüş; bir insan bir dönüşte kaç film çekebilir? çok. beni sınıra bırakan arkadaşım, sınırdan yürüyerek gelen bir kadın, yunan gümrük sahasından yürüyerek geçişim ama köprüyü geçemeyişim; aslında ne çok istiyorum o sınırı yürüyerek geçip fotoğraflamayı ama izin vermiyor yorgo. bir başka araç ile sınırı geçişim ve keşan. zaten olmayan yön duyum yerlerde. çamlıbel et lokantasını arayıp olduğum yeri söylüyor ve oraya nasıl gelebileceğimi soruyorum; bize 1 km. uzaktasınız, diyor ve tarif ediyorlar; gidiyorum ve ben bir şey demeden telefon açan siz miydiniz, diyor genç garson, evet diyorum. bu işletmeyi neden sevdiğimi sonra anlıyorum; hiç sıkmıyorlar sizi, ne yaptırayım / ne vereyim / şunu da alır mısınız, yok. bir maden suyu bir bira bir satır köfte ve yoğurt söylüyorum; bir daha ne garson bir şey soruyor ne de ben bir şey istiyorum. gelen hesap sanırım 33 lira idi. sonrası istanbul. 

zor zamanlar.. zor günler... hani yemeğin pişmemiş, üstelik çocuğun okuldan gelmiş, yarın sınavın varmış çalışamamışsın, sütlaç pilav gibi olmuş, çay demlenmemiş, kahven köpüksüz olmuş, evde tuz bitmiş... işte böyle gibi bunların hepsi ya da tek biri gibi eksik, tatsız, ruhsuz, gri, kül elenmiş gibi sakinliği can sıkıcı olan... günler... 

0 comments: