yakın yer dediğim kocaeli; kahvemi alıp hızlıca aşağı inip arabaya bindiğimde kocaeli'nde yıllardır beni önce blogdan sonra instagramdan takip eden bir arkadaşımla (takipçimle demek bana komik geliyor) karşılaşacağımı elbette bilmiyordum. şehrin deniz kenarı tarafında gezmeyi tercih ettiğimden yolda içtiğim kahve de az geldiğinden çay kahve peşine düştüm önce. aslı börek tomurcuklu çayı ile gayet güzel bir seçimdi sabah sabah. çayı hüpletmiş mutlu mesut deniz kenarına yürürken ''handanın kaleminden!'' diyen sesi duydum ve açıkçası ilk bir kaç saniye olayı algılamayı çalıştım:) evet, tamam bu sabah kocaelinde ne yapılır ne edilir diye mesajlaştığım ama daha önce yüz yüze tanışmadığım sevgili z. idi. sarıldık. sonra, uzun bir sohbet...
kocaeli benim daha önce de bir kaç kez geldiğim ancak hiç biri turistik gezi olmayan tatsız deprem yardım ve arkadaşımı ziyaret gezileri olduğundan aklımda şehre dair pek bir şey kalmamış; şehirlerin merkezini de bulamıyorum ben körfezde nedense; zaten olmayan yön duyum burada iyice uçuyor o koca üst geçit üstü kapatılmış tren yolu vs. hep şaşkınlıkla bakakaldığım yerler oluyor ve evet anımsıyorum ki ben yıllar öce seka kapatılmasın diye de gelmiştim bu şehre; ve seka bir park şimdi. üzülüyorum.
sahilde gemi lokantalar var fakat saat erken çocuklar tembellikte. yürüyüp dinlenip geri dönüyorum başladığım yere. giderken arkadaşım antik kapı'da gönül rahatlığıyla yemek yiyebileceğimi söylemişti; giriyorum düğün salonu gibi bir salon çarpıyor gözüme; yok canım öğle yemeği için fazla şatafatlı; karşılaştığım görevliyle kafe gibi bir yeri yok mu buranın, diye soruyorum o da beni alakart restorana yönlendirince pes edip çıkıyorum lalezar restorana. e acıktım da zaten. fiyatları görünce ağlamak istiyorum blog! salatalar 4-5 lira köfte 12.5 kuzu pirzola 25 falan
daha dün gece istanbulda kuş kadar adanaya 25 lira yazan ve masada soğan bile olmayan yirmibir kebap geliyor aklıma... hem kötü hem zayıf servise ödediğimiz 110 lirayla burada.. neyse
bir maden suyu bir de köfte söylüyorum ama yanında pilav istemediğimi belirtiyorum. bardağa hemen su konuyor, etrafı inceliyorum; şık sayılır, masalar birbirinden uzak, rahat rahat sohbet edebilirsiniz arka masa ile sırt sırta değilsiniz:) köfte geliyor. ortalamanın üzerinde. ekmekler güzel, bir otele yaptırıyorlarmış kızartıp yanına bir de zeytinyağı getirseniz, diyecek oluyorum e varmış o uygulama ama kaldırmışlar. maliyet, diye geçiriyorum içimden. karnım doyuyor. kahvemi de içtikten sonra 14 lira hesabı ödeyip:) kocaelinden ayrılıyorum. istikamet bursa.
***
ne okuyorum? en son alper canıgüz okudum; alper kamu diye bir karakter yaratmış canıgüz; kitap çıtır çerez ve bolca klişeye yaslamış sırtını. yolculukta falan okuyun gitsin, denk gelirseniz. okumazsanız da bir şey olmaz.
***
contemporary istanbul; bu sanat fuarını gezdim blog. ve gördüm ki modern sanat bir yanıyla çok kışkırtıcı bir yanıyla da çok anlaşılmaz. kısıtlı bir zamanda gezdiğim için ay şunu da göreyim ay bunda ne demek istemiş acaba sanatçı diye diye dolandım durdum. tabii ki çok anlaşılır işler de vardı. kısaca gezdikçe fikir beyan etmek daha da kolaylaşıyor modern sanat üzerine. budur yani gez gez gez.
***
bursa için yeni bir söz yok; bol yemek bol balık bol kahve ile geçti günler.
***
istanbul
0 comments:
Yorum Gönder