gidebildikten sonra:)
bizim köye gitmek biraz zor. köy minibüsünü kaçırdığın zaman önce trilyeye oradan köye gitmek zorundasın ki trilyeye kadar minibüs var sorun zaten sonraki 10 km. neyse. geçen haftalardan birinde deniz otobüsünden indim, mudanya minibüsüne bindim ama adam bişeyler eveleyip geveleyince trafik, yolcu vs anlaşılmaz şeyler söyleyince bir kaç kişi sinirlenip indik minibüsten ve minibüs ne ilkel bir taşıma aracıdır diye düşüncemi de sıkıştırayım araya.
sonraki minibüse binsem de mudanyadan kuş olup uçmuştu bizim köyün minibüsü. her zaman balık aldığım balıkçıda ( tahir balık sarayı ) bir çay içtim, balık almak istiyorum ama trilye de ne kadar kalacağımı bilmediğimden balık elimde ne olur diye düşününce vazgeçtim almaktan. trilye minibüsü göründü, durdurdum tam bineceğim ama son bir şans bizim köyün minibüsünü sordum. yanıt olarak onun geçtiğini ama bir sonraki köyün minibüsünün 5 dakika sonra geçeceğini söyleyip ona binmemi tavsiye edince ben de indim minibüsten.
sıkıldınız değil mi? ben de sıkılıyordum o anda, bir yandan da sezen'in ( mushaboom8) son yazdığı bozcaadaya nasıl en zor ve pahalı gidilir bir başka deyişle gidilmez temalı yazısı geliyor aklıma, onun gibi kahkaha atamıyorum; canım sıkılıyor aklımdan taksi çevirmek falan geçiyor kendimi frenliyorum o kadar para verilmez, deyip. bizden sonraki köyün minibüsü de geçmedi ya da geçti ben görmedim, bilmiyorum ama bir sigara yaktım sinirimden. açım, yorgunum; bahçede ayağımı uzatıp meyve ağaçlarının altında buz gibi bir bira içeceğim saatlerde yolun kenarında köy minibüsü bekliyorum. arayabileceğim arkadaşlarım var ama nedense kimseyi rahatsız etmek istemiyor ve aramıyorum.
o arada bir serap gibi siyah bir araba içinde yakışıklı bir çocuk duruyor önümde! hayal değil, kuzenim bu! hiç müsait misin işin var mı vs diye kibar sorular sormadan açıyorum kapıyı iki sırt çantamı bir de kamp sandalyesi olan sırtımdaki yükü arabaya atıyor ben de geçip arkaya kuruluyorum. ön koltuk dolu o yüzden arkaya atıyorum kendimi. ne yapıyorsun handan abla, demesiyle kuzenimin sayıp döküyorum yukarıda anlattığım şanssızlıklarımı. hiç merak etme diyor, bir iki işleri olduğunu sonra beni bırakabileceğini söyleyince.... iyice yayılıyorum arka koltukta. ama o arada aklımdan e iyi o zaman triyeye gidelim bir şeyler yeriz diye içimden geçiriyorum.
onlar işlerini bitiriyor, ben dinleniyorum ama hala açım. trilyeye beni bırakıp geri dönünce onlar atıyorum kendimi geçen sefer ilk kez oturup beğendiğim çınar restorana; sonrası gelsin ahtapotlar gitsin balıkçı börekleri, buz gibi biralar. ahtapot salata tam istediğim gibi bol sarımsak ve sirkeli bir sosta marine edilmiş. kaşarlı mantar zayıf bir tat ben sıcak bişey olsun diye söylemiştim, köy ekmekleri kızartılınca üstüne de trilye sızması ve bolca baharat eklenince süper bir sofra oluyor. ahtapotu ikiliyorum!:) dinlenmiştim zaten eh karnım da doydu bundan sonrasını yürüyebilirim bile, diye düşünüyorum ama şaka tabii ki. oradan sağolsun beni köyüme bırakıyorlar.
aksilik tabii ki yaşıyoruz seyahat ederken ama yukarıda da dediğim gibi sezen kadar kahkaha atamasam da sezen'in yazısını aklıma getirip bak sıkılma o kadar herkesin başına geliyor diye kendi kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.
çınar otel restoran trlye sahilde, sola döndüğünüzde sıralı restoranların içinde mavi beyaz renkleri ile dikkatinizi çekecektir zaten. balık börek hamuru az daha ince olsa daha leziz olacakmış bir de iç harcına biraz baharat eklenebilir ben baskın tatları seviyorum ya bana biraz hafif geldi içinin harcı. aç halim garsonu epey kaygılandırmış olsa gerek zeytin vs ikram ne varsa koydu önüme, adamcağız:))) çınar restoranın tuvaletleri tertemiz, servis iyi, yukarısı otel ve beş odaları varmış hepi topu. bayram vs sıkışık tatillerde rezervasyonsuz gitmeyin aslında hiç gitmeyin bile derim ya neyse demeyeyim. gidin, mezeye balığa doyun. fiyatlar elbette istanbul ayarında değil ama çok uygun diye de düşünmeyin, trilye çok turistik bir köy ucuz olan bizim köy; çay bahçemiz var, arabayla balık getiren balıkçımız var, ki bir gün önce ben balık alırken karides sormuş, yok yanıtını alınca da '' neden yok '' demiştim. ertesi gün bahçede yine ağaçların altında oturmuş gevezelik ederken balıkçıbalıkçı diye megafonu duydum ama hiç oralı olmadım. sen misin oralı olmayan, bir baktım bir ses '' handan hanım, handan hanım karides getirdim handan hanım'' ahahahha eh artık almıyorum deme gibi bir eşşeklik yapamayacak durumdaydım dünkü neden yok, sorusundan sonra. kaptım cüzdanı çıktım kapıya aldım karidesi, sonrasını biliyorsunuz işte iki ben yedim bir beyaz.
işte böyle, gidememenin öyküsü iyi bir sofra ile sonuçlandı. şimdi bu hafta benim her yaptığımda üstünü çizeceğim son çizgide de artık yolda olacağım bir liste var elimde.
pasaport harcı yatır, bilet al, saçlarını boyat diye başlayan.
iyi tatiller şimdiden